Sayfalar

24 Mayıs 2022 Salı

 DİYARBAKIR SURİÇİ' NDE KAYBOLMALAR ...     (DİYARBAKIR)

Tuhaf bir büyüsü var. Beni de büyüledi. Uzun saatler, sokaklarında bir o yana bir bu yana yürümeyi seviyorum. Neler çıkıyor her adımda karşıma... Diyarbakır'a gitme nedenim başka olsa da ne yapıp edip kendimi mutlaka Sur'a atıyorum.

Siirt'ten Diyarbakır'a, Batman ve Bismil'den geçen yoldan mı gitmeli '  ya da Veysel Karani, Kozluk ve Silvan üzerinden mi gitmeli ? Bu tercih bile zordur bu güzel coğrafya da. En iyisi biz Silvan üzerinden gidelim Diyarbakır'a... Yol üzerinde Malabadi Köprüsü'nü görmeli, bakmalı, üzerinden yürümeli en iyisi... 
Evliya Çelebiye göre bu köprü, Abbasiler dönemine ait bir mimari şaheseridir. Seyehatnamesi'nde '' Kemeri öyle geniş ki, Köprünün altına Ayasofya'nın kubbesi girer '' der.. Malabadi Köprüsü'nün Orta Çağ' daki Türkçe kaynaklardaki adı : Akarman veya Karaman Köprüsü olarak geçiyor. Diyarbakır Tarihi Eserler Envanteri'ne kayıtlı. Artuklu Beyliği Döneminde, Timurtaş Bin-i İlgazi tarafından 1147 yılında yaptırılmış. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda, yüksekliği ise su seviyesinden kilit taşına değin 19 metre. Köprünün yapımında özel ve renkli taşlar kullanılmış.
Bosna daki Mostar Köprüsü'nün ikizi olarak kabul ediliyor. Silvan-Bitlis yolunda ve Batman Çayı üzerinde. Malabadi Köprüsü bir rekorunda sahibi.. Dünyada günümüze ulaşan taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olanı. Malabadi Köprüsü'nün bir efsanesi var..
 '' Bad, nehrin karşı kıyısında yaşayan bir kıza aşıkmış. Nehrin üzerinde köprü olmadığı için, Bad sevdiği kıza ulaşamazmış. Her ikisi sadece nehrin kıyısından karşı karşıya konuşurlarmış. Kız bir gün, Bad'ın yanına gitmeye çalışırken suya kapılmış. Bad tüm aramalarına rağmen, sevdiği kızı bulamamış. Bad, Silvan'ın o dönem ki Beyi'nin yanına gidip '' Sevdiğim kız yanıma gelmeye çalışırken suya kapılıp boğuldu. Gelin burada bir köprü yapalım, insanlar rahatça geçebilsinler, sevdiklerine kavuşabilsinler '' demiş. Silvan Beyi'nin adamları köprüyü yarıya kadar yapmış ancak köprünün kemer açıklığı İstanbul'daki Ayasofya Camisi'nin kubbesinden daha büyük olunca Bad'ı yanına çağıran bey, köprünün kalan yarısını yapıp yapamayacağını sormuş. Bad, beye şu şartı koşmuş; '' Köprünün kalan yarısını tamamlarsam, senin sağ elini bilek hizasından keseceğim '' Aynı şekildde Silvan Bey' ide Bad'a köprüyü tamamlayamazsa sağ kolunu keseceğini söylemiş. Her ikisi şartları kabul etmiş ve Bad köprünün kalan yarısını yapmak için kolları sıvamış. Bad köprünün kalan yarısını tamamlamış ve Beyin sağ kolunu bilekten kesmiş.
Daha sonra köprüye, Kürtçe 'mal' (ev) ve Bad ismini birleştirerek Bad'ın evi anlamına gelen ' Malabadi ' adı verilmiş. Köprünün üstündeki kesik el figürünün iddiayı kaybeden Silvan Beyine ait olduğuna inanılıyor..
Malabadi Köprüsü, insanlığın engelleri aşma çabalarının, mühendislik ve mimari birikimin somutlaştığı en mükemmel örneklerden biri olarak adeta zamana meydan okuyor.
Diyarbakır'da sabahın erken saatleri. '' Kahvaltıcı Edip '' de Diyarbakır'ın dillere destan kahvaltısını yapmak iyi fikir. Ama bu gelişler hafta sonuna ya da bayram günlerine denk geldiğinden Kahvaltıcı Edip'i açık bulamıyoruz. Tarihi Hasan Paşa Hanı hemen yakınımızda. Han içinde üst katta Diyarbakır'ın iyi kahvaltıcıları var. Çok turistik olmuş bu mekanları tercih etmiyoruz. Ancak bir şans verelim ve bu atmosferde bulunup Han'ın hareketliliğine tanık olmak için bile değer diyoruz.

Ulu Camii' nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan tarihi han, Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmış. Diyarbakır'ı ziyaret eden seyyahların da hemen dikkatini çekmiş ve hakkında seyyahlar önemli bilgiler vermişlerdir. 1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir :
'' .... Muazzam kagir bir bina olan hanın 500 beygiri barındırabilecek yeraltındaki iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel avlusu, üç kat üzerinde bir çok kagir odaları vardır.... ''
Han'ın bütününde bazalt ve kalker taşının birlikte kullanılması ve özellikle kalkerin yatay olarak yerleştirilmesi, yapının olduğundan daha uzun görünmesine yol açıyor.
Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan mevcut.

Üst katta bir çok kahvaltıcının arasında Kahvaltıcı Kadri'yi tercih ettik.
Kahvaltı da yöresel ürünler çoğunlukta. Özellikle peynirler Diyarbakır'ın köylerinden geliyor ve masa da farklı peynir çeşitleri var. Sıcaklar arkadan geldi. Diyarbakır kavurması her zamanki gibi çok iyiydi.
Genel olarak memnun kalktık kahvaltı masasından. Aklımızda Kahvaltıcı Edip kaldı yine de...
Çok geçmeden önümüze '' Hacıbaba Pastanesi '' çıkıverdi. Buranın tüm tatlıları iyi ama hemen önünde tuzsuz Diyarbakır köy peyniri ile yaptıkları künefe kuyruk bekletir türdendir.

Yapılışını seyretmek de lezzeti kadar güzel.


Kahvaltı yapıldığına ve Diyarbakırlılara uyulup sıcak künefede yenildiğine göre çok yürümek ve Suriçi'nde kaybolmak zamanı.. Görmek istediğimiz yerler listemizde. Ama, sora sora bulacağız buraları. 
Dar ve etkileyici Suriçi sokaklarında epeyce ilerledik. Sora sora geldik, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Dengbej Evi'nin dış kapısına. Karacadağ taşı ile yapılmış yüksek duvarların arkası adeta hazineler saklıyor Diyarbakır'da.


Diyarbakır'da Kürtler, bütün folklorik, edebi, sosyal ve siyasi anlatımlarını; ''Zarbej'' , ''Çirokbej'' , ''Dengbejler'' yoluyla günümüze taşımışlar. Ermeni, Süryani ve Yahudiler ise dini inanışları nedeniyle tüm sözlü anlatım gelenek ve kültürlerini yazılı olarak da kaynaklara aktarmışlar.
Mezopotamya'da farklı din ve etnik yapıya sahip halkların, kültürlerinin ortak bir noktası da sözlü halk kültürü. Halklar tarih boyunca yaşadıkları değişim ve dönüşümü, kültürlerini söze dönüştürerek geleneksel bir aktarım yöntemiyle kuşaktan kuşağa taşımışlar.
Bayram gününde gittiğimizden Dengbej Evi kapalıydı. Görevliler büyük bir incelikle kapıları açarak gezmemize izin verdikleri gibi güzel bilgiler de verdiler. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, bu tarihi yapıyı restore ederek Dengbejlerin buluşma, toplanma ve sanatlarını misafirlerle paylaşabildikleri bir yer haline getirmiş. Haftanın belli günlerinde Dengbejleri dinlemek mümkün oluyormuş.
Yaşadığı coğrafyanın tarihi kadar kadim bir Kürt sözlü anlatım geleneği olan Dengbejlik; müzik, edebiyat, tarih, folklor ve sanatın birçok alanını kaynak alıyor.
Dengbejlik, İslamiyet'le birlikte erkekler tarafından geliştirilmiş. Öykülemeyi iyi bilen, hafıza algısı yüksek, doğaçlama yeteneği olan, toplumsal bir misyona sahip, sözü kelema, kelami  ''kilam'' a (Kilam; kürt kültürünün sözlü taşıyıcıları olarak kabul edilen dengbejlerin söylediği eserlere verilen ad ) dönüştürülebilen, söze nefes veren, kilama yaşam veren, ''destur'' la divanın başına geçebilecek yeterlilikte olan, kilamın sanatını yapabilen kişiye '' Dengbej, Kilambej, Lawikbej, Heyranbej, Makambej '' deniyor. 
Şevberkler'de (divan geceleri) dengbej, divanın başına geçerek söyleyeceği eserin ve hikayenin kaynağını zikrettikten sonra, avucunu kulağı ile ağzı arasında dengeleyerek sesini bir enstrüman gibi kullanır.

Eser, okunan makamın biçimine, bölge ve yöresine göre, kilam, lawik, heyran, makambeji veya hubeji olarak da adlandırılıyor. 
Dengbejler, eserlerini nesilden nesile geleneksel usta-çırak yöntemiyle köy, bucak dolaşarak icra ediyorlar. Tarihi olayları, destanları, efsaneleri, hikayeleri, ağıtları, beliteleri ve ninnileri söyleyerek halk arasında ortak bir bilinç ve duygu oluşturuyorlar. Bu yönleriyle Dengbejler, sözlü kültürel mirası binlerce yıllık kesintisiz bir aktarımla günümüze taşımışlar.
Yaşayan ve şu anda hayatta olmayan dengbejlerle ilgili bu tabela anlamlıydı...
Ulucami önündeki geniş meydana yürüdük. Diyarbakır Ulucami'nin etrafını saran eski çarşıların dar sokaklarında, koridorlarında dolaştık. Asefçiler Çarşısı'ndaki daracık çıkmazın sonundaki tabelayı ısrarla arayıp bulduk.
Burası, ''Diyarbakır Lahmacun Merkezi''. Kuruluşu 1940. Diyarbakırlılara 1940 yılından beri lahmacun satabilen bir yer ve Türkiye'deki en iyi beş Lahmacuncu arasında gösteriliyor.
Hamuru incecik, kenarları iyi kızarmış, sadece kenarları değil, bütün lahmacun kıtır kıtır ve ilk lokmadan sonra bizim için de en iyiler arasında en üstlerde bir yerlerde yerini alıverdi. Lahmacun acısız ve acılı olarak yapılıyor. Ben acılı tercih ettim. Tatlı acı şeklindeydi. Ayrıca pide çeşitleri, çok rağbet gören kuşbaşılı pidesi de dillerde. Ayran mutlaka isteyin...
Lahmacun fırını herkesin görebileceği şekilde ortaya yerleştirilmiş.
 

Mehmet Usta için yazılmış '' Ustaların Ustası '' şiiri duvarda dikkatimi çekti. Bu kadar çok sevilen bir yer ve bir Usta. Kalite boşuna değilmiş. Benimde listeme girdi Diyarbakır Lahmacun Merkezi.
Akılda kalan lezzetlerden sonra çok fazla yürümeden ''Sülüklü Han '' ın dış kapısına geldik.

Sülüklü Han'ın kapısından girip geniş galeriden yürüdükten sonra bizi Diyarbakır'ın en özel yerlerinden birisi karşılıyor. Ortasındaki asırlık çınar ağacı ile müthiş bir yer.
1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından inşa ettirilmiş. Bir dönem handa bulunan kuyudan hekimler tarafından sülük çıkarılırmış.. Şifa amaçlı toplanan sülüklerin burada toplanılmasından dolayı hana Sülüklü Han ismi verilmiş.
Üst katlarının dinlenme odası, alt depoların ise hayvanların konaklama yeri olarak kullanıldığı han Kurtuluş Savaşı sırasında süvari birliklerinin karargahı olarak kullanılmış.
Alıç suyu ve karadut suyu içtik. Özellikle ilk defa denediğimiz alıç suyu bir lezzet başyapıtı gibiydi. Karadut suyu ise içtiklerimin en iyisi. Diyarbakır'a giderseniz bu iki tat için bile Sülüklü Han'a gidilir. Arkasından kumda pişen çok güzel bir kahve içtik.
Bu arada yağmur için için yağıyordu. Büyük çınar ağacının dalları ve yaprakları yağmuru engelliyordu, bir süre sonra yağmur şiddetini arttırınca insanlar bizim gibi revaklı bölümün altına sığındılar.
Sülüklü Han'da Diyarbakır yöresinin çok özel bağlarından elde edilen şarapları da tatmanız mümkün. Diyarbakır işte. Her şey mümkün ve şaşırtıcı...
'' Cemil Paşa Konağı '' ya da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi girişine geldik, aynı daracık sokaklardan yürüye yürüye...
Sivil mimarinin en güzel örneklerinden olan konakta Diyarbakır'ın çok kültürlülüğüne tanıklık eden 1500'e yakın eser sergileniyor.
Cemil Paşa Konağı; harem ve selamlıktan oluşuyor ve geniş bir avlusu bulunuyor. Haremlik kısmının kuzey tarafı kışlık, güney tarafı yazlık olarak, doğu ve batı kısımları da mevsimlik olarak kullanılmış. Selamlık kısmında ise ahırlar, hizmetli odaları, kabul odaları, kahve odaları, mabeyn odası, dikdörtgen bir çerçeveye sahip elips bir havuz var.

İki girişi bulunan konağın yapımında kesme bazalt taş ve yapıya hareketlilik kazandırmak amacıyla ''cıs'' adı verilen malzeme kullanılmış. 1970'lerden sonra terk edilmiş durumda olan konak 2014 yılında tarih ve kültür müzesi olarak açılmış.
Cemil Paşazade ailesine adını veren Hafız Mustafa Efendi'nin oğlu Ahmed Cemil Paşa, Osmanlı belgelerine göre 1815-16 yılında bu konakta dünyaya gelmiş. Sıbyan mektebinde iyi bir dini eğitimin yanı sıra Arapça ve Farsçayı öğrenen Ahmed Cemil, 16 yaşında Diyarbekir Vilayeti Tahrirat Kalemi'nde memuriyete başlamış. Vilayet Meclisi üyeliğinden sonra 1869 yılında Ergani-Maden kazası kaymakamlığına atanır. Ahmed Cemil, Siirt mutasarrıflığı döneminde ''paşalık'' ünvanı almış. Malatya, Yemen, Hudeyde Sancağı mutasarrıflığı yaptıktan sonra 1892'de emekli olarak Diyarbakır'a geri döner. Ahmed Cemil 1902 yılında vefat etmiş.
Yaşam tarzına ve toplumsal ilişkilerine bakıldığında, ailenin hem aristokrat hem de halkla bütünleşen bir yapısı olduğu görülürmüş.
Kürt kültüründe olduğu gibi Cemil Paşa ailesinde de misafir ve misafirlik önemli kavramlarmış. Gerek Diyarbekir'de gerekse sürgünde yaşadıkları dönemde ailenin kapısı herkese açık, her kesimden misafirleri olurmuş.
Siyasetçiler, kaçakçılar, kadın kaçıranlar, kan davalı olanlar dahi gelirlermiş. Misafirleri karşılama da bütün aile fertlerinin uymak durumunda olduğu kurallar varmış: Birincisi kimse gelen misafirlere adını sormaz. İkinci olarak, nereden geldikleri ve son olarak da ne zaman gideceklerini sormak yasakmış.
Cemilpaşazadelerin bir diğer özgün yanı, geçici misafirler hariç sürekli olarak yüzden fazla insanın yaşadığı konaktaki iç ekonomik ilişkilermiş. O evde kim doğmuşsa ya da kim yaşıyorsa, herkes ihtiyacı kadar konak kasasından yararlanırmış.

Muhteşem bir konakta her bölümü ilgiyle gezmeye devam ediyoruz. Ne çok bilgi öğrendik Diyarbakır ile ilgili burada. Hayranlığım bir kat daha artıyor Diyarbakır'a...
Diyarbakır'ı 1655-1656 yıllarında ziyaret eden seyyah Evliya Çelebi seyahatnamesinde kenti, zanaatçıları bol bir kent olarak tanımlamış ve çarşı sayısının 676 adet olduğunu belirtmiş.
Dünyada ilk yabani üzüm Karacadağ'da yetiştirilmiş. Bölgede 34 çeşit üzümün varlığı biliniyor. Üzüm sadece sofralık değil; şaraplık, şıralık, kurutmalık olarak da üretiliyor. Diyarbakır'ın ilçeleri olan Kulp, Lice, Eğil, Ergani, Çermik, Çüngüş, Karaz, Hazro ve Silvan'da çok sayıda bağ ve bahçe var.
Geçmişte Diyarbakır'da ; İpekçilik, çinicilik, camcılık, pamukçuluk ve dokumacılık gibi zanaatların oldukça gelişkin olduğu biliniyor. Darphane, kirişhane, macunhane, boyahane ve tabakhane gibi birçok üretim tesisinin var oluşu, kent ekonomisinin çağlar boyu gelişkinliğinin göstergesi.


Yaz aylarında 40-45 dereceye varan sıcaklığı nedeniyle dut ağaçlarının yetişmesi için  çok uygun bir iklime sahip olan Diyarbakır, Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli ipekböcekçiliği merkezlerinden biri olmuş. 19. yüzyılda koza ve ipekçilik kent ekonomisinde dikkate değer bir paya sahip ve dokuma sanayinde kullanılan ipek daha çok Süryani ve Ermeni aileler tarafından üretiliyormuş.


Diyarbakır, Anadolu ve Mezopotamya arasında akan ticaretin kesiştiği noktalardan biri, ipek yolu güzergahında da yer alan kent, ekonomik hareketliliğini her dönem korumuş. Kentte; çok sayıda bedesten, çarşı, han gibi farklı ticaret alanları bulunuyor.
Gravürlü İncil, Keldani Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı tarafından sergilenmesi için gönderilmiş.
Diyarbakır'da yüzlerce lezzet durağından birisi olan ''Fırıncı'yı'' öğlen yemeği için tercih ettik.
Tarihi Vahap Ağa Hamamı restore edilmiş ve Diyarbakır'da yörenin geleneksel tatlarını en iyi şekilde sunan harika bir restoran ortaya çıkmış.

Ürünlerin tamamını organik üretim yapan bölgelerden tedarik etmeye çalışıyorlar.
Yolumuz yine Diyarbakır Ulu Cami'ye çıktı.
Yapı olarak ilk ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen Diyarbakır Ulu Camii, dünyanın en eski ibadet yerlerinden. Anadolu'nun hala ayakta kalan ve kullanılan en eski camisi. Miladi 639 yılında Hz. Ömer döneminde fetih edilen Diyarbakır, da bu eşsiz eser, yazılı kaynaklarda Hz. Musa döneminde Sinagog, Hz. İsa döneminde Süryanilere ait Mor Toma Katedrali, fetihten sonra da camiye çevrilmiş. Roma döneminden önce de, ateşe tapanların açık ibadethanesiymiş.
Bu yapı yaklaşık olarak 3400 yıldır hep ibadethane olarak görevini devam ettiriyor. Ulu Cami külliyesi içinde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebine ait dört mescid ve dört mihrap bulunuyor.. Ulu Camii halk dilinde ve resmi kayıtlarda Beşinci Harem-i Şerif olarak geçiyor.


Diyarbakır Ulu Cami avlusunda El Cezeri tarafından yapılan ve tam 800 yılı aşkın süredir işlevini koruyan güneş saatini hayranlık ile inceledik.
Üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen ilk günkü gibi zamanı göstermeye devam ediyor. Güneş saati, başlıklı sütunla bir mermer üzerine yerleştirilen metal çubuğun, güneşin hareketleriyle birlikte çevresinde dönen gölge sayesinde zamanı gösteriyor.
Öyle bir Cami ki : '' Hemen gitmeyin, daha nelerim var görülecek '' dercesine dolu dolu. Avlusunda başımızı kuzey yönüne çevirdiğimizde '' Diyarbakır Yazma Eserler Kütüphanesi '' kapısını gördük.

Diyarbakır Ziya Gökalp Yazma Eser Kütüphanesi'nde, İbni Sina'nın bin yıl önce yazdığı '' Urzucet Fi't - Tıb '' ın da aralarında bulunduğu binlerce el yazması eser özenle korunuyor.
Kurulduğu tarihten itibaren el yazması eserlerin yanı sıra harf devrimi öncesi matbu basım eserlerinde toplandığı kütüphane de, çoğunluğu dini ilimler olmak üzere bir çok alana ait eser, ısı ve nem dengesi sağlanan odada özenle korunuyor.
 
Feqiye Teyran (Kürt Şair, masal ve destan yazarı), Farabi, Ali Şir Nevayi, Ahmed-i Hani gibi daha bir çok tıp, edebiyat ve din alanlarında uzman kişilerin kitaplarının yanı sıra, Osmanlı'da matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın basımını yaptığı eserlerde bulunuyor.


Kütüphane de 2200 elle yazılmış eserin yanı sıra 7000' de matbu eser bulunuyor.


Koruma altına alınan eserler dijital ortama aktarılmış.

Ulu Cami kompleksi içinde yer alan bu yapı, tarihin içinde bir hazine dairesinin içindeymişim gibi hissettirdi. Mimari yapı ve detaylar olağanüstü...

Diyarbakır lezzettir, Diyarbakır tatlıdır... Birbirinden ünlü tatlıcıları vardır. Suriçi'nde Sıtkı Usta'yı görünce fırsatı kaçırmadık. Sizde kaçırmayın bir gün gelirseniz. Soğuk baklavanın mucidinden soğuk baklava çeşitlerini denedik.

Diyarbakır, burma kadayıftır...
Burma kadayıfın büyüsüne kapıldık ama yenilmedik. Soğuk baklava ile kaldık.
Diğer tatlıları da enfestir. Tercih sizin...



Diyarbakır gezilerimde kaldığım otellerden aklımda kalanlar, yine gelirsem burada kalırım dediğim oteller oldu. Plaza oteli, Suriçi merkeze çok yakın, yürüme mesafesinde. Diyarbakır Büyük Şehir Binası'nın hemen yanı başındaki konumu ile iyi bir tercih. Odasından benim küçük parkıma bakmayı sevdim...

Rahatlığını, huzurunu ve yöresel ürünlerle zengin kahvaltısını sevdim.


Bir diğer alternatifimiz : Radisson Blu Hotel... Mezopotamya'nın en kadim kentlerinden biri olan Diyarbakır'da bulunan Radisson Blu Hotel, bizi ünlü Hevsel Bahçeleri ve Unesco tarafından dünya kültür mirasları listesine giren tarihi surlarıyla birlikte karşıladı.
Pastel ve sakinleştirici tonlarla dekore edilmiş odalarında konforunu yaşadık.

Kahvaltı sonrasında terasında güller arasında, gül kokuları ile çay, kahve içmelerimizi sevdim...
Fırınlarında birbirinden güzel hamur işleri çıkar. Çoğu ismini bilmediğimiz, hiç tatmadığımız çeşitler. Ünlü fırınları da çok ama biz Suriçi'nde '' Mecit Ağa Fırını '' ilk göz ağrımız olduğundan dönüşlerde; Orjinal Diyarbakır Ekmeği (mahalle nişanı), Yağlı Ekmek, Diyarbakır Sütlü Ekmeği (Çöreği) alıp gitmeleri sevdik. 
Kahvaltıcı Edip'i açık bulamadık ama buradaki bütün esnafa, lokantalara, kahvaltıcılara, kuyumculara çay veren '' Nizamın Yeri'ni '' bulduk. Közde çayını içtik.

Burada oturup çayımızı yudumlarken tam da Diyarbakır'da olduğumuzu bir daha farkettik...
Nizam Usta, güleryüzüyle koşturup duruyor her yere. Burada kahvaltıcılar her zaman taze ve enfes çayı olduğundan Nizam Usta'dan çay söylüyorlar. Kendileri çay yapmıyorlar.
Çay közde ve bu demliklerde yapılıyor. Her içilen çay bardağı çamaşır suyuyla dezenfekte ediliyor ve sonra kaynar suyla durulanıyor.
Çay suyu bu kazanda kaynıyor. Doyamadık çaylarına... Ulu Cami'ye geldiğinizde hemen karşı sokağında Kahvaltıcı Edip'i, Mecit Ağa Fırını'nı sorun, bulun. Buralarda kime sorarsanız Nizam Usta'ya çıkan yol tarifini hemen yapacaklardır. Ya da buralarda yemek ya da kahvaltı yaparsanız çayı zaten o getirecektir.
Yapmak istediğimiz bir şey daha vardı. Dört ayaklı minare yakınımızda. Rivayete göre; Bir dilek tutarak minarenin çevresinde yedi tur atanın dilekleri kabul olurmuş. Neden olmasın ?
Çevreye aldırış etmeden yedi tur attık çevresinde...  Minare Diyarbakır'ın en önemli anıtsal yapılarından biri. (H. 906)  M. 1500 yılında Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Bey tarafından inşa edilmiş. Halk arasında ''Dört Ayaklı Minare'' olarak adlandırılıyor. Minarenin her bir sütununun bir İslam mezhebini temsil ettiği yorumlanıyor. Yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş olan yapı, Anadolu'nun tek dört ayaklı minare örneği.


Ve... Diyarbakır'da ciğer yenir... Bir çok adres var. Ciğerci Remzi yakınımızda olduğundan yine tercih ettik. Diyarbakır usulü ciğer alışkanlık yapar benden söylemesi...


İşin sırrı ; yöre hayvanlarının doğallığı, ustalık, tarifi kendilerinde saklı baharat tuz karışımı ile önceden buluşan ciğerin közde yapımı...
Suriçi' nde birçok tarihi konak gördük. Birçoklarını da göremedik. ''Tarihi Zerzevan Konağı'' da çok etkileyici. Kültür Bakanlığı tarafından restore edilen konak kafe olarak hizmet veriyor.


Bazalt taştan yapılmış, bir dönem kalabalık ailelerin yaşamını sürdüğü ev örneklerinden.
Avlusu geniş, binanın kendisi de çok güzel bir yapı.

Suriçi'nde böyle kaybolmak çok güzeldir. Bu yazımda Suriçi'nin bir bölümünü tanıtmaya çalıştım. Bloğumda Diyarbakır ve Suriçi'nin başka başka yerlerini anlatan iki yazım daha var. Ancak Suriçi bu yazılarda anlattığım yerlerden daha fazlası. Bu demek oluyor ki: Biz daha çok defa gelmeliyiz Diyarbakır'a.
Siirt'e dönüş yolunda Diyarbakır-Silvan arasında 40. km de Bismil tabelasından bu yola girdim. Yol 40 km böyle devam etti. Sonsuzluğa açılır gibi... Yolda bir çok defa araçtan inerek çevreyi seyrettim. Bir ben vardım buralarda... Hoşçakal Diyarbakır, yine görüşeceğiz...

 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder