AKÇAY VE KIZILKEÇİLİ KÖYÜ'NDE ANILARA YOLCULUK ... KARAVAN GÜNLÜKLERİ (EDREMİT / BALIKESİR)
Akçay ile ilk tanışmam 1978 yılının yazında oldu. Eski yıllarda Akçay'a giden yol, aktarmalar ile geçmesine rağmen heyecan vericiydi. Babam 1978 - 1991 yılları arasında her yaz döneminde Akçay'daki T.K.İ. Kurumu'nun Dinlenme ve Eğitim Tesisleri'nde yöneticilik yaptı. Okullar tatil olur olmaz, Mayıs ayı sonlarında yol hazırlıklarımız ile birlikte, Tavşanlı'dan Balıkesir'e gitmek için tren bileti bulma çabası da başlardı. O dönemlerde trenlerde pulman koltuklarda seyahat edebilmek için sınırlı kontenjanlarda bilet bulunabilirdi. Gece yarısını geçe 00.30 da gelmesi gereken tren hep rötarlı olurdu. 1-2 saat gecikmeli olarak gelen tren ile Balıkesir'e doğru yolculuk başlar ve 5 saat süren bir yolculuk ile Balıkesir'e gelirdik. Tren garının hemen karşısındaki otogara yürür ve değişmez otobüs firmamız '' SEÇ '' ile bu defa Balıkesir'den Akçay'a 2 saat sürecek yolculuk başlardı. Akçay'da bizi karşılayan ve daha sonra da bahsedeceğim kamp görevlileri, kendi özel araçları ile bizi karşılar, kampa götürürlerdi... Akçay'da dört ay sürecek yaz tatilimiz böyle başlardı...Kampın hemen dışında karavanı park ettim. Akçay merkezine doğru bir akşam yürüyüşü yaptım. Geç saatlerde karavana tekrar geldiğimde kampın içinde olmasam da hemen yanında olduğum için mutluydum. Uyumadan önce, aralıksız geçen 13 yaz tatili ile ilgili anıları hatırlıyorum. Çok güzel günlerdi...
Sabah daha güneş doğmadan uyandım. T.K.İ Kampının güvenliğinden izin isteyerek, yıllar sonra içerisini görmek istiyorum. Daha sonra benim için çok anlamlar ifade eden '' Kızılkeçili Köyü ''ne gitmek, orada da anıların izini sürdükten sonra yürüyerek '' Hasanboğuldu '' ya ulaşmak ve en son Akçay yürüyüşleri ile bu etabı tamamlamak niyetindeyim.
Güvenlikten izin aldım ve içeriye girdim. 45 yıl öncesindeki hallerini hatırladığım T.K.İ Akçay Kampı'nda o günlerden bu güne çok şeyler değişti. Bazı binalar yıkıldı, yenileri yapıldı. Ancak eski halleri daha şirin ve samimiydi. İki Dedem'de anlatırlar dı : 1960 lı yıllarda kampı inşa etmek için Akçay'a gelişlerini, sosyal tesislerin ve lojmanların inşaatları için yoğun çalışmalarını... Sonuçta ortaya çıkan bu güzel tesis yıllardır, çalışanların aileleri ile birlikte tatil yapabildikleri, yeni dostlukların kurulduğu ve bu dostlukların yaşam boyu sürdüğü bir güzel yer oldu.
Kamp dönemleri, iki haftalık 7 devreden oluşur ve her devre arasında boş bir gün olurdu. Bugün tüm çalışanların ortak çabaları ile kamp bir sonraki devreye hazırlanırdı. Her kamp devresinde yeni arkadaşlar ile tanışıyor olmanın heyecanını duyardık. Türkiye Kömür İşletmeleri'nin Müesseseleri ve Genel Müdürlüğü'nden ; Ankara, Tavşanlı, Tunçbilek, Kütahya, Bursa, Soma, Çan, Milas, Yatağan, Erzurum, Elbistan, Şırnak, Ilgın, Kangal 'dan tatil için Akçay'a gelen aileler... Tam bir Türkiye mozaiği. Rüya gibi geçen 15 günlerden sonra arkadaşlar ile vedalaşmalar ve bir sonraki yıl için sözleşmeler...Görüntüde kampın bilinen adıyla '' Büyük İskele '' si var. İskelenin farklı yerlerindeki merdivenlerinden denize girilebilir, balık tutulabilirdi. En iyi taraflarından birisi de; en ucundaki kamelyasında arkadaş buluşmaları, keyif dolu muhabbetler yapılırdı. Biraz ilerisinde '' Küçük İskele '' bulunuyordu. Küçük İskele şimdi yok. Yüzmeyi Akçay'da öğrendim. 13 yıl boyunca dört aylık zamanlarda yüzme becerilerimi çok geliştirdim. Akçay'ın soğuk ve berrak denizinde neredeyse tüm gün denizde idik...Kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğinin verildiği lokalin terasında gezerken eskilere gidiyorum. Kafeteryası, gençler salonu, barı, voleybol sahası, oyun salonu, Televizyon salonu... Boş bir kampta geziyorum şimdi. En son devre Eylül ayı ortalarında biter ve kamp bir sonraki yaz başlangıcına kadar sessizliğe bürünür. Sadece fırtınalı denizin dalgaları görülür ve sesi duyulur. En öndeki lojmanları bu etkilerden korumak için kum çuvalları hazırlanmış ve yerlerine konulmuş.İskelelerin ve yürüme platformlarının tahtaları kışın etkilerinden zarar görmemesi için sökülmüş. Kamp 7-8 ay sürecek sessiz aylarına çoktan girmiş.Kampın hemen yakınından geçen derenin yanından ve ünlü köprüsünden yürüdüm. Kaz Dağları'ndan gelen temiz suları ile o zamanlar çok berrak olan bu derede balık tutmalarımızı ve buradan sandallarla körfeze ve denize açılmalarımızı hatırladım.
O yıllarda bu kadar yazlık ev yoktu. Daha yeşil ve bakir bir doğa vardı...
Kızılkeçili Köyü, Kazdağları bölgesinin en özel yerlerinden ve Kazdağları'nın orta eteğinde sırtını '' Bin Pınarlı İda '' ya yaslamıştır. Köy Meydanı'nda ve çınar ağaçlarının altındaki büyük kahvesindeyim. Kızılkeçili Köyü halkı; geçmişte Orta Asya'dan gelen Kayı boyunun Kızılkeçili kavminin, 1200 - 1300 yıl önce şu anki yerine yerleştirilmesi sonucu oluşmuş.
Geçmiş yıllarda burada göçerler ve Rumlar bir arada yaşamışlar. Bu dönemden kalan bir kaç Rum evi görmek de mümkün. 1300 yıllık bir yerleşim yeri olan köy geçimini zeytincilikten sağlıyor. Köyde zeytinin yanı sıra; incir ve fıstık çamı da bulunuyor.
Kızılkeçili Köyü'nün Çınar Kahvesine gelirseniz '' Sakandırık '' yemelisiniz. Ben de öyle yaptım...Kızılkeçili köyünde nesilden nesle aktarılan özel bir yemek olan '' Sakandırık Mantısı '' , hem malzemesiyle hem de hazırlanış biçimiyle klasik mantılardan oldukça farklı. Aslında bir tür yufka tiridi olan bu lezzet, geçmişin sofralarını bugüne taşıyor. Elle açılmış ve saçta pişirilmiş yufkalar, ince ince kıyıldıktan sonra bolca saf sızma zeytinyağı ile harmanlanıyor ve odun fırınında ya da tandırda kızartılıyor. Fırından çıkan yufkaların üzerine, uzun süre kısık ateşte pişirilmiş et suyu ile pişirilmiş nohut ekleniyor. Nohut, yemeğe hem besleyici hem de doyurucu bir katman sağlıyor. Yufkalar bu et sulu nohut yemeğinin suyunu iyice çekerek yumuşuyor ve ortaya çok katmanlı, zengin bir tat çıkıyor.Son olarak üzerine bolca yoğurt gezdiriliyor. Kızgın tereyağı ile hazırlanmış biber ekleniyor. Bu dokunuş, Sakandırık Mantısı'nın lezzetini zirveye taşımış. Sakandırık Mantısı, Kızılkeçili Köyü'nde sadece bir yemek değil; aynı zamanda imece geleneğinin, paylaşmanın ve eskilere dayanan mutfak bilgisinin bir parçası. Köyde düğün sofralarına, özel gün yemeklerine mutlaka dahil ediliyor.
Kızılkeçili akşamlarımızda yemek sonrası Mustafa Amca, Babam, Kardeşim ve Ben Çınarlı Kahveye gelirdik. Akçay Ailesi köyün bilinen ve geniş ailelerinden olduğundan akrabaları, dostları ile keyif dolu akşamlar olurdu. Burada olmak benim için mutluluktu... Çoğu zaman dışarıda çınar ağaçlarının altında, bazen de kahvenin içerisinde otururduk.
Özellikle Sabahattin Ali'nin 1942 yılında yayınlanan Hasan Boğuldu hikayesi ile efsaneleşen bu doğa harikası yer, sadece coğrafi güzellikleriyle değil, aynı zamanda derinlikli bir kültürel mirası kucaklamasıyla gelenlere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Hasan Boğuldu bir aşk hikayesini ve onun hazin sonunu anlatır. Obalı Emine'yle Ovalı Hasan'ın aşk hikayesidir. Hasan ile Emine birbirlerini severler. Ancak ikisinin de yaşayış tarzları birbirinden farklı olduğu için kavuşmaları zordur ama Hasan yine de Emine'yi ailesinden ister. Oba geleneğinde ise Emine'nin Hasan'la evlenmesi için bir şart vardır. Hasan'ın köyden Oba'ya kadar hiç dinlenmeden sırtında bir çuval tuz getirmesi gerekir. Hasan bunu kabul eder. Emine'de Hasan'la birlikte gider. Hasan köyden bir çuval tuzu alır ve yola koyulur. İlk zamanlarda zorlanmaz ama güneşin ve yorgunluğun tesiriyle terler ve çuvaldaki tuzlar sırtını yakmaya başlar. Emine töreyi bozmamak için dinlenmesine izin vermez ve yardım etmez. Hasan bütün gücüyle tuz dolu çuvalı taşımaya çalışır. Ancak belirli bir süre sonra takattan düşer, tuz çuvalıyla yığılır kalır. Bunun üzerine Emine çuvalı alır ve yola devam eder. Hasan Emine'nin arkasından bağırır ve Emine ben gelemedim, sen benim arkamdan gel der. Hasan'ı o günden sonra gören olmamıştır. Emine onun gömleğinin bir parçasını derenin kenarında bulur. Hasan'ın sesi sürekli Emine'nin kulağında çınlar. Sürekli Emine'yi çağırır. Emine'nin durumu her gün daha da kötüleşir. En son dere kenarındaki bir ağaca Hasan'ın gömleği ile kendini asar ...
Kızılkeçili Köyü'nden itibaren 4 km lik dik çıkışlı yoldan geldiğim Hasan Boğuldu ve Sütüven Şelalesi'nden ayrılma vakti geldi. Bu defa sürekli iniş ile köye ineceğim ve enfes manzaralara tanık olmaya devam edeceğim.Dünyanın pek çok yerinde ululuk, mukaddeslik timsali olan dağlara insanoğlu inziva ve ibadet için de çıkmış. Balıkesir - Çanakkale sınırındaki Kaz Dağları inançlar arası etkileşimin belirgin bir şekilde görüldüğü coğrafyalardan birisi. Her yıl 15 Ağustos'ta civardaki Türkmen köylere mensup aileler '' Sarıkız Hayrı '' adını verdikleri bir ibadet gereği bu dağa çıkıyorlar. Sarıkız söylencesi, temelde iffet ve namusuna halel getirdiğini düşünen babasınca kurban edilmek istenen '' ermiş kişiliğe sahip '' bir kızın hikayesi. Binlerce yıllık kültürlerden izler görülebilen bu ibadet ; Sarıkız'ın öldüğü düşünülen Sarıkız Tepesi (1726 m), onun 2 km kuzeybatısındaki Karataş (Gargaron) Tepesi (1774 m) ve onun da 3 - 3,5 km batısında Sarıkız'ın babasının öldüğü düşünülen Baba Tepe'de (1756 m) yapılıyor.Yolda o kadar güzel manzaralara tanık olarak yürüyorum. Karşıma çıkan güzel bir aile kahvesinde oturarak biraz dinlenmek ve soğuk bir şeyler içmek istiyorum.
Karadut Suyu tercihim çok iyi oldu.
Bu harika yerde otururken hemen aşağıdan derenin sesini duyuyorum.Kaz Dağları, dünyanın en bol oksijenli bölgelerinden biri. Tatil değil, burada bütün yaşam geçse, insan gene de bu güzelliğe doyamaz ...
Kaz Dağları'nın tarihteki adı '' İda Dağı '' . Hatta Homeros'un İlyadasında, '' Bin Pınarlı İda '' olarak geçiyor adı. Kuzey Ege'nin iyotu, rüzgarla dağa çarpıyor. Zeytin, bu en güzel lezzetine başka hiçbir yerde kavuşamıyor. Tertemiz hava, insanı sersemletiyor.
Kaz Dağları, vahşi doğanın vazgeçilmezleri olan sincapların, karacaların, tavşanların, domuzların, ayıların, tilkilerin, çakalların, kurtların ve tüm kuşların ev sahipliğini büyük bir cömertlikle üstlendiği gibi meraklıları için de bulunmaz bir trekking sahası. İlginç ve harika doğal yapısı ve geniş olanakları ile gerçek bir Eko turizm bölgesi. Buradaki ormanlar, yaz ayların da sıcaklığı 5 - 8 derece düşürüyor. Kışın 1 - 3 derece yükseltiyor.
Tekrar Kızılkeçili Köyü'ne geldim. Tarihi binaları ve evlerinin arasından geçerek bir görevi gerçekleştirmek için ilerliyorum.
Köyün 2 km kuzeybatısına doğru yürümeye devam ettim. Kızılkeçili Kabristanı'na ulaştım.Köyde Mustafa AKÇAY Amcanın mezarının yerini öğrendiğimden, mezarlık içinde biraz aradıktan sonra buldum.Çok sevdiğim ve değer verdiğim büyüğüme dua ettim. Allah Mekanını Cennet Etsin. Mezar taşından 65 yaşında hayata veda ettiğini görüyorum. Doğum yılları aynı olmasa da Babam da 65 yaşında hayata veda etmişti. İki iyi dost aynı süre dünyada kalmışlar ...Mezarlık içinde dolaşırken tesadüfen karşıma yine Babamın yakın arkadaşı İzzet GÜRE Amcanın mezarı çıktı. İki değerli büyüğün kabirlerini ziyaret etmek çok iyi oldu.
Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı bir belde olan Akçay; 1800'lü yılların başlarında, sadece birkaç ev, bir tek kahvehane ve balıkçıların barınaklarından ibaretmiş.Rum halk, sadece birkaç aile, anlaşıldığı üzere balıkçılıkla geçiniyormuş. Bugün, yerleşik nüfus yirmi beş bin civarında. Yazın en sıcak günlerinde, yüz binden fazla yazlıkçı ve çoğunlukla yerli turistin Akçay'da konakladığı veya ziyaret ettiği söyleniyor.Uzaklardan sesin aldım ;
Çevreni derede buldum ;
Nereye gittiğin bildim ,
Hasanım ardından geldim.
Sarı kahküllü, dal boylum ;
Saz benizli, ayva tüylüm ;
Tatlı sözlü, melek huylum ,
Hasanım ardından geldim.
Köyden, obadan koğulan ,
Duru sularda boğulan ,
Toz köpük olup dağılan
Hasanım ardından geldim.
Sarp dağlara getirdiğim ,
Kavuşmadan yitirdiğim ,
Ak kefensiz yatırdığım
Hasanım ardından geldim.
Emine'yi yaslı eden ,
Kerem olup Aslı eden ,
Dağı taşı sesli eden ,
Hasanım ardından geldim.
Hasan Boğuldu, senaristliğini ve yönetmenliğini Orhan Aksoy'un yaptığı, başrollerinde Hülya Avşar ve Yalçın Dümer'in yer aldığı 1990 yılı çıkışlı dram türünde sinema filmine aynı adla uyarlanmıştı. Film, Sabahattin Ali'nin '' Yeni Dünya '' adlı hikaye kitabında bulunan öykülerden birinden uyarlandı. 1990 yılı yazında çekilen filmde, arkadaşlarımla sete gittiğimizi hatırlarım.
Mitolojiye göre Zeus'un doğum yeri burası. Ayrıca, bilinen ilk güzellik yarışmasının adresi de Kaz Dağları. Afrodit, ilk tacın sahibi. Hera, Athena ve Afrodit kıyasıya savaşıyorlar. Seçilen kişi Paris. Afrodit, güçlü rakibi Athena'ya çelme takmayı beceriyor ; tacı kapıyor. Hemen sonrasında da tarihin akışını değiştirecek olan Troya Savaşı başlıyor.
Kaz Dağları, vahşi doğanın vazgeçilmezleri olan sincapların, karacaların, tavşanların, domuzların, ayıların, tilkilerin, çakalların, kurtların ve tüm kuşların ev sahipliğini büyük bir cömertlikle üstlendiği gibi meraklıları için de bulunmaz bir trekking sahası. İlginç ve harika doğal yapısı ve geniş olanakları ile gerçek bir Eko turizm bölgesi. Buradaki ormanlar, yaz ayların da sıcaklığı 5 - 8 derece düşürüyor. Kışın 1 - 3 derece yükseltiyor.
Köyün 2 km kuzeybatısına doğru yürümeye devam ettim. Kızılkeçili Kabristanı'na ulaştım.Köyde Mustafa AKÇAY Amcanın mezarının yerini öğrendiğimden, mezarlık içinde biraz aradıktan sonra buldum.Çok sevdiğim ve değer verdiğim büyüğüme dua ettim. Allah Mekanını Cennet Etsin. Mezar taşından 65 yaşında hayata veda ettiğini görüyorum. Doğum yılları aynı olmasa da Babam da 65 yaşında hayata veda etmişti. İki iyi dost aynı süre dünyada kalmışlar ...Mezarlık içinde dolaşırken tesadüfen karşıma yine Babamın yakın arkadaşı İzzet GÜRE Amcanın mezarı çıktı. İki değerli büyüğün kabirlerini ziyaret etmek çok iyi oldu.
Dağlarda kendisi; koyun, kızı; çobanlık yapan bir garip adam yaşar. Yaşlandığında kızını bir aileye emanet ederek hacca gider. Hac dönüşü kızı hakkında çekemeyenlerin çıkarttığı kötü dedikoduları duyar. Baba, kızının canına kıymak için dağa götürür. Yolda köylüler hakaret edince kız '' suyunuz soğuk, kızınız kavruk '' der. Tepeye çıkarlar, baba abdest almak için su ister kızından, kızın verdiği su tuzludur. Dağın tepesinden uzanıp denizden doldurmuştur suyu, baba kızının erdiğini anlar. Çok üzülür, pişman olur. O sırada dağın üstüne sis çöker. Bulutlar kalktıktan sonra gelen çobanlar babayı ve kızı ölmüş bulurlar, babanın öldüğü yere '' Baba Dağı '' , kızın öldüğü yere '' Sarıkız Tepesi '' adını verirler ve türbe yaparlar...
Dağ çileği almaktan kendimi alıkoyamadım...
Akçay'da her zaman ilgi odağı olan iskeleyi gören bir banka oturdum.
Bir başka Akçay güzelliği ya da mucizesi de diyebiliriz tam karşımda duruyor. Kazdağları'nın yer altı kaynak suları deniz içinden bir çok farklı noktadan kaynıyor. Hemen karşımdaki deniz içindeki kaynağı, 1940'lı yıllarda bir madende çalışan işçiler keşfetmiş. Tatlı su kaynağına o dönemde, kıyıdan kayalığa doğru uzanan tahtadan iskele şeklinde bir yol yapılmış, ancak 1950'li yıllarda bu yol kaldırılmış. Eski yıllarda tatlı su kaynağı kıyıdan yaklaşık 100 kulaçlık bir mesafede ve yüzülerek gidilirmiş. Kayalıkların önünde bulunan balıkçı tekneleri ile etrafında gezintiler yapılırmış. Bugün ise kordonun genişlemesi ve mendirek yapılması ile orada bir kumsal ve plaj oluşunca tatlı kaynak suyunun yanına 10 adımda gidilebiliyor.Akçay'ın denizi, birçok noktasından tatlı su çıktığı için diğer bölgelere göre iki üç derece daha soğuktur. Denizin farklı yerlerinde yüzerken ayağınızda soğukluk hissedersiniz. Oralar tatlı suların kaynadığı yerler. '' Kazdağları'nın en güzel suyu, Akçay'da denizden çıkıyor '' diye bilinir. Akçay'ın simgelerinden biri olan deniz içindeki tatlı su kaynağına çok defa çıktım, buz gibi tatlı suyunu içtim.
Akçay merkezin 1. kordonundan T.K.İ Kampına doğru nostalji yürüyüşüme devam ediyorum.Yılların '' Öge Moteli '' önünden geçtim. Hala orada duruyor olması çok iyi.Sonra '' Çınar Kafe '' yi gördüm. Bir zamanlar ortamında bulunmaktan müthiş keyif aldığım bu yer Amerikan Bar kapısı ile bilinirdi. Ancak şimdi o kapıyı göremedim. Zaman içinde pansiyon hizmeti veren bir yere dönüşmüşe benziyor.T.K.İ. Kampının ötesine geçip, Altınkum taraflarına doğru yürümeye devam ettim.
Adını, Kızılkeçili Köyü'nde doğan Kızılçeli Çayı'ndan almış. Köyü geçince isim değiştiren çay, '' Akçay '' olmuş. Denizle buluştuğu noktaya da bu yeni adını vermiş.
Karşımda Yunan adası Midilli görüntüsü ile uzun ve berrak plaja sahip Altınkum da yürüyorum. Çok iyi yürüyüş ve bisiklet yolları yapılmış. Çevre düzenlemesi ve yeşil alanlar da harika görünüyor.
Çok değer verdiğim bir arkadaşımı ziyaretim aklımdadır. 1990 yılında TURBAN Akçay Tatil Köyü'nde çalışan bu değerli arkadaşımı aynı yoldan yürüyerek ziyaret etmiştim. Çok hoş sohbet olmuştu. Akçay'daki bu son yürüyüş etabı da, bu 35 yıl önceki yürüyüşümün nostaljisi olacak... TURBAN Akçay Tatil Köyü, 1968 yılında hizmete açılmış. Turizm Bakanlığı tarafından işletmecilik görevi Turizm Bankası A.Ş. ye verilmiş.Plaj evleri, bungalovları, motel odaları, alakart restoranı, kaptan barı, yüzme havuzları ve hatta kreşi ile bir yıldız gibiydi.Ancak 1997 yılında özelleştirilmiş. Dışarıdan baktım ve o yıldızın sönmüş olduğunu gördüm. Maalesef bu güzel tesis eski canlı hallerinden uzak zamana yenik düşmüş. Ben o yılları hayal ederek, eski yılları hatırlamaya ve görmeye çalıştım.Akçay'a, zamanda kendi izlerimi bırakarak veda ediyorum... Bu gece konaklamak istediğim yer '' Badavut Plajı ''. T.K.İ Soma'da görev yaptığım dönemden tanıdığım Vedat Eren Ağabeyim, hep Badavut Plajı'nın güzelliğinden bahsederdi. Bu defa atlamayacağım. Yerleşim yerlerine uzak olması ve çevresinde çok az sayıda tesis bulunması buranın doğallığına katkıda bulunmuş.Mavi bayraklı ve sığ bir deniz... Gün boyunca tertemiz denizde yüzüp, plajda kitabını okuyup güneşlenerek sakin bir gün geçirmek için ideal.Badavut Tuz Gölü, Badavut Kayalıkları, Zeus Mağarası ve Kızılcaköy gibi yerlere yakın olduğunu öğrendim. Bu yerleri görmeyi yine sonraya bıraktım.Uzun plajında yürüyüş yaptım, Daha sonra, uzun ve bol bol yürüme içeren bir güne başlamak için 45 km uzaklıktaki Bergama'ya doğru yola çıkıyorum.
Yeni hasatın ilk ürünlerinin kutsandığı ve berekete şükranların sunulduğu bu hayrın bir benzeri binlerce yıl önce Leda ve Artemis gibi ana tanrıça kültleri için düzenleniyormuş. Sarıkız gibi tanrıça Leda'nın da kazlarla beraber resmedildiği örneklerden biri, Altınoluk civarlarından çıkarılan ve bugün Bursa Müzesi'nde sergilenen M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllara ait Leda heykelinde de görülüyor. Zaten kaz motifi sadece Orta Asya mitolojilerinde değil, Batı Anadolu mitolojisinde de kutsaldır. Ana tanrıça kültü, zamanla bölgede İslamiyeti benimsemiş toplumlarda yeni mitler ve motiflerle bezenerek, Sarıkız adıyla sürdürülür olmuş.
Bir dönem '' iffetini koruyan '' Meryem Ana adına dağın tepesindeki şapelde yakılan mumlar, yıllar sonra iffetini koruyan bir bakire olarak aynı yerde son uykusuna dalan Sarıkız için yassı taşlardan örülü türbesinde yakılır olmuş... Yüzyılların seyri içinde önce Hıristiyanlığı sonra da İslamiyeti benimseyen Batı Anadolu'da, pagan kültlerden kalma pek çok inanç, adet, gelenek ve ritüel farklı dönemlerde farklı inançlar şemsiyesi altına girse de varlığını korumuş.Kazdağları'nın bereketi doğal ürünlerde de kendini gösteriyor. Meydan da satış yapan köylü ailenin başında kalabalık var.Doğal dağ meyveleri ve diğer ürünler eşsiz renkleri ile bir tabloyu andırıyor gibi geldi...Karşımda Yunan adası Midilli görüntüsü ile uzun ve berrak plaja sahip Altınkum da yürüyorum. Çok iyi yürüyüş ve bisiklet yolları yapılmış. Çevre düzenlemesi ve yeşil alanlar da harika görünüyor.
Ege'nin incilerinden Ayvalık, kendi içerisinde küçük ama çok güzel bir başka inci daha barındırıyor. Balıkesir'in Ayvalık ilçesindeki Sarımsaklı beldesinde yer alan Badavut Plajı, deniz tatili denince el değmemiş doğal güzelliklerle dolu huzurlu bir ortam. Hava karardığı için gece geldiğimde pek bir şey göremedim. Sabah, güneşin doğuşunu Badavut da karşılamak için erken uyandım.

















































































































Hiç yorum yok :
Yorum Gönder