Sayfalar

21 Ağustos 2022 Pazar

 ZERZEVAN KALESİ' NDEN MİTHRAS TAPINAĞI'NA VE TARİHİ MARDİN'E YOLCULUK 

Mardin, Venedik ve Kudüs ile birlikte, dünya üzerinde tamamı sit olan, yapı dokusu bozulmamış üç kentten biri. Mardin'e uzanacak yolum bu defa; Zerzevan Kalesi'nden başlayacak, Mithras Tapınağı'nın gizemlerine uzanacak. Ve sonrasında, Mardin lezzetleri ve kültürü ile dolu dolu bir gün olacak. Roma'nın sınır garnizonu olan Zerzevan Kalesi'nin tarihi M.Ö. 880 yılına kadar gidiyor. Zerzevan Kalesi 'nin altındaki '' Mithras Tapınağı '' bugünlerde dünyayı yöneten ''Rothschild'' ve ''Rockefeller'' ailelerinin temsilcilerinin akınına uğruyor. Bu ailenin günümüzde halen Zerzevan Kalesi'ne yılın belli zamanlarında gelerek ayin ve ritüellerini yaptıkları iddia ediliyor. Bill Gates'in de sık olarak bölgeyi ziyaret ettiği biliniyor.  Ayrıca, kazılar sırasında bulunan 3000 yıllık rozet üzerindeki sembollerin ise Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluş sembolünün birebir aynısı olduğu görülüyor...
Roma İmparatorluğu'nun doğudaki en uç sınırını oluşturan Anadolu'nun güneydoğusu ekonomik, siyasi ve stratejik açıdan her zaman önemini korumuş, bu coğrafyada hakimiyet kurmak için dönemin iki büyük gücü Roma ve Parth / Sasaniler büyük mücadele vermişler. Bu nedenle kilit noktada yer alan ve Roma'nın askeri yerleşimi olan Zerzevan Kalesi'nde yeni başlayan kazı çalışmaları, bölgenin Roma Dönemi'nin aydınlanması açısından oldukça önemli bir rol üstleniyor. Yerleşim konumu itibariyle bütün vadiye hakim, antik ticaret yolu üzerinde, geniş bir alanı kontrol altında tutan, stratejik bir Roma Garnizonu. Bununla birlikte Zerzevan'da sadece askerler kalmamış, aynı zamanda siviller de yaşamış. Zerzevan Kalesi kazı ve restorasyon çalışmaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izinleri ile 2014 yılında başlamış ve halen devam ediyor. Zerzevan Kalesi ve Mithraeum 2020 yılında UNESCO Dünya Geçici Mirası listesine alınmış.
Görüntüdeki yerleşim ''Arsenal'' kilisenin kuzeyinde ve yerleşimin en büyük yapısı. Dar uzun forma sahip, iki bölümlü olan bu yapı 10,9 * 36,4 metre boyutlarında. Beşik çatıya sahip çatının silah deposu (arsenal) olduğu düşünülüyor. Yapının işlevi hakkındaki detaylara ancak gerçekleştirilecek kazılarla ulaşılabileceği belirtiliyor.
1800 yıl önce yapılan tapınağın yeri elbette rastgele seçilmemiş. Mithrasçıların tamamı astronom ve uzay bilimcisi. Duvarlarda Mithras'ın yedi aşamasının simgesi var. Ve her biri Merkür'den Satürn'e bir gezegeni simgeliyor.
Yapının doğu duvarında ana kayaya oyulmuş sütunlar ve ortada büyük, yanlarda iki küçük niş bulunuyor. Ortadaki büyük niş etrafındaki iki sütun üzerinden yükselen kuşak üzerinde ve diğerinde iki kuşakta boya kalıntıları görülebiliyor. Mithras'ın boğayı kurban ettiği sahnenin yer aldığı plakada yine bu ortadaki büyük niş bulunmaktaydı. Su çanağı ve havuz, duvar içinden geçen bir kanal ile bağlantılı. Mithras dini törenlerinde su ve kan kullanıldığı bilinmektedir.Peki bu gizemciler kimlerdi? 
Mithras dini için Tarsus'lu Aziz Paul ; ''Anavatanımız gökyüzüdür. Kurtarıcımızı da oradan bekleriz. O bizim zavallı gövdelerimizi kendi muhteşem vücuduna dönüştürecektir. Çünkü o bütün evrene boyun eğdiren gücün sahibidir. Henüz olgunlaşmamışken bizler uzayın temel güçlerinin esiriydik. Ama günü geldiği zaman bizleri kurtarmak için Tanrı oğlunu gönderdi... '' diyecektir.
Mithras, İran Tanrısı Mithra ile iç içe. Ama bu yeni dinin Pers Mithrta diniyle inanç ayrıntısı ve ritüeller bakımından bir benzerliği yok. Pers Tanrısı Mithra'nın sembolü güneş ve güneş tanrısı.
Ancak Mithras dininde güneş, Mithras'ın önünde diz çökmüş olarak gösteriliyor. Mithras, evreni yöneten çok güçlü bir Tanrıdır. Ve güneşle o, yıldızların en güçlüsüdür. Ancak Mithras'ın karşısında bir hiçtir. Mithras inancının gizemi '' Hipparkos'un (Hipparchus) '' buluşudur. Bu dine girenler bu sırrın yani Mithras tarafından evren sisteminin değiştirildiği gizin saklayıcısıdırlar. Bir örnek verirsek; Masonlar, çalışmalarına evrenin ulu mimarının adını anarak başlarlar. Mithrasçılar da bu gizi öğrenmek isteyen adaylar dine giriş ritüelinde yedi aşamadan geçiyorlar. Bu aşamalar ; kuzgun, gelin, arslan, asker, pers, güneşin koruyucusu ve baba aşamalarıdır. 

Mithras Tapınakları, Mithras'ın kayadan doğduğuna inanıldığı için yer altındaki kayalıkların içinde yer alıyordu. Bu mağaralar bir dizi yer altı geçidi ile birbirine bağlı ve bu geçitler külte kabul törenlerinde kullanılırmış. Su, yeraltı suları ya da kuyular tapınakların olmazsa olmazıydı. Su; bilgiyi taşıyan, enerji alanını büyüten, kristalize yapısı ile bir de L hatlarının bu önemli noktalarındaysa tapınakların kurulması için bir işaretti. Burada yapılan ritüellerin ve ayinlerin etki alanının muazzam olduğu biliniyor. 
Mithras tapınaklarını genellikle yeraltında inşa edildikleri için aralarında çok zengin ikonografinin de bulunduğu içerikler çok iyi korunmuş. Yer altında olması şu an onları daha iyi gözlemleyebilmemizi sağlıyor. Bu nedenle Mithraizm, antik dünyanın en çok bulguya sahip olgularından birisi. Mithraizm'in mirası olan açıklanamayan çok sayıda arkeolojik eser, klasik ve din bilimlerinin çözüm bekleyen büyük bilmecelerinden birini oluşturuyor.
Anadolu'da yani Tarsus'da doğduğu düşünülen Mithraizm, Roma lejyonları ile Roma dünyasını ve  özellikle Orta Avrupa'yı etkilemiş. Gizliliğin bir sonucu olarak da kültün öğretisi yazılı hale getirilmediği için antik dünyanın hala bilinmeyen en ilginç dinlerinden biri olma özelliğini hala koruyor. Öğretiler sadece sözlü olarak aktarılıyor ve hak eden asil üyelere aktarıldığı için de günümüz tarikatlarının hala koruduğu sırlardan...
İlginç olanı ; Merkezinin Tarsus olduğu söylenilen bu inanç '' boğa kültü '' ile sembolize ediliyor. Tarsus ; Taurus yani boğa ve elbette boğa takım yıldızına gönderme içeren bir isim... Tıpkı Toros dağlarının isminin de buradan geldiği gibi. Mithras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanı ile hem yıkanılır hem içilirmiş. Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın simgelediği Tanrı'nın gücüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Hem Ekinoksların o dönemde bu burçta gerçekleşiyor olması hem de boğa kültünün hala devam ediyor oluşu bu yüzden çok önemli. Tarsus'da Staocular arasında öne çıkmaya başlamış bir din. Ve Staocular'a göre, uzay ve yıldızlar canlı ve kutsal varlıklardı. Gezegenler bir süre sonra evren ilk yaratıldığında uzayda aldıkları noktaya geri dönecek ve işte her şey o zaman yok olacaktı... Bu inanış, Roma'da kıyamet teorisi olarak kabul edilen ve uzayın ömrünün gezegenlerin devinimi ile belirlendiğine inanılan bir görüştü. Bu inanışa göre dünyada vücut bulmaya gelen ruhlar Zodyak'ın  en kuzeyindeki Yengeç burcunda bir kapıdan girip öldükten sonra Zodyak'ın en güneyinde yer alan Oğlak burcundaki bir kapıdan göğe yükseliyorlardı ve Staocular Mithras'a yaradılışın Tanrısı diyor ve bu ruh trafiğini yönettiğine inanıyorlardı. Ve, kadim Mithrait gizemlerine ve modern Masonluğun ritüelleri, sembolizme çok fazla benzerlik olduğu uzun zamandır biliniyor. Mithra gizemleri, Katolik kilisesinin onları kesin olarak bastırdığı M.S. 2. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar Roma İmparatorluğu'nda gelişmiş. Masonluk için 16. yüzyıldan kalma sağlam belgeler bulunuyor ve tarikata ait belgeler yetersiz ve genellikle şifreli. Ancak çeşitli tapınaklarda Yunanca ve pek çok Latince grafiti bulunuyor. Bu yazılar, Roma Avrupası'nın kuzey batı ucundaki Hadrian duvarından Suriye'deki '' Dura Eyoporası '' na kadar güneydoğudaki Fırat sınırına kadar uzanıyor. 
Tapınak şövalyelerinden beri tüm ezoterik tarikatların, onların mirasçısı olan masonların dini ve ulusal kimliklerin üzerinde bir kimlik inşası için çalışanların Rockefeller'lerin, 
Rothschild'lerle birlikte başını çektiği küresel sermayenin tek dünya devleti projesinin temel dayanağını oluşturuyor ve buradan bakıldığında vatansız, ırksız, dinsiz bir dünya fikrinin köklerinin 1000 yıl öncesine kadar uzandığı söylenebilir. Çünkü mithraizm de etiketinizin ve soyunuzun bir önemi yoktur. Zengin olmanız ya da fakir olmanız önemsizdir. Önemli olan mithraizm inancında olmanız ve sınavları geçebiliyor olmanızdır. Bu yüzden din ve ırk kavramlarındansa seçkinci bir fikre sahipler. Seçkin kişinin o olduğunu ise ayinler ve ritüeller belirler. Ve tanrısallık atfedilen bu insanlar için geri kalan herkes Tanrı'ya sunabilecekleri fazlalıklardır. Çünkü idrakları yeterli değil yapı taşlarında uygun donanıma sahip değillerdir. Mithras geleneği ve Masonluğun ve hatta ritüellerin hala aktif olduğu ve benzer bir eğitim aşamasından geçtiklerini aslında anlayabiliyoruz. Bu yüzden bu ilginin bir sebebi de tapınağın astronomik konumdan aldığı güce dönük inançtan olsa gerek. En iyi korunmuş tapınaklardan biri de Zerzevan Kalesi'nde...
Mithrasçıların dahi astronomlar olduğu ve büyü, ritüel gibi enerjilerle uğraştıkları biliniyor. Su ve kuyu, alan enerjilerini asla kaybetmez... O alanda benzer ritüellerin devam edebileceği de bu isteklerden anlaşılmıştır. Tarsus, Diyarbakır, Göbeklitepe hatta İstanbul Ayasofya önemliyse Mithrasçı gelenekçiler için de bu bölgeler çok önemli. Tanrılarıyla iletişim kurabilecekleri ve belki de kendi tapındıkları ilahlarını memnun etmek için sahip olmak istedikleri alanlar buralar... Bugüne kadar hiçbir yerde söylenmemiş olsa da  önümüzdeki zamanlarda Çorum adını da çok duyacağız. Anadolu'da başladı ve Anadolu'da bitecek yer ve göğün savaşı...
Savunma amaçlı inşa edilen askeri yerleşim 12-15 metre yüksekliğinde, 2,2-3,2 metre kalınlığında surlarla çevrelenmiş. 1,2 km uzunluğundaki sur duvarına belirli aralıklarla yerleştirilmiş 10 adet burç ve 2 adet kule tespit edilmiş.
Arkeolojik kazı çalışmalarında bulunan 3000 yıllık rozet...

Rozet üzerindeki sembollerin ise Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluş sembolünün birebir aynısı olduğu görülüyor...


Devam eden kazı çalışmalarıyla tüm görkemi zamanla ortaya çıkacak gizemlerle dolu Zerzevan Kalesi'nden çok etkilenmiş olarak Mardin'e geldik. 
Tatlarını denedikten sonra çok özel olduğuna daha bir inandığım '' Doboo Restaurant '' a geldik. Doboo adı Mardin'e özgü yöresel bir başyapıt lezzetten geliyor.
Tamamı yöresel lezzetlerden oluşan lezzetlerden seçimimizi yaptık ve bu lezzetler masa da yerini aldılar...
Doboo ; Süryani mutfağına ait bir lezzet. Kuzu butu baharatlanıyor, özel hazırlanan sosu ilave edilerek bakır tencerede 8 saat kısık ateşte pişiriliyor ve pilav ile servis ediliyor. Çok sevdiğimiz bir tat oldu.
Yöresel Alluciye ; Kuzu etinin yeşil erik ve taze soğan eşliğinde pişirilmesinden elde edilen sulu yemek üzerine taze maydanoz ilave edilerek servis ediliyor. Alluciye, alışkanlık yapacak türden bir lezzet.
Yöresel ara sıcak tabağında üç yöresel lezzet bulunuyor. Kızartılmış içli köfte, haşlanmış içli köfte yanında senbusek ile servis ediliyor.
İçecek olarak; Doboo şerbet aldık. Şerbet; nar, erik ve 30 çeşit baharatın özel tarif ile kaynatılıp dinlendirildikten sonra servis ediliyor. İçecek; hazmı kolaylaştırıp, bağışıklığı güçlendiriyor. Bu lezzetlerin yanında daha iyi bir başka içecek tercih edilemezdi... Doboo Restaurant'ta ayrıca ; Peynirli kahiye, etli dolma, zeytinyağlı sarma, etli ekmek, dana kavurma, kaburga dolması, işkembe dolması, saray yahnisi, Mardin zırh kebabı gibi özel seçenekler de var. Tatlı olarak; Dokulmay tatlısı, cevizli burma, peynirli helva gibi enfes seçenekler bulunuyor.
Mardin için yine bir gezi planım var ama bu gezide, biraz da sokakların ve ayaklarımızın götürdüğü yere gittiği saatler geçirdik. Zaman akarken önümüze geliveren mekanlar arasında serbestçe dolaştık...  '' Mor Behnam ve Kız Kardeşi Saro Kilisesi ''  ya da bilinen diğer adıyla '' Kırklar Kilisesi '' önüne geldik.
569 yılında Süryaniler tarafından Mor Behnam ve kız kardeşi Saro adına inşa edilmiş. Kilise de üç giriş kapılı ince taş işçiliği ile işlenmiş mihrapları, dört yüz yıllık ahşap mihrap kapıları, 1500 yıllık kök boya ile baskı perdeleri, geniş avlusu içinde çan kulesi evi ve adeta dantel gibi işlenmiş taş oymacılığı örneklerinin yer aldığı divan görülebilir. 1170 yılında kırk şehitlere ait kemikler bu kiliseye getirilmiş.
Kırkların öyküsü çok ilginç... 3. yüzyılda Roma İmparatoru Dokios tarafından Hristiyanlar üzerine büyük baskı uygulanıyordu. Kapadokya'da Hristiyanlığı benimsemiş Yunan kökenli kırk asker İmparatora baskılar nedeniyle isyan edince tutuklanırlar ve Sivas'a sürgün edilirler. Sivas'ın soğuğunda bir buz göletinin içine atılırlar. Gece yarısında göletin üzerinde parlak bir ışık belirir ve kırk asker birer taçla ödüllendirilirler.. Sabaha karşı donarak yaşamlarını yitiren bu askerler Hristiyanlık dünyasında evrensel olarak şehit kabul edilmektedirler ve onlar adına değişik yerlerde kiliseler ve manastırlar inşa edilmeye başlanır.
Kırklar Kilisesi bugün Mardin'de hem ziyarete hem de ibadete açık kiliselerden. Aynı zamanda Metropolitlik Kilisesi. Kilisenin avlusunda oturduk ve bu mimari şaheseri izledik.
Eski Mardin'in tek caddesi olan birinci caddenin başlangıcında bulunan Cumhuriyet Meydanı'na geldik.  Mardin, İnsanlığın ortak mirası bir kent. Asuri, Keldani, Ezidi, Süryani, Mihellimi, Kürt, Arap ve Türk halklarının kardeşçe yaşadığı bir başka yer...  Mardin, Ermeni ustaların incelikle işlediği taştan yapılarla bir açık hava müzesi görünümünde. Adeta Mezopotamya'yı izler gibi duran Atatürk Heykeli'nin de bulunduğu bu geniş meydanda çok dikkat çekici Mardin Müzesi binasına doğru yürüdük. Bugünün Mardin Müzesi'nin görkemli binası, 1895 yılında Antalya Patriği '' İgnatios Behnam '' tarafından  '' Süryani Katolik Patrikhanesi '' olarak yaptırılmış. Binanın doğu kısmında Meryem Ana Kilisesi yer alıyor. Binayı Süryani Katolik Vakfı'ndan satın alan Kültür Bakanlığı, restore ederek 2000 yılında '' Mardin Müzesi '' olarak hizmete açmış. Daha beş ay önce karlı bir günde geldiğim Mardin'de, kış görüntülerine tanık olduğum Müze'nin teraslarından yaz aylarında meydanı ve Mezopotamya'yı seyrettik.

1890 yılında Şahtana Ailesi için, mimarbaşı Lole tarafından konut olarak yapılmış '' Şahtana Ailesi Evi '' önüne geldiğimizde toplanan kalabalık ile beraber Türkçe, Arapça, Kürtçe şarkılar söyleyen ve dans eden grubu izledik.
Daha önce de geldiğim '' Şehidiye Camii ve Medresesi '' avlusunda gezdik. 1214 yılında Artuklu hükümdarlarından '' Melik Mansur Nasreddin Aslan '' tarafından medrese olarak inşa ettirilen yapı oldukça etkileyici ve ortamı huzur vericiydi.
Mardin Valiliği'nin tarihi binasının önünden geçtik.
Kışın yaptığım ilk Mardin gezisinde çok etkilendiğim ve bloğumda detaylı olarak yazdığım, Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi'nin içinde bulunduğu yapı, II. Abdülhamid (saltanat: 1876 - 1909) döneminde, Diyarbakır Valisi Hacı Hasan Paşa tarafından 1889 yılında Süvari Kışlası olarak yaptırılmış ve uzun yıllar bu şekilde kullanılmış. Bu defa Müzeye dışarıdan baktım ve öncelerde kalan müze ziyaretimi hatırladım...
Kaldırımlar üzerinde '' Cahit Zarifoğlu '' nun güzel sözleri yürüyüşü daha anlamlı hale getiriyor...
'' İnsan sevmeli : Bazen bir insanı, yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu...
Zaten sevmese insan, insan mı olur ?  ''
Kışın TRT Belgesel ekibi, Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi'nde çekim yaptığından Zinciriye'yi gezememiştim.  Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılan Sultan İsa Medresesi, doğu ve batı uçlarındaki dilimli kubbeleri ve doğu tarafına rastlayan yüksek anıtsal portalı ile çok uzaklardan bile dikkat çekiyor.
Dilimli kubbelerinin hemen yanından Mezopotamya'ya bu görüntüden baktık.
Bu manzara herkes gibi bizlerinde hafızalarında yer etti. Çok etkileyiciydi...
Sultan İsa Medresesi, Mardin' de hüküm süren son Artuklu Sultanı '' Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih '' tarafından 1385 yılında yaptırılmış. İlk defa Mardin' de görülen Timur ve ordusu ile savaşmış olan Melik Necmeddin İsa, yenilince bir süre bu medresede hapsedilmiş.
Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi'nin isminin ilginç bir hikayesi var. Kentin ilk kurulduğu yıllarda şehri yılanlar ve akrepler sarıyor. Bir çok insan yılan ve akrep sokması sonucu hayatını kaybediyor. Alimler bir araya gelerek çözüm arıyorlar ve sonunda Medrese ile Ulucami arasına bir zincir çekmeye karar veriyorlar. Rivayete göre, bir daha kimse yılan ve akrep sokmasından ölmüyor. Medresenin içinde bulunan Caminin en önemli özelliği mihrabın ışık geçiren taşları...



Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi'nin anıtsal kapısı bir mimari harikası. Taş süslemelerin başlıca motifleri; burma, lale, üzüm salkımları ve karanfil.

