Sayfalar

28 Şubat 2024 Çarşamba

17 Şubat 2024 Cumartesi

 İZMİR'DE ATATÜRK'ÜN İZİNDE... VE BİR RÜZGAR HIZINDA ANILAR ...

Anılar... Kim olursa olsun, bir insanı anlamak ve tanımak için onun anılarını iyi bilmek ve anlamak gerekir. Çünkü insanlar anılarında insan boyutları ile görünür. Güçleri, zaafları, başarıları, başarısızlıkları ile insanlar anılarda insanlıklarıyla karşımızdadırlar.
   Güzel bir İzmir gününde, Atatürk'ü İzmir anılarıyla anlamak, tanımak ve anmak için onun İzmir'inde farklı bir geziye çıktık... 
Atatürk'ün bazı anılarında hep İzmir özlemi, İzmir'le bütünleşen bir yurt sevgisi vardır. 21 Ocak 1922'de İzmir Yurdu Cemiyeti'nin Fahri Başkanı seçilirken bile hedefini ortaya koymuştur :
   Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, 21 Ocak 1922 tarihinde '' İzmir Yurdu Cemiyeti '' tarafından Anadolu Lokantasında verilen çayda hazır bulunur. Üyeler Paşa'dan, '' Yurt '' un fahri başkanlığını kabul etmesi ricasında bulunur. Bunun üzerine Gazi kısa, ama özlü ve yakın gelecekle ilgili müjdeler içeren şu konuşmayı yapar :
   '' İzmir Yurdu'nun başkanlığını kabul etmek bence onur ve mutluluk vericidir. Yurd'un, İzmir'den uzak yerlerde değil, İzmir'in içinde görev yapacağı güne ulaşacağız. O gün uzak değildir ! ''
   Mustafa Kemal'in anılardaki görüntüsü de çok yüce. Çünkü anılardaki Mustafa Kemal hakka göre davranır. Her durumun gerçeğini saptayıp o gerçeğin gerekli kıldığı hak ve ölçüye göre davranan Atatürk nerede duracağını da en iyi şekilde bilmiştir.
Atatürk'ün bir siyasal önder olarak insancıl yönleri, günlük yaşamı, alışkanlıkları, hoşlandığı, hoşlanmadığı kültürel ögeler, değer yargıları, aile yaşantısı yeterince ele alınıp incelenmiş değil..
Atatürk'ün İzmir anıları ve iz bıraktığı yerler arasında gezerken, onun yemek kültürünün sadece bir kesitini oluşturan yeme içme alışkanlıklarını da deneyimlemek istedim. 
   Gece geç saatlere kadar çalışan Atatürk, sabah kahvaltısında 2 yumurta ve beyaz peynir ile yapılan omleti ve yanında çay, kahve tercih edermiş.
Atatürk, zaman zaman da soğuk ayran ve ekmek ile kahvaltı yaparmış.
Bazen de bir kase yoğurt yer, sonra sütlü kahve içermiş.
Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değil. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.
Tarihin ilk çağlarından bu yana devlet başkanlarının çeşitli mesleklerden kişilerle sofrada oturup tartışma geleneği yarattığını biliyoruz. Eski Yunan'da ünlü filozof Eflatun, öğrencileriyle tarihe '' Diyaloglar '' diye geçen tartışmalarını '' Akademia '' da yapardı. Burası, Atina'da bir felsefe okulu durumuna getirdiği evinin bahçesi idi. Eflatun'da tıpkı hocası Sokrates gibi burada öğrencileriyle günün sorunlarını aklın ve bilimin ışığında tartışırdı. Böylece gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya varmanın yolları aranırdı.
   İşte Atatürk'ün sofrası da  bu nitelikte bir sofradır.


Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der : '' Atatürk'ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır. ''
Atatürk'ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava sevgi, vefa ve arkadaşlıktı. Burada bilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alıyordu. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranıyordu. M. Kemal için amaç; tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu. Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası idi.
Atatürk'ün izinde bir yürüyüşe çıkmaya ne dersiniz ? Şiirlere tema olan Atatürk'ün İzmir sevgisini bugün şehrin bir çok noktasında hissetmek mümkün. Tüm izlere daha yakından bakmaya hazırsanız başlayalım !
Uzun yürüyüşüme Kültürpark'dan başladım. Atatürk ve İsmet İnönü'nün ebedi dostluğunun bir simgesi olan Tankut Öktem'in 1993 tarihli eseri '' Atatürk ve İsmet İnönü Heykeli '' nin tam önünden...
   Mustafa Kemal ilk olarak 1905 Şubatında İzmir'i görmüştür. Ali Fuat Cebesoy şunları söylemektedir;
'' Mustafa Kemal, ben, Müfit Kırşehir ve diğer bazı mümtaz yüzbaşılar İstanbul Limanı'ndan kalkan bir Nemse ile Beyrut'a hareket ettik. Ertesi gün öğle üzeri İzmir'e geldik. İzmir'i ilk defa görüyordum, üç arkadaş bir araba tutarak Kordonboyu'nda dolaştık. Şehir fevkalade güzeldi. Şehirdeki gazinolarda orkestralar çalıyordu. Birine girmek istedik fakat; sonra vapuru kaçırmaktan korkarak bundan vazgeçtik. ''
   11 Ekim 1925 günü İzmir Belediye Balkonu'ndan halka hitaben yaptığı konuşmada: '' Ben İzmir'i ilk gördüğüm gün mektebi terk ederek menfama (sürgüne) gittiğim gündür. Bu güzel memlekette, menfama giderken birkaç saat geçirmiştim. O zaman bu güzel rıhtımı baştan başa bize hasmiai can olan yabancı bir ırkın mensuplarıyla memlu görmüştüm. O zaman hükmetmiştim ki; İzmir hakiki, asil ve necip Türk İzmirlilerden gitmişti.. ''
Kültürpark, 1936 yılında açıldığından bu yana İzmir'in buluşma noktası. İzmir'in fuarlar kenti olması hedefi, daha Cumhuriyetin ilanından önce, Lozan Barış Görüşmeleri kesildiğinde 17 Şubat 1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde, Mustafa Kemal Atatürk tarafından konmuştu.
İzmir'in orta yerinde bir park. Adı Kültürpark. Kendisi kültür kadar park; park kadar kültür... Kültürpark bazen İzmir Fuarı'dır; dünyanın kapılarıdır, hatıralarımızda... Bir Sahnedir... Şehirle birlikte büyüyen. bizi büyüten... Hepimizin hayatı ile muhakkak kesişen...

Atatürk'ün izleri her yerde...
Pakistan Pavyonu önündeyim. 1938'de mimar '' Harbi Hotan '' tarafından Kültürpark içerisinde yapılmış. Vakıflar İdaresi tarafından yaptırıldığı için başlangıçta Vakıflar Pavyonu olarak anılan bina , yıllarca İzmir Enternasyonal  Fuarı sırasında Pakistan tarafından kullanılmış ve bugünkü adını almış. '' Kültürel miras yapısı '' olarak değerlendiriliyor. Ağustos 2021'de binada turizm bilgilendirme ofisi ve sergi alanı açılmış.
Pakistan Pavyonu, oryantalist  ve eklektik tarzda inşa edilmiş. Binanın üst katındaki seyir terası, hünkar köşkü biçiminde. Binada tek şerefeli minare görünümünde bir saat kulesi bulunuyor.
Uzun yıllardır İzmir'in dağlarını ve doğasını ihmal ettim... '' Efeler Yolu '' nu bir süredir duyuyorum. Pakistan Pavyonu, ''Efeler Yolu'' tanıtım ofisi olarak düzenlenmiş. Çok da iyi olmuş. İzmir'in Bornova İlçesinden başlayarak Nif Dağı ve Bozdağ sıradağlarını geçerek Kiraz'ın yaylalarını dönen ve devamında Aydın sıradağları üzerinden Efes- Selçuk'ta bulunan Meryemana'da sonlanan 500 kilometrelik çok etaplı ve işaretlenmiş bir yürüyüş yolu. Efeler Yolu, efe/zeybek temasını işleyen bir kültür rotası. Birbirinden güzel tam 28 etap.
Efeler Yolu... Efe Kültürü... Zeybek Oyunu...  Yine Atatürk aklımızda. Efeler Yolu'nda yürümek onu anmanın en güzel yollarından biri olacaktır. Zeybek oyununu en iyi oynayan, mavi gözlü, sarı zeybek Atatürk'ü Ege'nin dağlarında hissederek yürümek...
   Atatürk, zeybek oyunlarının kreasyonları üzerinde çalışarak, bir salon zeybek oyunu meydana getiren Selim Sırrı Tarcan'ın çalışmalarını da taktirle karşılamış, şu sözleri söylemiştir.
'' Selim Sırrı bey zeybek oyunlarına  medeni bir şekil vermiştir. Bu eser hepimiz tarafından kabul edilerek, milli ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş ve bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara '' Bizim de mükemmel raksımız var, diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda  müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her sosyal salonda, kadınla beraber oynanabilir ve oynanılmalıdır. ''
Pakistan Pavyonu içerisinde Efeler Yolu'nun detaylı tanıtımını ilgiyle takip ettim.
Efeler Yolu 27 ana etap ve 1 alternatif hat olmak üzere 28 etaptan oluşuyor ve etap uzunlukları 14-28 kilometre arasında değişiyor.
Etapların zorluk dereceleri genel olarak orta-zor ve zor olarak derecelendirilebilir. Bu yönüyle Efeler Yolu tam bir meydan okuma gibi... Efeler Yolu'nun ana etapları kırmızı-beyaz, alternatif rotası ise kırmızı-sarı renklerde işaretlenmiş. Diğer taraftan dileyen yürüyüşçüler, ücretsiz olarak sunulan Efeler Yolu Mobil Uygulamasını indirmek suretiyle de iz takibi yapabilir ve bölgede ihtiyaç duyabilecekleri muhtemel desteği sağlayabilirler.
Efeler Yolu, yürüyüşçülerin her günün sonunda turizm potansiyeli yüksek bir konaklama köyüne ulaşacakları şekilde tasarlanmış. Bu köylerin her birinde en az bir adet Efeler Yolu Dostu İşletme bulunuyor.
Öğlen yemeği tercihimizi Atatürk gibi yaptık. Atatürk'ün öğrencilik yılları askeri okullarda geçti ve hayatının büyük bir kısmını cephede veya devlet meseleleriyle geçirdi. Bu yüzden tercihinin az ve sağlıklı beslenmekten yana olduğu biliniyor. Askeri okullardan kalma alışkanlığı olan etsiz kuru fasulyeyi çok sevdiği ve '' Yağlı Fasulye '' olarak adlandırdığı anlatılır... 1931-1935 yılları arasında aşçılığını yapan Halit Atay, mutfaktan kuru fasulyenin eksik olmadığını belirtmiş.
'' İster Çankaya'da olsun, isterse Dolmabahçe'de, kuru fasulye yemeği yapardık. Hatta trenle yolculuk yaptığımız zamanlarda bile ilk yaptığımız yemek, kuru fasulyeydi. '' diye anlatmış.
Uzun zamandır gitmediğim '' Zaim Usta '' bu tercih için İzmir deki en iyi adreslerden.
Zaim Usta da Atatürk başköşede..
Atatürk, fasulyenin yanında pilav yer, ayran içermiş.

Ulu Önder'in ekmek ile arası pek yok. Pilav yoksa öğünlerle birlikte iki dilim ekmek yemek ona yeterli gelirmiş.

Yürümeye devam ettim. İlkbahar'dan kalma İzmir gününde Kordon'a geldim.
1. Kordon'un Atatürk Caddesi üzerinde yer alan '' Gündoğdu Meydanı '' ismini buradan sabah güneşin doğuşunun en güzel gözlenebilir nokta olmasından alıyor.
Gündoğdu Meydanı'nın tam ortasında bulunan ve '' Cumhuriyet Ağacı '' ismindeki heykel Ferit Özşen'e ait.
İzmir'deki birçok organizasyon, konser, miting ve kutlama burada gerçekleşiyor.
Kordon da bulunan Yunanistan Konsolosluk binasının tarihi binası önünden geçtim. Sahip olduğu tarihe uyumlu mimarisi ile İzmir'de Atatürk'ü hissedebileceğiniz önemli noktalardan biri ile devam ediyorum.
Kordon ve etkileyici körfez manzarasına sahip '' Atatürk Müzesi '' önündeyim.  Osmanlı ve Levanten mimarisi karışımından oluşan Neo-Klasik tarzda inşa edilen binanın ilk sahibi bir halı tüccarı olan Takfor Efendi.. 


Tarihin bu binada bıraktığı ilk iz ise 1923'te İzmir İktisat Kongresinin toplandığı zamanda meydana gelir.
Ardından bina, 9 Eylül 1922 sonrasında Türk ordusuna karargah olmuş. Atatürk şahsi çalışmalarını burada yürütmüş.


Kongre'nin ardından Naim Bey'e otel olarak kiralanan bu özel alan, 1926 yılında, İzmir Belediyesi tarafından satın alınarak, Atatürk'e hediye edilmiş.

Atatürk, 1930 ve 1934 yılları arasındaki İzmir ziyaretlerinde binayı kullanmış.
Atatürk'ün vefatının ardından bina, veraset yoluyla kız kardeşi Makbule Baysan'a intikal etmiş ve 25 Eylül 1940 yılında ise İzmir Belediyesi, binayı müze yapmak üzere istimlak ederek  11 Eylül 1941 tarihinde ziyarete açılmış. 13 Mayıs 1988 tarihinde yapılan düzenlemelerle '' Atatürk Müzesi '' adıyla kapılarını bir kez daha açmış.

Tüm bu yaşananları duvarlarında, atmosferinde  gizleyen Atatürk Müzesi, bugün ziyaretçilerine Atatürk'ün izlerini sunmaya devam ediyor.


Atatürk'ün yatak odası..

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayatında ayrı bir öneme sahip olan İzmir'i 16 kez ziyaret etmiş. O'nun, doğup büyüdüğü Selanik'e çok benzettiği İzmir, aynı zamanda Türk İstiklal Savaşı'nın sembol kentidir. '' Ben, bütün İzmir'i İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim '' sözleriyle 1925 yılında İzmir sevgisini ifade ediyor.



Atatürk'ün çalışma odası..

Atatürk'ün Berber Odası..
Atatürk'ün, pek çok fotoğrafta yanında olan az bilinir dostu: Berber Mehmet Tanrıkut Mete...  En yakınında olan berberi Mehmet Tanrıkut Mete'yi araştırdım. Atatürk ile ilgili bugüne kadar duymadığım detayları öğrendim.
En çalkantılı günlerde, suikast tehditleriyle burun buruna yaşanılan o yıllarda dile kolay tam 13 yıl (1925-1938) Atatürk'ün her gün tıraşıyla ve her türlü sıhhi bakımıyla ilgilenen biri olmak, '' en güvenilir insan '' olmayı gerektirir.
Berber Mehmet Tanrıkut Mete tam bir sır küpü. Yurtiçi gezilerinde ya da yurtdışından gelen ülke liderlerinin protokollerinde bile Berber Mehmet hemen her fotoğrafta Atatürk'ün bir adım gerisinde yer alıyor.
Hatta fotoğraflar dikkatle incelendiğinde '' cansiperane '' bir yakın koruma ve kimi iddialara göre dublörü olduğu anlaşılabilir.

Haziran 1938... Atatürk'ün son günleri... Berberi Mehmet Tanrıkut Mete'ye sakal tıraşı olurken... Pek bilinmeyen bir fotoğrafı...
Atatürk, hayatı boyunca, vatanın savunulması ve milletinin bağımsızlığı için mücadele verdiği en sıkışık cephelerde, en hayati anlarda bile temizlik ve giyimine özen gösteren bir lider. O, Trablusgarp'ta, bir vahadan çamur gibi toplayıp, süzdüğü içme suyu ile susuz kalmak pahasına da olsa her sabah yüzünü yıkar, tıraş olmaya özen gösterirmiş.
Defalarca suikast girişimine maruz kalan Atatürk, '' Elinde usturalı bir adama ne kadar ya da nasıl güvenebilirim ? '' sorusunu acaba kendisine kaç kez sormuştur bilinmez ama bazen giydiği kıyafetin aynını giymesine dahi izin verdiği, soyadını bile kendi koyduğu Mehmet Tanrıkut Mete'ye çok güvenmiş olsa gerek...
Berber Mehmet, Atatürk gibi Selanikli. Refet Paşa'nın berberiyken yine Refet Paşa (Bele) tavsiyesiyle köşke, Atatürk'ün hizmetine giriyor. Atatürk köşkte çalışanları çok sevdiği gibi berber Mehmet'i de çok seviyor. Kaldığı müştemilata gecenin bir saati habersiz gidip muhabbet bile ederlermiş.
Atatürk'ün ayaktayken çekilen son fotoğrafında da hemen arkasında Berber Mehmet Tanrıkut Mete var...
Atatürk, her sabah kalktıktan sonra kahvesini ve sigarasını içer, sonra berberine tıraş olurmuş. Ardından banyosunu alır, giyinir, çalışma odasına geçerdi. Balolara katılacağı zamanlar, akşamları ikinci  kez tıraş olurmuş. Sakalsız olmaya özen gösteren Atatürk, hizmetinde yer alanları sakallı görünce çok kızarmış.
Mehmet Tanrıkut Mete, Atatürk'ün vefatının ardından kendi isteğiyle görevinden ayrılarak, ailesi ile birlikte Yalova'ya yerleşiyor. 1967 yılında vefat ediyor..
Yaver Odasından görüntüler..
Konuk Odası..
İzmir'in düşmandan kurtarıldığı ilk günlere gidelim...  Mustafa Kemal, bir akşam üstü Naim Palas'a gelir (Naim Palas, Kordonboyu'nda şimdiki Atatürk Müzesi'dir). O günlerde otel ve cafe-bar olarak kullanılan Naim Palas'ı bir Rum işletmeci çalıştırmaktadır. Gazi, genç bir subay iken İzmir'e birkaç defa gelmiş ve Naim Palas'ta içki içmiştir. Bu mekanı iyi tanımakta, hatta bazı yaşlı garsonlara isimleriyle hitap etmektedir.
   Mustafa Kemal'i birinci kattaki salonda gören yerli ve yabancı müşterilerle, Rum garsonlar telaşa kapılırlar. Çünkü koca bir kumandanın böyle elini kolunu sallaya sallaya, halkın barındığı bir otele geldiği pek görülüp duyulmuş şey değildir. Üstelik Yunan daha birkaç gün önce denize dökülmüştür ve İzmir'in özellikle Frenk mahallesi ve Kordonboyu pek tekin bir bölge değildir.
   Gazi, çevresine pek aldırış etmeden geniş merdivenlerden üst kata çıkar ve cumbanın kenarındaki küçük bir masaya oturup kendisine servis yapılmasını ister. Güneş batmak üzeredir. İzmir yine o muhteşem gurubuyla kızıl ovalarda at koşturmakta, mora dönüşen ufuklarda serin bir imbat okşayışı yaklaşmak üzeredir. Gazi, rakısından birkaç yudum aldıktan sonra arkasında elpençe duran Rum garsonu yanına çağırır.
Garson heyecanla sorar :
   - '' Buyrun Sarı Paşam ! ''
   - '' Evladım sana bir şey soracağım. Hani sizin Kosti var ya ? ''  (Gazi, burada Yunan Kralı Konstantin'i kasdetmektedir)
   - '' Eee Paşam ! ''
   - '' Şu sizin Kosti, İzmir'e geldiğinde buraya uğrayıp, denize ve guruba karşı rakı içti mi ? ''
   - '' Haşa Paşam !.. Hiç gelmedi bile ! ''
Gazi burada basar kahkahayı :
   - '' Öyleyse, ne halt etmeye gelmiş İzmir'e ! ''
Bu gerçek hatıradan da açıkça belli olduğuna göre, Gazi'deki '' İzmir Sevgisi '' dopdolu bir yurt aşkıdır. Gazi, İzmir'in bağımsızlıkçı güzelliğine vurgundur ve başka milletlerin bu güzelliğe gözünü dikmesine tahammülü yoktur.
 


İlginçtir ki, Mustafa Kemal, kendisini Türk halkına '' Ata '' kılacak eylemlerin çoğunu bu kentin bağrında düşünmüş ve ustalıkla uygulamıştır. Yakın tarihimize altın sayfalar halinde geçen nice sözlerini, sloganlarını bu kentin halkına açıkça söylemiştir.
Falih Rıfkı (Atay), '' Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri '' adlı kitabında 20 Eylül 1922 gününü şöyle anlatır ;
   '' 20 Eylül 1922 günü İzmir'de Uşakizade köşkünde yine önemli bir gün yaşanıyordu. Her zamanki gibi Gazi Mustafa Kemal Paşa, köşkün baş odasında oturuyordu. O sırada, İzmir Limanı'nda müttefiklere ait 64 parça savaş gemisi bulunuyordu.
   Gazi :
'' Ne işi var bu donanmanın limanda ? ''  dedi.
Sonra ev sahibi Latife Hanım'a dönerek :
'' Siz Fransızca bir ültimatom yazar mısınız ? ''  dedi.
'' Müttefik donanmasının İzmir Limanı'ndan çıkıp gitmesi için Filo Komutanı'na bir ültimatom yazınız ! '' dedi. Latife Hanım, köşkün koridorunda duran masanın üzerinde şu ültimatomu yazdı :
   '' 24 saat içinde İzmir'i terk edeceksiniz. ''
Herkes endişeli bir bekleyiş içindeydi. Endişe; 1914'ten beri savaş halinde olduğumuz İngiliz Donanması, İzmir'e ateş eder miydi ?  Verilen 24 saat süre bitmeden, etrafındakiler :
   '' Paşam donanma çekiliyor ! ''  demişlerdir.
Köşkün baş odasında oturmakta olan Gazi ise konuşmasını sürdürmüştür. ''
Gazi Mustafa Kemal Paşa selam vererek, İzmir'i terk eden düşman donanmasının arkasından bakmamıştır; çünkü, 28 Kasım 1918 günü tekneyle İstanbul Boğazı'nı geçerken , kendisini karşılayan yaveri Cevat Abbas'a (Gürer) Yunan Gemisi Averof'a bakarak '' Geldikleri gibi giderler. '' demiştir.
Ültimatomu çok beğenen Gazi Paşa, Latife Hanım'ın elinden kalemini alarak, öpüp alnına götürmüştür.  

Mustafa Kemal Atatürk nasıl çalışırdı ? Başarısının sırrı neydi ?
   Kısacık ömrüne bu kadar büyük ve çeşitli başarıyı, zaferi sığdırabilmiş olan bir kişinin çalışma düzenini merak etmemek olası mı ?
   Bu olağanüstü başarıların sırrını çözmek için O'nun, '' Dünyaya pek seyrek gelen büyük dehalardan biri '' olduğunu bilmek de yetmez. Üstelik, çalışma ile beslenmeyen büyük zekaların, dahi katına erişemedikleri de açık..
   '' Yaşam pek kısa... Çocukluk ve mektep bir kısmını alıyor. Geri kalanını da uyku yarıya indirmeye çalışıyor. Uykusuzluğun etkilerini giderecek, uykunun vücuda verdiği dinlenmeyi, gıdayı verecek komprimeler icat edilse... Bir gün bu da olacaktır. ''
Bu nasıl bir ileri görüşlülük ? ve nasıl bir düşünce devrimidir ?
   Atatürk'ün bu sözlerini aktaran Cevat Abbas Gürer, O'nun, Çanakkale'den başlayarak uzun süre yaverliğini yapmış; O'nunla birlikte Anadolu'ya geçmiş, zaferden sonra da hep yakınında bulunmuş arkadaşlarından biri... Daima güvendiği, değer verdiği...
Gürer'in anlatımı ile Atatürk'ün çalışma sistemini ve anlayışını anlamaya çalışalım:

'' Atatürk, her zaman yaratıcı ve çok zengin çalışmaların içinde bulunduğu için, çok az uyurdu. Uyanık geçirdiği zamanla, uykuda geçirdiği zaman, kıyaslanamayacak kadar farklıdır. O'nun bir insan ömrüne, birçok insan ömrüne sığmayacak kadar zengin olan çalışmalarını anlatmaya kalkışacak değilim. Atatürk, durmayan, dinlenmeyen yıpratıcı çalışma tarzının örnekleriyle ve sonuçlarıyla anlatılması, bir konuşmaya, bir yazıya, bir kitaba, yüz kitaba sığmaz. Ben sadece birkaç anımı, ayrıntılara girmeden anlatabilirim. Önce genel olarak diyebilirim ki, Atatürk hiçbir zaman uykunun dostu olmamıştır. Daima dinç ve uyanık tutmaya özen gösterdiği maddi, manevi enerjisi bu dostluğa izin vermezdi zaten... Kişilik yapısı da... ''

'' Bakın, Kafkasya Cephesi'ne yetişmek için 36 saat hayvan üstünde, hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve ayağının tozuyla, gayet kritik bir duruma girmiş olan savaşın emir ve kumandasını eline almıştı. Düşmanın, ordumuzun bu cephesindeki sürekli saldırılarını durdurmuştu. Bu çok tehlikeli ve önemli saldırılar Atatürk'ü üç gün üç gece daha uyutmamıştı. ''

'' Acı mütareke günlerinde de İstanbul'da gecelerini, gazetelerden, arkadaşlarından aldığı haberleri irdelemek, yorumlamakla, geleceğin planlarını hazırlamak için çoğu kez harita başında ve uykusuz geçirirdi.
19 Mayıs gününün doğan güneşiyle Samsun'a ayak basıp, Türk ulusunun bahtına güneş gibi doğan Mustafa Kemal Atatürk'ü, Lozan Barışı imzalanıncaya kadar geceleri, uyurken hiç görmediler diyebilirim. Dediğim gibi, hiçbir faninin dayanamayacağı bir çalışma tarzı vardı Atatürk'ün. Yaptığı plan tam anlamıyla gerçekleşinceye kadar aralıksız çalışırdı. Çalışmasıyla arasına hiçbir şeyin girmesine izin vermezdi. Ne uyku, ne açlık, hatta ne de hastalık... '' 


Mustafa Kemal'in 18 yıl birlikte çalıştığı ve çok güvendiği Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak ise aynı konuda şunları anlatır :
   '' Atatürk çalışırken zaman, mekan, hatta olanak kavramları söz konusu olmazdı. Nerde ve hangi koşullar altında olursa olsun, resmi ya da ulusal bir konu üstünde çalışması gerekti mi, tüm çevresiyle ilişkilerini derhal kesip, o sorun üstünde bütün dikkatini ve gücünü  yoğunlaştırabilirdi. Eğlenirken, dinlenirken, hatta uykusundan uyandırılırken, önemli memleket işlerinin kendisine iletilmesini isterdi. Bu konuda tüm yakınlarına ve hizmetlilerine yetki vermişti. Herhangi bir işi bitirmeden bırakmak gibi bir şey de yoktu O'nun için. Kimi kitaplar için de durum aynıydı. ''

'' Bir İstanbul yolculuğundan Ankara'ya dönmüştüm. Derhal Köşk'e çıktım. Yanına girmeden önce, hizmetinde bulunanlara Atatürk'ün nasıl olduklarını sordum. ' İki gün iki gecedir durmadan okuyorlar. Birkaç defa banyo yaptılar ve şezlongta istirahat ettiler ' dediler. Odasına girdiğimde, Atatürk koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Genelde bu şekilde otururlardı. Elindeki kalın tarih kitabını bitirmek üzereydi. Bana ' Hoş geldin ' dedikten sonra :
'' Elime bir kitap geçti; bilmem ne zamandan beri okuyorum, ''  dedi.
'' Yorulmadınız mı Paşam ? ''
'' Hayır... yalnız, gözlerim yanıyor. Fakat bunun da çaresini buldum; biraz tülbent aldırttım, parça parça kestirttim, bu parçalarla gözlerimi siliyorum. ''

'' Evet, nasıl çalışırlardı... Bir anı daha: Amerikalı bir kadın gazeteci Atatürk'e, ' Böyle sürekli başarılı olmak için ne yaptığını, nasıl çalıştığını '  sormuştu. Aldığı yanıt şu idi : '' Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmak için nelerin engel olabileceğini düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendiliğinden yürür. ''
Falih Rıfkı Atay'ın bu konuda görüşleri şöyle :
'' (...) Ama Nutuk Atatürk'teki çalışma gücünün insan gücünü bazen ne kadar aştığını gösterir. Yüzlerce, binlerce vesikayı eski köşkün üst katındaki küçük çalışma odasında kendisi ayırmış, Nutku genelde ayak üstü dolaşarak dikte etmiştir.
Uzun saatler  süren diktelerden sonra yazanlar sekiz on saatlik bir uykuya gittikleri zaman Atatürk bir banyo alır, giyinir, akşam davetlilerine o gün yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okuma ve o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatler sürerdi. Bir defa dinlenme ve konuşmalardan yorulanlar uzun bir rahatlama için evlerine dönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonra bir gün önceki çalışmalara koyulurdu. Bu kadar sıkı çalışma haftalarca sürmüştür. Cümleler, kelimeler ve noktalar üzerinde titizce durduğunu unutmayınız. '' 
Atatürk Müzesi Yemek Odası..
Atatürk'ün her zaman anlam ifade eden ve edecek olan zamansız sözleri hafızamda Atatürk Müzesi gezisine devam ettim..

'' Özgürlük ve bağımsızlık benim yaradılışımdır. Ben ulusumun ve ulu atalarımın en değerli miraslarından olan bağımsızlık aşkıyla yoğrulmuş bir adamım. ''
'' ' Büyüksün ' diyenlere güleceksin. Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın; memleket için gerçek ideal ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyüksün derlerse bunu söyleyenlere güleceksin. ''
Atatürk