Sayfalar

30 Ekim 2025 Perşembe

 TROIA ANTİK KENTİNDE GECE ...  KARAVAN GÜNLÜKLERİ

Gece yarısından önce Ezine'den yola çıktım ve Troya Antik Kenti'nin hemen girişindeki park alanına, karavan evimi park ettim. Troya Müzesi'nin hemen karşısında, Homeros'un İlyada destanında anlattığı yerlerdeyim. Gece yıldızlı gökyüzünün altında uyudum. Sabah, Tanrıların da katıldığı savaşın olduğu yerden güneşin doğuşunu seyrederek yeni güne başladım. Antik kent ziyarete açılmadan önce kahvaltı yaptım.
 
Roma mitolojisine de kaynaklık etmiş Yunan mitolojisinde Anadolu'da geçen çok sayıda olay var. Mitolojiyle başlayıp gerçeğe uzanan Troya savaşının hikayesini dünyada bilmeyen yok gibi. Batıda her öğrenci güzel Helen'in neden olduğu savaşın hikayesini okuyor ama yıllar süren bu savaşın geçtiği yerin Türkiye'de olduğunu pek bilmiyorlar. Homeros'un destanının içinde kaybolmak için antik kent giriş kapısından geçtim.
Troya'nın öyküsü çok büyüleyici, ama antik kentteki kalıntılar özellikle Efes ve Bergama gibi ören yerlerini gördükten sonra geliyorsanız biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Bunu gören Turizm Bakanlığı 70'li yıllarda insanlar resmini çeksinler diye, girişe Truva Atı dikmişler. Truva atı, içine merdivenlerle çıkılarak oturulabilecek formda. Dünya Kültür Mirası listesine alınan Troya'da hayal gücümüzü kullanmak ve baktığımız eserlerin binlerce yıldır burada olduğunu düşünmek bile heyecan veriyor. Priamos'un efsanevi kenti Troya'yı gezmeye, Troya Atı'nın hikayesi ile başlayalım.
Tarihin koridorlarında kadim zamanlarda yaşanmış pek çok savaş bulunuyor. Bu savaşların kimisi gerçekten yaşanmış savaşlar kimisi de hikayelerden ibaret. Homeros'un İlyada'sında anlatılan Truva Savaşı, Yunan mitolojisinin de en önemli kısmını  oluşturmuş ve antik çağ seramikleri üzerinde de bezeme olarak kullanılmış. Truva Savaşı'nda savaşın yönünü komple değiştirecek bir olay yaşanmış. Akhalıların Truvalıları alt edebilmek için başvurduğu bu yol, Truva Atı Taktiği olarak da adlandırılıyor. Truva Savaşı'nın en ilgi çeken kısımlarından biri olan bu at aynı zamanda savaşın simgesi haline de gelmiş. 10 yıl süren savaşta askerler bitkin ve usanmış halde iken pratik zekası ile duruma bir çözüm getiren Odysseus bu efsanevi çözümü bulmuş. Plana göre Akhalılar pes edip savaştan çekilir gibi gözükecek ve arkalarında da tahtadan bir at bırakacaklardı. Amaç, içinde Odysseus, komutanlar ve askerlerinde bulunduğu atı Truva kent surlarından içeriye sokmaktır.
Akhalılar savaştan çekilir ama Sinon isimli bir askerlerini atın yanında bırakırlar. Bu duruma şaşıran Truvalılar atın yanına giderler. Sinon onlara tüm Yunanlardan nefret ettiğini, tahta atın Athena'ya adanmış bir sunak olarak inşa edildiğini, eğer onu surlardan içeri alırlarsa Tanrıça Athena'nın onları koruyacağını söyler. Askerin bu sözlerine güvenen Truvalılar tahta atı içeri alırlar ve barışı kutlamak için bir eğlence düzenlerler. Eğlencenin etkisiyle Truvalılar rehavete kapılırlar. Atın içine gizlenen Akhalı askerler atın içinden çıkar, şehrin kapısını açmalarıyla bu sırada pusuda bekleyen Akhalı ordusu kente girerek Truva'yı ele geçirir. Tüm bu olaylardan sonra Sparta Kralı Menelaos Helen'i alarak Yunanistan'a doğru yola çıkar.
2004 yılında çekilen Warner Bros. yapımı Truva filminden sonra antik kente gelen ziyaretçi sayısında büyük artış görülmüş. Filmde Brad Pitt'in, Achilleus'u canlandırdığı performansını hala hatırlarım. Filmde kullanılan Truva Atı, film çekimi bittikten sonra Çanakkale halkına hediye edilmiş. Dün Çanakkale gezim sırasında bu dev Truva atını gördüm.
Truva atı, Çanakkale için arkeolojik olduğu kadar turizm açısından da önemli bir değer.
Truva'yı bulan Schliemann ve İlyada'yı yazan Homeros olmasa, 10 yıl süren bu savaş, bu denli efsanevi olur muydu ? İzmirli katip Homeros, kendi zamanından 400 yıl önce olmuş bu savaşı, Tanrılar, mitolojik karakterler, krallar ve saraylar gibi ögelerle süsleyerek, ev ev, mahalle mahalle dolaşarak, para karşılığı epik bir şiir olarak okumuş, bazen Truvalılar'ın bazen de Yunanlılar'ın tarafını tutmuş. Schliemann ise Almanya'da küçük bir köyde yaşayan bir papazın oğlu... Daha yeni yeni okumayı öğrendiğinde, babası ona Truva savaşıyla ilgili bir kitap alır. Schliemann, kitabı ezberler, bununla da yetinmeyip, farklı yorumlarını kavrayabilmek için, tam yedi dil öğrenir ve her dilde İlyada'yı okur. Zaman içinde, Truva kentini bulmak ve Kral Priam'ın hazinesine ulaşmak, onun için bir tutku olur.
Çok büyük bir alana yayılmış Truva Antik Kenti içinde yürümeye başladım. Ahşap yürüyüş yolları kentin içerilerine, sınırlarına kadar götürüyor. Bilgi levhalarında çok detaylı anlatımlar var. Turist grupları rehberler eşliğinde Truva'yı görmek, tanımak için gelmişler. O kadar görüntü aldım ki : Ne yazık çok az bir kısmını blog yazıma ekleyebiliyorum. Sadece 100 civarında fotoğraf seçtim. Diğerleri kişisel görüntü arşivimde yerini alacak.
Schliemann, bu amaç uğruna, önce ticaret yaparak zengin olur. İlyada'daki ipuçlarıyla, 1870 yılında Truva'nın bugün bulunduğu bölgedeki Hisarlık Tepesi'nde araştırmalara başlar. Hazineyi bulur. Ancak, bilimsellikten çok uzak kazılar yaptığından, açtığı derin yarıklarla, Truva'yı geri dönülmez bir şekilde tahrip eder.
Hazinenin bulunuşu ve kayboluşu da, şehrin kendisi kadar efsanevidir. Schliemann, Mayıs 1873'te karısı Sofia ile bir çukurun yanında dururken, parlayan bir metal görür. Hemen işçilerine '' paydos '' emri verir, hatta şaşkınlıklarını görünce, doğum günü olduğunu ve yevmiyelerini eksiksiz ödeyeceğini söyler. Herkes gittikten sonra, hazineyi karısının şalına koyarak Atina'ya kaçırır. Berlin Müzesi'ndeki bir galeride sergilenen hazine, II. Dünya Savaşı'nda, bombardımanlardan korunmak için güvenli bir yere kaldırılır ve kaybolur. 1987'de Puşkin Müzesi'nin (Rusya) Müdürü, Kültür Bakanlığı'nın deposunda bir fotokopi makinesi ararken, tesadüfen hazinenin, çalıştığı müzede nerede kilitli olduğunu belirten bir evrak bulur. Hazine, 50 yıl sonra ortaya çıkmıştır.

İlion olarak da geçen Troya'nın kralı Priam'ın oğlu Paris doğduğunda, kahinler krala oğullarının şehre felaket getireceğini söylerler ve zavallı çocuk, İda dağlarına bırakılır.(Bugünkü adıyla Kaz Dağı) Mitolojiye göre dünyanın ilk güzellik yarışmasında üç tanrıçadan birini seçme görevi Baştanrı Zeus tarafından Paris'e verilir. Kendisine dünyanın en güzel kadını Helen'i teklif eden güzellik tanrıçası ödülün de sahibi olur. Sparta Kralı Menelaus'un karısı Helen kaçırılıp Troya'ya getirilir. Menelaus karısı ve şerefini kurtarmak için ordularıyla beraber Troya'ya yelken açar. Bu destanda, Yunan tarafında Agamemnon, Aşil, Odysseus, Patroklus ve Nestor, Troya tarafında ise Priam ve oğulları Paris ile Hektor gibi önemli savaşçılar vardır.
Troia II kalesine ait, kısmen restore edilmiş rampa ve savunma duvarını gördüm. Buradan görülebilen girişe, taş levhalarla döşeli, kenarları kerpiç duvarlarla örülü, etkileyici bir rampadan çıkılıyormuş. Buradaki yerleşme ile yol arasındaki yükseklik farkı da buradaki rampayla giderilmiş.

Truva Antik Kenti'nde sevimli arkadaşlarla yürüyorum... Çok sayıda sincap gördüm.
On yıl süren savaşta iki taraf da bir sonuç elde edemez. Yunanlıların başvurduğu Truva Atı hilesi ile Truva'nın ele geçirilmesinden sonra Batı dillerine bir atasözü girer : '' Hediye veren Yunanlılara dikkat edin. ''
Diğer bir teoriye göre de denizlerin tanrısı Poseidon aynı zamanda depremlerin de yaratıcısıdır. On yıl sonunda bir depremde, Yunanlılar yıkılan şehir surlarından içeriye girince, Poseidon'a olan şükranlarını göstermek için anıtsal bir ahşap at heykeli dikerler.
Troya tarih boyunca çok sayıda şehrin birbiri üstüne kurulduğu bir yerleşim olmuş. Çok sayıda katman var.  Beş bin yıllık bir süreçte dokuz farklı şehir kurulmuş.
Savaşın geçtiği dönem ise altıncı şehir ve M.Ö. 1250 yılları. Şehir Büyük İskender'den Sezar'a çok sayıda tarihin altın sayfalarında yer alan lidere ev sahipliği yapmış.

Atalarının Troya savaşından sonra Roma'ya gelip Roma İmparatorluğunu kuran kişiler olduğuna inanan imparatorlar, Küçük Asya (Anadolu) ziyaretlerinde Troya'ya mutlaka uğramışlar.
Bizans İmparatoru Konstantin, bir ara yeni başkenti için İstanbul yerine burayı düşünmüş, sonra vazgeçmiş. İstanbul'u fethettikten sonra Troya'ya gelen Fatih Sultan Mehmet ise, Asyalıların Yunanlılardan intikamını asırlar sonra kendisinin aldığını dile getirmiş. Sonra da unutulup gitmiş Troya, insanlar bir efsane olarak bakmışlar Troya ismine, ta ki Schliemann ortaya çıkana kadar...


Surlardan başlayıp şehrin etrafında bir yuvarlak çizdiğim yol üzerinde, değişik dönemlerden kalma yapıları gördüm. Troya kentinde eski bronz çağından Yunan ve Roma dönemine kadar farklı mimarilerde eserler var. Troya'daki Odeon (Küçük Tiyatro) ise kentin aslında fazla bir nüfusa sahip olmadığının kanıtıymış.
Schliemann'nın kazdığı yerde 5000 yıllık uzun evleri, hemen yanında 4500 yıllık şehrin girişini ve rampaları gördüm. Toprağın içinden deniz kabuklarında bulunuyor olması, şehrin daha önce denize daha yakın olduğunu ve Çanakkale Boğazı'nın girişini kontrolü altında bulundurduğunu gösteriyormuş.
Sunağın olduğu kısımda ise tanrılara hayvanlar kurban edilip seferlere öyle başlanırmış. Hisarlık höyüğü farklı bir çok etmenin bir araya gelmesiyle oluşmuş. Elverişli konumu nedeniyle burada 3000 yıl boyunca sürekli yerleşilmiş. Ev duvarlarının yapımı sırasında, güneşte kurutulmuş kerpiç kullanılmış. Doğu ülkelerinde yaygın olan bu yapı malzemesi, Avrupa'da pek bilinmiyormuş. Yeni binaların yapımı sırasında, eski evlerdeki kerpiçler bir önem taşımaz, bu nedenle bir önceki yerleşmenin kalıntıları, yenilerine yer açmak için düzeltilir ve böylece yerleşilen alan da giderek yükseliyormuş.
Troya Antik Kenti'nin ziyaretçi giriş kapısından sonra göreceğiniz tek katlı '' Blegen Evi '' ni mutlaka görmelisiniz... Schliemann ve Dörpfeld'in ardından Hisarlık Tepe'de, Cincinnati Üniversitesi'nden (ABD) Carl W. Blegen yönetiminde 1932 - 1938 yılları arasında yedi sezon kazı yapılmış. Blegen bu süreçte ören yerinin üzerine yaptığı kazı evlerinde yaşamış ve çalışmış. Burası da, Blegen'in kazı döneminde konaklama amaçlı kullandıkları yapılardan birisi.
Sadece Troya'nın değil Ege arkeolojisinin çok şey borçlu olduğu sessiz kahraman, ''yalnız Blegen '' olarak adlandırılıyor.
Blegen evindeki sergiyi önce mutlaka gezerek, Troya Antik Kent'ini dolaşmak faydalı olacaktır. Bu sergi 1932 yılında başlayan Carl W. Blegen kazılarının 93. yıldönümünde 7 sezonluk kazılara retrospektif bir bakış getirmeyi hedeflemiş. Deniyor ki : '' Her zaman olduğu gibi bu kez sergide özne Troya değildir ! Harebe harabesi Troya sadece bir sahnedir. Onun sırlarını çözmek için bir araya gelenler, bilim adamları, meraklı ziyaretçiler, işçiler, kazı komiserleri, duvar ustaları ... Öznemiz '' kazının insanları '' ve onların öyküsüdür. ''
Carl Blegen tarafından gerçekleştirilen kazılarda höyükte 46 yapı evresi saptanmış. Blegen, Troya VIIa dönemini Troya Savaşı'nın geçtiği kentle özdeşleştirmiş. Bu araştırmalar sırasında doğal çevre de çalışma kapsamına alınmış.

1887 yılında, Schliemann Troya'yı kazdığı sırada Amerika'da, bir rahip ve akademisyenin çocuğu olarak doğan Carl William Blegen, 84 yaşında uzun yıllar çalıştığı Atina'da  Ağustos 1971'de ölmüş. Onun döneminde 1932 - 1938 yılları arasındaki Troya kazıları, her açıdan dönemin en modern kazısı olarak kabul edilmiş.

Kazı çalışmaları ve sonuçları da Blegen tarafından kamera kayıtlarına alınmış. Blegen Evi'ndeki dev ekrandan siyaz beyaz film görüntüleri ile geçmişe tanık oluyorsunuz. Blegen'i, ekibini, kazı çalışmalarında işçi olarak görev yapan Türk köylülerini izlemek şahane bir durum...

Troya'daki çalışmalarını Atatürk'ün verdiği izinle gerçekleştirebilen Blegen, Çanakkale'de Calvert ailesinin damadı olan F.Bacon ile buluşmuş ve özellikle kazıdaki teknik altyapı için ondan büyük yardım almış.
 
Blegen'nin 1950'li yılların başında yayınladığı 8 ciltlik Troya kazı sonuçları, günümüzde bile Ege Arkeolojisinin en önemli başvuru kaynağı olarak kabul ediliyor.


Troya Antik Kenti gezisi çok etkileyiciydi. Şimdi, Karavan Evim ile geceyi hemen yanında geçirdiğim bol ödüllü '' Troya Müzesi '' ziyareti ile gezimi daha bir anlamlandırmak istiyorum.

Troya'nın katmanlarına benzersiz bir yolculuk yapmak için müze girişindeki uzun rampadan iniyorum. Rampanın duvarlarında bulunan nişlerde Troya'nın farklı katmanları; mezar taşları, büyük boy heykeller, sahne canlandırmaları ve büyük boy fotoğraflarla anlatılıyor.
5 bin 500 yıllık geçmişe sahip Troya Antik Kenti, 1998 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış. Troya Antik Kenti girişinde yer alan; 3000 m2 sergi salonu, 11000 m2 kapalı alana sahip Troya Müzesi'nin inşasına 2013 yılında başlanılmış ve 2018 yılı Ekim ayında açılmış.
Müzenin giriş alanı olan, Troas ve çevresini konu alan sirkülasyon bandında devam eden sergi katları öncesinde ziyaretçilere bir oryantasyon sağlamak amacıyla arkeoloji bilimi; arkeolojik ve arkeometrik tarihleme yöntemleri, '' neolitik, kalkolitik, tunç çağı, demir çağı, höyük, restorasyon, konservasyon '' gibi terimler şemalar, çizimler, metinler ve interaktif yöntemlerle aktarılıyor.

Troya Müzesi ziyaretçilerini Antik Çağ'da yaşamış ozan Homeros'un Troya Savaşı'nı anlattığı '' İlyada Destanı '' nın 6 dilde hazırlanan beyitleri ile karşılıyor.
Eserler taş (mermer), heykel, lahit, yazıt, sunak, mil taşı, paleolitik balta ve kesiciler vb., pişmiş toprak seramikler, metal kaplar; altınlar, silahlar, sikkeler, kemik obje ve aletler, cam bilezikler, süs eşyaları, bardak, koku şişeleri, gözyaşı şişelerinden oluşuyor.

Müzede ayrıca görsel grafik tasarımlarla birlikte diorama (anın veya hikayenin ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesi) dokunmatik ekran ve animasyonlarla sergi ile anlatımları yapılıyor.

Müzeyi gezerken yedi başlığa bölünmüş bir hikayeyi takip ediyorum. Troas Bölgesi Arkeolojisi, Troya'nın Tunç Çağı, İlyada Destanı ve Troya Savaşı, Antik Dönemde Troas ve İlion, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemi, Arkeoloji Tarihçesi, Troya'nın İzleri ...

Altıkulaç Lahdi veya Çan Lahdi önündeyim. M.Ö 4. yüzyılın başlarına (M.Ö. 400-375) tarihlenen eser, defineciler tarafından tahrip edilmesine rağmen, üzerindeki boyalı sahneler günümüze çok iyi korunarak gelebilmiş.
Yörede Perslerin hüküm sürdüğü dönemden kalma eser, Anadolu'da Pers hakimiyeti dönemindeki sanat anlayışını göstermesi bakımından önem taşıyor.
1998 yılında Çanakkale'nin Çan İlçesi yakınlarındaki Altıkulaç köyü sınırları içindeki Çingene Tepe tümülüsü olarak bilinen anıt mezarın içinde defineciler tarafından bulunmuş...
Alışılmışın dışında bir müze tasarımı ve mimari yapının içindeyim. Türkiye'de gezdiğim müzeler içinde ilk defa bu kadar farklı olanın içinde olmak; sergilenen eserler kadar, bina konusunda da merak uyandırıyor. Mimari tasarımdaki sürprizler karşısında şaşırıyorum. Ulusal Mimari Tasarım Yarışmasını kazanan mimari proje de ; Tarihte bir dönem var olmuş bir uygarlığa günümüzden bakarak, bir yapının ötesinde bir his oluşturmak amaçlanmış.

Tasarımda tercih edilen yol; ziyaretçiyi belirli eşiklerde kademeli olarak tecrit etmek, izleyiciyi kısmen ve bazen tamamen fiziki bağlamdan koparmak ve tekrar bağlamak...

Tasarım, tüm destek işlevlerini yer altındaki tek bir kata toplamış. Bu kat yeryüzünden algılanmayan, üzeri peyzaj ile örtülü bir kat. Bu peyzaj kırsal çevrede sürekli devam eden ve muhtemelen uzun süre orada olacak olan ekili biçili alanların tarlaların devamı olarak düşünülmüş.

Sergi yapısı bu katın içerisinden, yeryüzündeki bir yarıktan toprak üstüne yükselen 32 * 32 metre boyutlarında kare planlı robust bir obje olarak algılanıyor.

Yapıya 12 metre genişliğinde bir rampadan aşağıya inerek girdim. İnerken ufuktaki yapıya yaklaşırken, peyzaj ve yeryüzü de yavaşça kayboluyor, geriye gökyüzü ve yapı kalıyor.

İçeri girdiğimizde kendimizi bir sirkülasyon bandında buluyoruz. Pas kırmızısı, toprak rengi sergi yapısı şeffaf çatıdan yeryüzüne doğru yükseliyor. '' Paslanmış metal (corten) kaplı yapı, bu haliyle topraktan çıkarılmış kırılmış testiler ve çömlekler gibi biraz çizilmiştir, bozulmuştur, kendine özgü dokusuyla ardında bir yaşanmışlık olduğunu hissettirir, bir geçmişi vardır. O döneme ait olmasa da malzemenin ve mimarinin geçmişi, günümüz ile gelecek arasındaki bağa dair bir şeyler söylendiğini hissettirir. ''
Rampalar ile katlar arasında yavaşça yukarıya çıkmaya başladığımda, cephedeki yarıklardan coğrafya, tarlalar ve Troya kalıntılarını görüyorum. 

Zemin kattan başlayarak ve rampalardan çıkarak çatıya ulaştım. Burası dev bir seyir terası. Troya'nın uzak ve yakın geçmişi, bu topraklardaki yaşanmışlıklar ve yaşanabilecekleri hayal ettim... Karavanım da manzaraya dahil olmuştu...
Yapı; zemin, 3 kat ve çatı terasından oluşuyor. Zemin katta; Troas coğrafyası arkeolojik kalıntılarıyla genel olarak anlatılıyor.

1. katta; Troya'nın katmanları ve gelişim evreleri anlatılıyor. 2. katta; Arkaik Çağ'dan Doğu Roma İmparatorluğu'na uzanan dönemde İlyada ve Troya Savaşı Destanı'nın bölgedeki sözlü geleneğe, inanç dünyasına, siyasete, mimariye ve sanata yansımaları ele alınıyor. 3.katta; Troya ve çevresinde yerleşim, Beylikler ve Osmanlı Dönemi ile 19. yy.' dan bu yana devam eden kazıların tarihi ve hikayesi de anlatılıyor.


'' Polyksena Lahdi '' çok görkemli görünüyor...

Polyksena Lahdi, Çanakkale Merkez'e 110 km uzaklıkta, Biga İlçesi, Gümüşçay beldesinde, Kızöldür Tümülüsü'nde, 1994 yılında bir kaçak kazı ihbarı üzerine yapılan kurtarma kazısında bulunmuş.

M.Ö. 6. yüzyıla ait ve Anadolu'da, bugüne kadar bulunan figürsel lahitlerin en erken örneği.
Uzun kenarlarından birinde, Troia Kralı Priamos ile Kraliçe Hekabe'nin küçük kızları olan Polyksena'nın kurban edilmesi olayı betimlenmiş. Bu nedenle eser, Polyksena Lahdi olarak anılıyor. Aynı kenarın kapak kısmında açılan delik, Lahit'in antik dönemde bir soygun geçirdiğine işaret ediyormuş.


Troya, Avrupa ve Asya'nın en yakın noktası olan, Eski Çağ'da Dardanel ya da Hellespont olarak isimlendirilen Çanakkale Boğazı'nın yakınlarında yer alıyor. Efsaneye göre Boiotia kralının kızı Helle, kanatlı bir koçun sırtında Yunanistan'dan Karadeniz'e uçarken ÇanakkaleBoğazı'nda denize düşer. Denize düştüğü yere Helle'nin denizi anlamına gelen '' Hellespont '' denir. Hellespont'un bir kıyısından diğerine yüzerek sevgilisi Hero'ya kavuşmak isteyen Leandros'un hüzünlü hikayesi de bir başka efsanedir. Çok daha eskilere giden bir efsane ise Troya'da geçer ...


Günümüzde Çanakkale'de yer alan Biga Yarımadası'nın Eski Çağlardaki ismi Troas'tır. Batı ve güneyinde Ege Denizi, kuzeyinde Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, doğusunda ise Mysia yer almaktadır. Gönen Çayı'ndan, kuzeybatıda yer alan Kaz Dağları'na kadar olan kısım da bölgenin içindedir.
 

Bu yarımada Gelibolu, Midilli, Bozcaada ve Gökçeada'ya komşu; nehirleri, çayları bol bir coğrafyadır. Kıtaları ve denizleri, geçmişi ve bugünü birbirine bağlayan verimli topraklar ve madenleri ile zengin bir tarihe ev sahipliği yapar.

Troas Bölgesi'nde 20 kentin adına sikke darp edildiği biliniyor. Troas Bölgesi sikke betimlemelerini ağırlıklı olarak; mitolojik olgular, ekonomik değeri olan ürünler, tanrı ve tanrıçalar, yöneticiler ile bölgesel destanlar oluşturuyor.
1915 yılında Çanakkale Savaşı, ve ondan 300 yıl önceki Troya Savaşı arasında savaşın geçtiği coğrafya kadar, savaşı yönetenlerin coğrafi koşullara karşı geliştirdikleri stratejiler, deniz ve kara harekatları gibi benzerlikler çok dikkat çekici... Çanakkale Savaşı'nda çıkartma yapılan, savunulan, topa tutulan ve göğüs göğse çarpışılan topraklar Akhalı Protislaos'un karaya ilk ayak bastığı, Akhaların gemilerin yanaştığı, Priamos'un kalesinin burçlarından gözetlenen ve Hektor'un anıt mezarının yükseldiği topraklardır.
Çanakkale Savaşı'nda Troya Savaşı imgeleri özellikle müttefik birliklerinin hatıratlarında yer alır. Siperlerde bekleyen müttefik kumandanları ve askerleri kendilerini Akhalar ve Akhilleus'la özdeştirir. Türk askerlerini Hektor'un birliklerine benzetirler...
Fatih Sultan Mehmet'in İlyada el yazmalarını kütüphanesinde toplatması, onun bu konuya verdiği değeri göstermektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1922'de yanındaki bir subaya söylediği öne sürülen '' Dumlupınar'da Hektor'un öcünü aldık '' sözü ile Homeros'un Troya Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla sonuçlanacak Kurtuluş Savaşı ile ilişkilendirerek Türkiye'nin modern siyasi tarihine taşınmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Trablusgarp'tan döndükten sonra 1913'te bir süre Çanakkale Boğazı'nda görevlendirilir. Tarihe hakim olan Atatürk, Truva Antik Kenti'ni ve savaşın gerçekleştiği her yeri gezer, krokiler çizer, İlyada'ya hakim olan Atatürk, Hektor'un mezarının olduğu tahmin edilen tümülüse bile gitmiştir. Büyük İskender'in bu bölgede kazandığı savaşın geçtiği yerleri de incelemiş, olası bir deniz savaşı için not defterine notlarını almıştır.
Atatürk'ün 1922'de Dumlupınar Savaşı sonrası İzmir'de işgalden kurtulunca '' Truva'nın öcünü aldım '' sözünün bir benzerini İstanbul'un fethinin ardından, 1461'de Fatih Sultan Mehmet '' Truva'nın ve Hektor'un öcünü aldım. '' şeklinde söylemiş.
1453'te kentte bulunan kardinal İsiadore, Fatih'ten '' Truvalıların Prensi '' şeklinde söz etmiş.
1863'te Frank Calvert'le başlayan, 1871'de Heinrich Schliemann'la devam eden, 1893'te Wilhelm Dörpfeld'le detaylandırılan, 1932'de Carl W. Blegen ile arkeolojik bir disipline dönüşen, 1988'de Manfred Korfmann ile yeniden arkeoloji gündemine oturan ve bir Anadolu kenti olarak kabul gören Troya, söz konusu kazıcıların yaptığı yayınlarla Ege Bölgesi Arkeolojisi'nin en önemli referans noktası olmuş. Troya Müzesi'nin 3. katında, 19. yy. 'dan bu yana devam eden kazıların tarihi ve hikayesi de anlatılıyor...
Görüntüde Blegen, Cincinnati Üniversitesi'nde Troya kazı belgeleri üzerinde çalışma yapıyor.


Troya kenti ve çevresindeki bereketli toprakları kucaklayan Troas da olmak çok iyi bir deneyim oldu...


Bugüne kadar gördüğüm en geniş Müze Mağazasını da gezerek Troya coğrafyasından ayrılıyorum. Belli ki: Rüzgara ve bu yarımadanın anlatacaklarına kulak verince daha öğrenecek, görecek çok şeyler var...
Önce Ezine'ye, sonra Aydıncık'a geldim. Behram Köyü'nde bulunan ve Antik Dönem yazarlarına göre M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuş Assos Antik Kenti'ne geldim.
Son arkeolojik çalışmalarla kentin geçmişinin Bronz Çağı'na kadar uzandığı tespit edilmiş. 2017 Mayıs ayında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesine girmiş, hem tarih hem doğa turizmi açısından önemli bir merkez. Dik yokuşlarından yürüyerek, geleneksel taş evlerin arasından Antik Kent'in giriş kapısına kadar geldim.
Assos Antik Kenti; arka planda enfes Ege Denizi ve Midilli Adası manzarası ile muhteşem. Assos denildiğinde gözlerimin önüne hep bu manzara gelir...

Assos, Antik Çağ'da Troas diye adlandırılan bölgenin güney ucunda volkanik bir tepenin zirvesi ve yamaçlarında kurulmuş. Tarih boyunca Lidya, Pers, Pergamon, Roma egemenliği altına giren bölge Orta Çağ'da terk edilmiş. 1880 - 1883 yıllarında Amerikan Arkeoloji Enstitüsü'nün yaptığı kazılar sırasında Amerikalı genç mimar Francis H. Bacon tarafından bulunmuş.
Assos'un en göz alıcı yeri en tepesine yapılmış olan, Dorik yapılı Athena Tapınağı. Burada olmayı, tapınakta Ege Denizi'ne karşı oturarak Midilli Adası'nı seyretmeyi çok seviyorum.
Assos Antik Kenti, sönmüş bir volkanik tepe üzerinde yer aldığı için yapımında işlemesi zor ama son derece dayanıklı olan andezit taşı kullanılmış. Bu kentte yapılan lahitler antik dünyada çok meşhurmuş ve bedenin hızlı bir şekilde toprak olmasını sağladığı için '' insan yiyen lahit '' olarak adlandırırlarmış. (Plinius eserinde Assos'ta üretilen lahitleri; ''Sarcophagus '' (et yiyen) olarak tanımlamış.) Anadolu'nun bir çok yöresine Assos'tan lahit gönderiliyormuş. Roma, Yunanistan, Lübnan ve Suriye'ye ihraç edilirmiş.
Athena Tapınağı'nın orijinal hali bu makette görülebiliyor.
Assos aynı zamanda bir süre filozof Aristoteles'in bir süre yaşayarak bir felsefe okulu kurmuş olmasıyla da önemli. Kentin en yüksek noktasında bulunan Athena Tapınağı adını, Zeus'un kızı ve 12 Olympos tanrısından biri olan Athena'dan almış. Athena şehrin koruyucu tanrıçasıdır. Anadolu'da inşa edilen ilk ve tek Dor düzenindeki tapınak olan yapı, olağanüstü manzarasıyla ilgi çekiyor. Assos'ta ayrıca Roma dönemi antik tiyatrosu, agora, nekropolis (mezarlık),(ölüler kenti) ve surlar da görülebilir.
Aktif olduğu zamanlarda Assos, bulunduğu bölgedeki tek büyük limana sahip olduğu için geçen gemiler sayesinde zengin olmuş. Antik Çağ'ın büyük düşünürlerinden Aristo'nun bu kentte üç yıl yaşamış ve felsefe okulu kurmuş olması nedeniyle felsefe tarihi açısından önem taşıyor. Assos, Aziz Pavlus tarafından da ziyaret edilmiş ve kent bu nedenle Hristiyanlarca kutsal olarak kabul ediliyor.
Behramkale Köyü'nden Assos Antik Limanı'na doğru inen yolun sol tarafında bulunan ve büyük bölümü korunarak günümüze kadar ulaşmış tiyatro, Ege Denizi'ne ve Midilli Adası'na bakar bir konuma sahip. Enfes bir manzara eşliğinde antik dönem oyunlarını izlemenin nasıl bir duygu olduğunu hissetmek için tiyatronun basamaklarında oturmayı isterdim. Akşam olmak üzere olduğu için bunu yapamadım. Ayrıca Antik Liman'ın güzelliklerine de bu defa tanık olamadım.
Bugüne kadar Assos'a dört defa geldim. Daha önceki yıllarda yaptığım gibi; antik limanda kendimi Ege'nin serin sularına bırakıp, doyasıya deniz keyfi yapmak isterdim... Bu defa olmadı.
Troya Antik Kenti'nde başladığım günü, bir başka Antik Kent olan Assos da bitirmenin verdiği mutluluk ile geçmişte tam 12 yazımın geçtiği güzel Akçay'a doğru yola çıktım.
 








Hiç yorum yok :

Yorum Gönder