Aşağıya indik, 1. Cadde'de yürümeye devam ettik. Cadde de karşımıza küçük, otantik ve çok şık bir mekan çıktı. '' Harire ''
Harire, geleneksel mutfağıyla ünü tüm dünyaya yayılan Mardin'in kendine has lezzetleri arasındaki an tatlı yorumlarından... Mardin'de yetişen seçkin bir üzüm türü olan Mazruna üzümlerinin lezzeti asırlardır yöresel bir tatlı olarak sofralarda Harire ile yer buluyor. Mardin'e özgü un ve Mazruna üzümleriyle hazırlanan Harire tatlısı, ceviz ve tarçın servisiyle büyülü bir lezzete dönüşüyor.
Arapça kökenli bir kelime olan Harire'' ipeksi '' anlamıyla dokusu ve görünüşü hakkında ipucu verirken, besleyici özelliği ve eşsiz lezzetiyle damaklarımızda iz bıraktı. Diğer tercihimiz zerde benzeri '' Tabbaka '' tatlısı da çok özeldi... Yanlarında, buraların olmazsa olmazı Reyhan Şerbeti eşlik etti.
Mardin'e özgü Nergis kolonyası ve diğer farklı kolonyaları da burada bulabilirsiniz.
Mardin'e gelip de Ulucami'ye gelmemek olmaz... Mardin Ulucami, Artuklular devri mimari örneklerinden. Yapıldığında iki minaresi olan yapı kesme taştan yapılmış. Cami kubbesi dıştan yivleme tekniği ile oluşturulan dilimli bir yapıda. Bu yapı stili daha sonra Mardin mimarisinde gelenek haline gelmiş.
Enine gelişen yapı, mihrap önü kubbeli. Dikdörtgen biçimli geniş avlusu Caminin kuzeyinde bulunuyor. On altı kitabesi bulunan camiyi, minare üzerindeki 1176 tarihli kitabeye göre Diyarbekir Meliki II. Kutbettin İlgazi yaptırmış.


Mardin kentinde ilk yerleşim kale içinde oluşmuş. Yüzyıllar içinde kent surların dışına yayılır. Kenti ikiye bölen tek caddenin iki yanında yer alan; Cami, medrese, türbe, kilise, hamam, çeşme ve evler, daracık sokaklar, merdivenler ya da yöre de '' abbara '' denilen üstü tonozlu geçitlerle birbirine bağlanmış. Mardin çarşısı da bu caddede. Mardin evleri, kalenin eteklerinden aşağıya doğru, hiç bir evin gölgesi birbirinin üzerine düşmeyecek şekilde yerleştirilmiş. Güneş ışınlarının aksi yönüne doğru açılan dar sokaklar yazın kavurucu sıcağında Mardinlilere gölge sağlıyor. İçinde genellikle birer kuyu bulunan evler, gündüzleri bile ışık yakmayı gerektirecek kadar güneş ışığından yoksun. Taşların özelliğinden dolayı evlerin içi yazları serin, kışları sıcak oluyor.
Birinci Cadde de dikkat çekici bir başka yapını önüne geldik. Burası 397 yılında Bizans döneminde kurulan '' Mar Hırmız Keldani Kilisesi ''

Keldani adını hepimiz duymuşuzdur ancak hafızalarımızda sadece bir isim olarak kalmıştır. Kilise içindeki sunumda verilen bilgileri dikkatle dinledik.
Keldaniler, Süryanilerin Katolik olan bölümü. 1553 yılı itibari ile Nasturi Hristiyanların bir kısmı Katolikliği benimser ve Papa otoritesini kabul ederler. Yeni kurulan bu kiliseye '' Keldani Kilisesi '' adı verilir ve bu tarihten sonra Katolikliği benimseyen Doğu Kilisesi Hristiyanlarına 'Keldani' adı verilir.

Bazıları ise, Keldani adının bu halka Katoliklik sonrası verilmediğini, ismin antik bir Güney Mezopotamya halkı olarak Kaldelilerden geldiğini savunur.


Mardin'de bulunan Katolik cemaat tarafından hala kullanılan ve ibadete açık olan kilise bölgenin en eski Katolik kiliselerinden birisi.

Mar Hırmız Keldani Kilisesi'nin ihtiyaçla orantılı olarak orjinal haline eklenen bölümlerle büyütüldüğü bilinmekte. Kilise içindeki ikonlar, tablolar ve yapılar çok dikkat çekici.

İçeri girişte sembolik bir ücret alınıyor. Özellikle dilek dilemek isteyenlerin ve mum dikmeyi amaçlayanların bölgede en çok ziyaret ettiği kiliselerden birisi.
İki nehir arasındaki Ülke diye adlandırılan Mardin'in tarihi eserlerinden bir kısmını görmüş olmanın ve yöresel lezzetlerini tatmış olmanın mutluluğu ile şehirden ayrıldım. Mardin'in daha çok görülecek yerleri var...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder