Sayfalar

22 Aralık 2025 Pazartesi

 AY TANRIÇASI'NIN DİYARI : BAFA GÖLÜ VE HEREKLEIA' DA KAMP ... (KARAVAN GÜNLÜKLERİ)     (MUĞLA)

O kadar güzel ki, gerçekten çok hayale benziyor. Bir hayal ki, Ay Tanrıçası Selena ile çoban Endymion'un sonu mutsuz aşkına tanıklık etmiş... Bodrum'a araçla giderken etrafı zeytin ağaçlarıyla çevrili harikulade bir gölün kıyısından geçeriz : Bafa Gölü. Bodrum'a bir an önce kavuşmanın telaşıyla durmaz, duraklamaz, gölü hızla ardımızda bırakırız. Oysa gölün doğu kıyısında yer alan Herakliea antik kentiyle ve Beşparmak (Latmos) Dağları'yla bu bölge, doğa ve tarih tutkunları için olduğu kadar flora ve fauna tutkunları için de benzersiz hazineler barındıran, pitoresk görüntüler sunan bir yerdir. Sadece ana yoldan ayrılıp Kapıkırı Köyü'ne giden 11 km lik yol ile bu muazzam yer kendini gösterir. Yıllar önce buraya ilk defa geldikten sonra bu yoldan her geçişimde mutlaka Bafa'nın dünyasında kısa da olsa zaman geçiririm.

Bafa Gölü çevresinde, özellikle de Milas tarafında tarihi ve doğal zenginlikler, sessiz ve sakin yerleşik düzen mistik atmosferi doğrudan hissetmenize yol açacaktır.

Antik adıyla Latmos, bugünkü adıyla Beşparmak Dağları, Bafa'ya doğru giderken düşsel bir dünyaya açılan ilk manzara. Sanki bilinçli bir şekilde üst üste dizilmiş kayaların oluşturduğu izlenimini yaratan Beşparmak Dağları, yolda ilerledikçe hissedilecek masalsılığın ilk adımı.
Tarihin izlerini solumak ve gölün çevresini derinlemesine keşfetmek isteyenler için doğru adres Kapıkırı Köyü olacaktır. Bafa Gölü bölgesinde antik dönemlerden kalan Herakleia Antik Kenti, bölgenin tarihi anlamda derinliği yansıtan en önemli unsur. Karavanı köyün eski ilkokulunun bahçesine park ettim ve Bafa Gölü'nün güzelliklerine baktım.

Kapıkırı Köyü'nün bulunduğu alan, antik kentin tam üstünde. Köye girişte yol ikiye ayrılıyor. Birisi sahil tarafına doğru götürürken, sağdan gidilirse köy içine ve eski pazar yerine ulaşılıyor. Köyün evleri, evlerden daha büyük kayalar arasına sıkışmış durumda.

Pazar yerine geldiğinizde etrafta size bir takım hediyelikler ve yöresel ürünler satmak isteyen teyzeler ile mutlaka karşılaşacaksınız ... Heraleia aslında günümüz modern şehir planlamasının atası olan Hippodomik planlı bir kent olsa da, köyün yerleşimi nedeniyle bunu pek fark edemiyorsunuz. Hatta köy yaşantısı antik kenti biraz gizliyor bile denebilir.
M.S. 7. yüzyılda, antik kent, Hristiyan keşişler tarafından yeniden keşfedilmiş. Bölgede birden fazla manastır kurulmuş. Bizans kalesi de yine bu döneme ait. Hristiyan dönemi kalıntıları genel olarak 7 - 12. yy. arasına tarihleniyor.
Bafa Gölü'ne bakarken kendimi mitolojik bir figür  gibi hissediyorum. Latmos bugünkü adıyla Beşparmak Dağları, tarih öncesi insanların kaya resimleri yapmak için seçtiği bir coğrafya. Hava ve yağmur tanrılarının buluşma noktası, Antik Çağ'ın görkemli limanı, Ortaçağ azizlerinin inziva yeriymiş. Gölgesinin düştüğü antik kentler; Latmos, Herakleia, Iasos, Labranda, Miletos, Euromos bu dağın kutsallığı konusunda hemfikirlermiş.
Çoban Endymion ile Ay Tanrıçası Selene'nin aşkı bu dağın ihtişamında yaşanmıştı. Kuşaktan kuşağa yayılan halk öyküsüne göre; Kavalından başka hiçbir şeyi olmayan çoban Endymion, nefesiyle hem dağdaki yalnızlığın ve bundan duyduğu mutluluğun, hem de kentlerde yaşayan insanlara duyduğu özlemin nağmelerini üflerdi. Selene de kavalının sesini duyan her canlı gibi ona hayranlık duyardı. Ancaj sevgilisi ile her kavuşmasında, bir ölümlü olduğu için, onun biraz daha yaşlandığını görüp üzülürdü. Selene, Zeus'tan onun hiç yaşlanmamasını ve bu mağarada ölümsüz bir uykuya dalmasını diledi. Zeus da Ay Tanrıçası'nın bu isteğini yerine getirdi. Endymion, ayın ışıklarıyla sarmaş dolaş, sonsuz bir uykuya daldı. Bu nedenle ayın dünyada en sevdiği, ışığını en fazla paylaştığı yerin Latmos olduğu ve ay ışığında dağın doruklarının ağardığı söylenir ...
Köyün içinde antik yollardan yürüyorum.
Herakleia Antik kenti, gerçekten zamanın durduğu ender güzel noktalardan birisi. Şimdiye kadar, özellikle de son dönemde ilgi çeken bir yer olsa da, neredeyse hiç dokunulmamış bir antik kent. Herakleia Antik Kenti'nde Alman '' Anneliese Peschlow '' tarafından yapılmakta olan yüzey araştırmasına her yıl devam ediliyormuş. 1991'den itibaren, dağın, Herakleia antik kentinin sınırları içinde kalan bölümündeki yerleşmelerin incelenmesine  yönelik çalışmalar gerçekleştirilmiş. Bu kapsamda, zirvede çok eski bir yağmur ve kaya kültürünün varlığı da göz önünde bulundurularak, belirli bir hedef doğrultusunda tarih öncesi dönemlere ait kalıntılar araştırılmış. İlk kaya resimlerinin 1994 yılında bulunduğu Latmos'ta bugün 170 kaya resmi biliniyor.
Yol, kentin kuzeydoğusunda yer alan Tiyatro'ya çıktı.
Skene binasına ait duvarlar ile birinci caveaya ait oturma sıraları görülebiliyor. Tiyatroda herhangi bir kazı çalışması yapılmadığından, yapı hakkındaki bilgiler de çok kısıtlı. Mevcut durumuna göre 1500 - 2000 kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatro, kentin en parlak dönemi olan M.Ö. 2. yüzyılda inşa edilmiş. Arkeolojik kazılar yapılsa kim bilir daha neler görebileceğiz ?
İzmir'in 150 kilometre güneyinde, Söke ve Milas arasındaki Latmos, antik Karia'nin kuzeybatı köşesinde. Dağ, Aydın'dan Milas istikametine giderken Bafa Gölü tabelasının ardından yükseliyor.
Büyük bir gölge gibi görünen dağın jeolojik yapısı, onu kolayca ayırt edilebilir kılıyor. Kayalık arazinin kuzeyi granit, güney kenarları kristalli kireç ve güneyi eski tersiyer tortullardan oluşuyor. Antik Çağ'da Bafa Gölü bir körfezmiş.
Menderes Nehri'nin getirdiği toprakla denizden ayrılmış. Doğal liman olduğu dönemde yöre, ticaret açısından büyük önem taşıyormuş. Kariyalıların Mısır'a bal, ve incir ihraç ettiği, şarap yapımında da çok usta olduğu antik kaynaklardan biliniyor. Zeytincilik ve hayvancılık ise bugün yavaş yavaş bırakılsa da, antik çağlardan yakın döneme kadar bölgenin önemli geçim kaynakları olmuş.

Latmos tanrıları bereket, fırtına, yağmur tanrılarıyla ve yerel bir dağ tanrısıyla birlikte kutsanıyormuş. Ortaçağ'da inziva yeri olarak seçilen dağda Aziz Paulos'un M.S. 955'te ölümünün ardından yaşanan kuraklığı eski kaynaklar şöyle anlatıyor : '' Kuraklık ve büyük su sıkıntısı Miletos'a çok çile çektiriyordu. Çeşitli yerlerden, kırktan fazla köylü burada toplandı. Bunlar Tanrı'ya yalvarış yürüyüşü düzenleyerek ve kutsal şarkılar söyleyerek dağ sırtına tırmandı. Dağın bu kısmı sadece en yüksek yeri değil, aynı zamanda zor tırmanılan bir yeriydi. Dağın doruğunda uzun zamandır kutsal kabul edilen muazzam büyüklükte bir taş görülmektedir. '' Bahsedilen yer '' Tekerlekdağ '' olarak bilinen ve yaklaşık 1350 metre yüksekliğe sahip zirveydi. Bu kutsal taş aynı zamanda hava ve yağmur tanrısının ikametgahıydı.
Bafa Gölü'nün kıyısındaki Herakleia antik kenti, engebeli araziye göre şekillendirilen sur duvarlarıyla Pergamon ve Assos gibi Helenistik dönemin önemli kentleriyle benzerlikler gösteriyor. Bugün büyük bir kısmı ayakta kalan surların toplam altı buçuk kilometre uzunluğa sahip olduğu ve 65 gözetleme kulesi bulunduğu biliniyor.

Anadolu'nun en eski duvar resimleri olduğu düşünülen tarih öncesi duvar resimleri ise sur çevresinin dört bir yanına dağılmış durumda. Tiyatro ile meclis binası arasında kalan düzlükte yer alan ve Roma İmparatorluk dönemine tarihlenen hamam yapısı, güneyindeki palaestra ile birleşerek kompleks bir yapı oluşturuyor. Kentteki kesme taş yapıların aksine hamamda, Roma İmparatorluk dönemi inşa teknikleri uygulanmış. Sadece üç mekanı görülebilen hamamda, güneyde dikdörtgen planlı bir mekan, bunun kuzeyinde yuvarlak bir oda ve yuvarlak odanın doğusunda da bir duvarı ayakta kalmış bir başka mekan var.
Antik kentin kalıntıları arasında kurulan Kapıkırı Köyü geçimini zeytinden ve balıkçılıktan sağlıyor. Evlerini pansiyon haline getirerek yöreye ziyarete gelenlerle yaşamlarını paylaşıyorlar ve bütçelerine katkı sağlıyorlar.


Herakleia kentinin M.Ö. 300 civarında, Büyük İskender'in imparatorluğunun bölünmesi sırasında Karia'nın bir bölümünün yönetimini elde eden Makedon komutan Pleistarkhos tarafından kurulduğu düşünülmektedir. Kent, her ne kadar bugünkü topoğrafik yapı içerisinde göl kenarında bir yerleşim yeri olarak bilinse de, antik dönemde önemli bir liman kentiymiş. Bu liman gemiler için son durak vazifesi görürken, İç Karia'ya  uzanan kara yolunun da başlangıcını oluşturuyormuş. Pleistarkhos'un ölümünden sonra kent Seleukoslar ve Ptolemaioslar arasında birkaç kez el değiştirir. M.Ö. 129 yılında Karia Roma'ya bağlı Asya Eyaleti'nin bir parçası olunca, Herakleia bağımsızlığını yitirir ve bunu takip eden süreçte ise önemini kaybeder.
M.S. 14. yüzyıl başlarında bölgenin Türk hakimiyetine geçmesiyle birlikte kent tamamen terk edilmiş. Herakleia'ya 18. yüzyılda Türk aileler yerleşmiş ve Liman Kapısı'ndan dolayı buraya '' Kapıkırı '' adını vermişler.
Herakleia'da bulunmuş ve bugün Paris Louvre Müzesi'nde korunan bir yazıta göre Endymion, Herakleia'nın kurucusu olarak görülüyor. '' Endymion Kutsal Alanı '' nda kentin efsanevi kurucusuna adanmış tapınak, yarım daire formundaki sıra dışı planı ile çok farklı. Cella apsis biçimli arka duvarla yapılarak, ana kaya da yapının içine dahil edilmiş. Pronaosta beş sütunlu (pentastylos-in antis) bir cephe düzenlemesi var. Yapım tekniğine göre alanın Hellenistik dönemde inşa edildiği tahmin ediliyor.
1071 yılındaki Malazgirt Savaşı'nda Doğu Roma ordusunu yenen Türk boyları tüm Anadolu'ya yayılmışlar, hatta birkaç yıl içinde Anadolu'nun batı kıyılarına kadar ulaşmışlar. Bafa Gölü çevresinde  tespit edilen pek çok savunma yapısının, bu olayla bağlantılı olarak inşa edildiği düşünülmekte. Bu dönemde Herakleia'daki Hellenistik savunma sisteminin bazı kısımlarında onarım ve yeniden düzenleme çalışmaları yapılmış. Bunlardan biri olan Göl Kalesi, Bafa Gölü'nün doğusunda , Herakleia'nın güzeyindeki burun üzerinde yer alıyor.

12. yüzyıl sonu - 13. yüzyıl başlarında inşa edildiği düşünülen yapı, yarımadaya göre şekillendiğinden, kuzeyden güneye daralan bir plana sahip.

Yarımadayı oluşturan kayaların üzerinde kaya mezarları görülebiliyor. Burası aynı zamanda kentin güney nekropolü (mezarlığı).


Latmos'un gölgesi en çok kendine vuruyor. Gün batarken uzadıkça uzuyor dağın silueti. 

Bu gölge, antik Karia'nın kentlerinden sıyrılıp bugünün yerleşimlerinin üzerinde beliriyor.


Yarımadanın ucunda yerimi aldım.
Güneş batarken çok eski şeylere ortaklık edeceğimi görebiliyorum...
'' Burası dünyanın yarısı olsa gerek ! '' diye düşünüyorum. Latmos'un zirvesine yakın bir yerlerden, aşağılarda uyuyan Bafa Gölü'ne bakarken tarifsiz duygular içindeyim.

Gökyüzünün kızıl renginin verdiği huzur, ferahlık ve sonsuzluk hissi müthiş... Bafa Gölü'nün kıyılarındaki granit kayalar günbatımında daha da kızarıyor.
Hava tam kararmadan önce sahile indim. 60 kilometrekarelik yüzölçümü ile Bafa Gölü, Ege'nin en büyük gölü. Flamingolar, pelikanlar ve 260'tan fazla kuş türüne ev sahipliği yapan Bafa Gölü Milli Parkı, kuş gözlemciliği için tam bir cennet. Uluslararası önemli kuş alanları listesinde ilk sıralarda yer alan göl ve çevresinde, dünya çapında nesli tehlike altında olan Cüce Karabatak ve Deniz Kartalı gibi kuş türlerinin ürediği, bunun yanı sıra gölün kış aylarında yüz binlerce ördek ve su kuşu türü tarafından beslenme ve barınma yeri olarak kullanıldığı tespit edilmiş. Gölün zoo-plankton ve su bitkileri açısından çok zengin olması birçok balık türünün gölde yaşamasına imkan sağlıyor. Maksimum derinliği 30 metre olan gölün su kaynağı, Büyük Menderes nehrinin düzenli taşkınları ve etrafındaki dağlıklardan gelen yeraltı ve yerüstü suları. 
Bafa Gölü'nün üzerinde her biri tarihten kalıntılar taşıyan 5 tane ada bulunuyor. İkiz Adalar, Menet, Kahveasar, Kapıkırı adaları. Bu adalara göl kıyısından tekne turlarına katılarak ulaşıp keşfetmek de mümkün. İkiz adalarda Meryem Ana manastır kalıntıları ve kale kalıntıları, Menet ve Kahveasar'da şapel ve kilise kalıntıları, surlarla çevrili Kapıkırı Adası'nda yine Helenistik dönemi yansıtan manastır ve şapel yapıları görülüyor. Bazıları çok iyi korunarak bugüne ulaşmış olan yapılarda antik dönemlere ait freskler ve zengin biyoçeşitliliği incelemek zamanın ve doğanın derinlerinde yolculuk ediyormuş hissini yaratacaktır.



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder