Sayfalar

5 Aralık 2022 Pazartesi

 ANKARA'DA CUMHURİYET'İN İLK YILLARINA GEZİLER...

Ankara'yı tanıdıkça, saklı kalmış ve gizemli bir şehir olduğunu düşünüyorum. '' Ankara hükümet merkezidir ve ebediyen hükümet merkezi kalacaktır '' sözüyle M. Kemal Atatürk, bizlere, Ankara'yı kurduğu ve emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'ne başkent yapmış, şehrin geçmiş tarihinin araştırılmasına da öncülük etmiş. İlk olarak başlattığı arkeolojik kazılara bizzat katılmış ve ''kadim medeniyetlere'' ait antik değerlerin tespitini ve korunmasını emretmiştir.
Saklı kalmış gizemli şehir Ankara'da, Cumhuriyet'in ilk yıllarına doğru bir zaman yolculuğuna çıkmaya ne dersiniz ?
1930 yılının başları Ankara... Siyah beyaz görüntüde; Etnografya Müzesi ve önündeki Atatürk Heykeli ile Resim ve Heykel Müzesi yan yana görünüyorlar.
Eylül 2022 başları... İki görüntü arasında tam 92 yıl ... Zaman farklı, mekan aynı... Aynı zamanda Cumhuriyet'in ilklerinin yaşandığı bir yerdeyiz. 
Etnografya Müzesi önünde yer alan ve 1927 yılında yapılan Atatürk Heykeli, Cumhuriyetin ilk heykeli olma özelliğini taşıyor.
Ankara Etnografya Müzesi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatlarıyla yapımına başlanan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk müzesi... Ankara'nın Namazgah adı ile anılan semtinde Müslüman mezarlığı olan tepede kurulmuş. İlk tuğlası İsmet İnönü tarafından 1925 yılında konulan müze, Atatürk'ün direktifiyle Afgan Kralının gelişi şerefine 18 Temmuz 1930 tarihinde halkın ziyaretine açılmış.
21 Kasım 1938 de Atatürk'ün naaşı yine aynı merdivenlerden çıkarılarak, 15 yıl kabir olacak Etnografya Müzesi içindeki özel bölüme alınmış... Böylesine önemli bir yerde olmak farklı heyecanlar yaşatıyor bizlere...
Cumhuriyet tarihinin önemli mimarlarından olan ''Arif Hikmet Koyunoğlu'' tarafından planlanan bina; İlkçağdan Cumhuriyet'e kadar olan dönemlerden özellikler taşımakla birlikte Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden izler bulunuyor. Bodrum üzerine arkada iki, önde tek katlı olan yapıya Osmanlı dini mimarlığında görülen portiki olan anıtsal giriş merdiven düzeni ile giriliyor. 24 merdivenden ağır adımlarla çıktık.

Kültürümüzün değişmez Aslan figürü yine simetri düzeniyle bizi karşılıyor.

Ana kapıdan henüz girmişken geriye dönüp baktığımda etkileyici bir görüntü ile karşılaştım.

20 Kasım 1938 günü Atatürk'ün naaşı Meclis önünde katafalka konulmuş. 21 Kasım günü de Ankara'ya hakim bir noktada olan Etnografya Müzesine geçici olarak defnedilmiş. 6 sütunun taşıdığı kubbenin altında geçici olarak yerleştirilen  Atatürk'ün naaşı ,Anıtkabir'in inşasının tamamlanmasıyla birlikte 10 Kasım 1953'te Anıtkabir'e nakledilmiş.

Atatürk'ün özen gösterdiği ve yakından ilgilendiği bu müze, kendisinin 15 yıl boyunca istirahatgahı olmuş.

Tahnit işlemi uygulanan Atatürk'ün naaşı, galvaniz bir tabuta yerleştirilir, kenarları lehimlenerek kapatılan bu tabut, gül ağacından bir tabut içerisine yerleştirilmiş. Bu tabut, Etnografya Müzesinin 24 basamak ile çıkılan kapısının tam karşısında bulunan kolonların ortasına yerleştirilmiş. Üzeri beton örtülerek kapatılmış ve mermer kaplanmış.
Bu kısım halen Atatürk'ün anısına hürmeten sembolik bir kabir şeklinde korunuyor.

''Burası, 10 Kasım 1938'de sonsuzluğa ulaşan Atatürk'ün 21 Kasım 1938'den 10 Kasım 1953'e kadar yattığı yer'' yazıyor. Hemen ardında Atatürk'ün '' Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Lakin Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır '' sözü...

1930 yılından beri faaliyet gösteren Etnografya Müzesinde, Türk Sanatının Selçuklu Devrinden günümüze kadar devam eden örnekleri sergileniyor.
Koleksiyonda; Anadolu'nun çeşitli yörelerinden derlenmiş halk giysileri, süs eşyalar, ayakkabı, takunya örnekleri, Sivas yöresi kadın ve erkek çorapları, çeşitli keseler, oyalar, çevreler, uçkurlar, peşkirler, bohçalar, yatak örtüleri, gelin kıyafetleri, damat tıraş takımları, çeşitli yörelerden halı ve kilimler, Anadolu maden sanatını temsil eden çok çeşitli eserler, Osmanlı Devri yayları, okları, çakmaklı tabancalar, tüfekler, kılıç ve yatağanlar, Türk çini porselenleri ve Kütahya porselenleri, tasavvuf ve tarikatla ilgili eşyalar, Türk yazı sanatının güzel örneklerinden levhalar bulunuyor.
Türk ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden, Selçuklu Sultanı III. Keyhüsrev'in tahtı (XIII. yy.)..
Ahi Şerafettin Sandukası (XIV. yy.)..
Nevşehir Ürgüp'ün Damsa Köyü, Taşkınpaşa Camii Mihrabı (XII. yy.)..
Siirt Ulu Cami Minberi (XII. yy.)..
Merzifon Çelebi Sultan Medresesi Kapısı (XV. yy.)..
Ve... daha pek çok değerli eser bulunuyor.


Müzede özellikle Anadolu etnografya, folkloru, sanat tarihiyle ilgili eserleri içeren bir ihtisas kütüphanesi de bulunuyor.
 


Etnografya Müzesi'nin hemen yanında bulunan Resim ve Heykel Müzesi'ne geçiyoruz. Yine, çok önemli ilklerin yaşandığı bir tarihi binadayız. 1931 yılında ilk Türk Tarih Kongresi burada yapılmış. Dahası, görkemli konser salonunda ilk Türk Operası '' Özsoy '' 1934 yılında ilk kez sahneye konulmuş...

Muhteşem Müze Binası, ilk karşılaştığımız anda bizi etkisi altına alıyor. I. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin en görkemli yapılarından biri olan Ankara Resim ve Heykel Müzesi Binası, 1927-1930 yılları arasında ''Türk Ocakları Genel Merkezi'' olarak inşa edilir.
1926 yılında açılan yarışmada Atataürk'ün direktifiyle Namazgah Tepesi'nde Etnografya Müzesi'ni yapan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun projesi birinci olur ve yapının inşasına başlanır. Böylece Ankara'nın tam kalbinde bulunan Tepe'nin günümüze uzanan silüeti de şekillenmiş olur.
28 Şubat 1930 tarihindeki açılışta, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası bir konser vermiş. 1932 yılında Ankara Halkevi olarak kullanılmaya başlanmış. Yapının bodrum katı dıştan yer yer rustik, üst katlar ise Marmara Adası'ndan getirilen mermer ve lezgi taşı ile kaplanmış.
Atatürk'ün isteğiyle Türk Ocağı binasının birinci katında Türk Salonu yapılmış.
Yapının ortasına yapılan tiyatro salonu günümüzde çeşitli konser, toplantı ve resmi açılışlarda kullanılmaktadır.
Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Türk resim sanatının önemli tablolarının ve koleksiyonlarının saklandığı bir müze.


Mustafa Kemal Atatürk'ün '' Buradan ayrılmak istemiyorum. Yapan eller sağolsun '' diye bahsettiği Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun bizzat kendi elleriyle yaptığı tezyinatlarla süslü Türk Salonu müthişti...


Geleneksel motiflerle bezeli görkemli konser salonu ve modern yöntemlerle sergilenen paha biçilemez eserlerin bulunduğu Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde ; Şeker Ahmet Paşa'dan Halife Abdülmecid'e ve Osman Hamdi Bey'e kadar ilk Türk ressamlarının yanı sıra, Cumhuriyet kuşağı ressamları, Türk izlenimcileri, İş Bankası ve Cimcoz ailesinin koleksiyonları sergileniyor.


Ayrıca, İbrahim Çallı, Turgut Zaim, Eşref Üren, Orhan Peker ve diğer ödüllü sanatçıların eserleriyle zenginleşen müzede özgün baskı sanatçılarına da yer verilmiş.


Müzenin bodrum katı resim atölyelerine ayrılmış durumda. Bu atölyelerde resim kursları düzenleniyor, hasar görmüş tabloların bakım ve onarımları yapılıyor.


Müze, 200 yılı aşkın tarihi serüveni olan bünyesindeki eserlere ev sahipliği yaparak güçlü temsiliyetini de ortaya koyuyor.


Yıllardan beri adını ders, tarih ve kültür kitaplarından gördüğümüz, duyduğumuz Ankara Resim ve Heykel Müzesi ile hoş bir tanışma oldu. Fırsat bulduğum en kısa süre de, eserleri ve binanın mimari detaylarını ayrıntılı incelemek için tekrar gideceğim. Buraya geldiğinizde, yenilenen yapısı ve barındırdığı kültürel mirasıyla ulusal ve uluslararası sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaya ve sanatseverlerle buluşmaya hazır bir müze göreceksiniz...

Bu iki harika ve yan yana müze gezisinden sonra, çok da uzaklara gitmeden öğlen yemeği için Ulus civarındayız. İstanbul Üsküdar'dan kalkıp Ankara'nın tarihi mekanı Ulus'a gelen ve 1956 yılında Boğaziçi Lokantası'nı açan Mehmet Recai Boyacıoğlu, lokantacılığa devrim gibi bir uygulama ile başlamış. Türkiye'nin ilk ''açık'' mutfağını, yemeklerin görülerek seçilebildiği mutfak uygulamasını başlatan Boğaziçi Lokantası bugün 67 yılı geride bırakmış.
Türkiye'nin en iyi esnaf lokantaları arasında gösterilen Boğaziçi'nin müdavimleri arasında siyasiler, bürokratlar başta geliyor. Ulus Denizciler Caddesinde 1956 yılında açılan Boğaziçi Lokantası 67 yıldır aynı yerde hizmet veriyor. Lokanta da günde 60 farklı yemek, 12 farklı tatlı yapılıyor. Osmanlı ve Türk mutfağının tatları ağırlıkta.
Mehmet Recai Bey, yemeklerinin lezzeti ve güler yüzü sayesinde kısa sürede müşteriyi toparlamış. İyi bir aşçı olduğu kadar hayatı ve insanları da tanıyan ve seven bir insanmış. Lokantacılıkta bazı ilkeleri kendine yol gösterici olarak seçmiş. Bu ilkelerden biri ''fark yaratmak'' olmuş. ''Lokantacılık Sanattır'' ve ''Güler yüz ibadettir'' sözlerini ise çocuklarına ve personeline her gün tekrar etmiş. Mehmet Recai Bey işinde o kadar ustaymış ki; tencerenin kapağını açıp buharı koklayınca yemeğin baharatı, tuzu, kısaca neyi eksikse bilir ve ona göre eksiği yerine koyarmış. Teknolojiyi de takip edermiş. Örneğin bulaşık makinesi çıkar çıkmaz almış. 1991 de vefat eden Mehmet Recai Boyacıoğlu, oğlu Halil İbrahim Boyacıoğlu'nu küçüklükten mutfağa sokmuş ve iyi bir aşçı olarak yetiştirmiş. Boğaziçi Lokantası halen Halil İbrahim Bey'in ve oğlunun yönetiminde. 
Rahmetli Bülent Ecevit'in mavi gömlek, kasket ve demli çayla birlikte bir de Boğaziçi Lokantası alışkanlığı varmış. Uzun yıllar Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım, kuru fasulye ve pilavı Boğaziçi Lokantasında yemişler. Bülent Ecevit, hastalanana kadar sık sık bu lokantaya gelir ve her seferinde aynı masada yemeklerini yerlermiş. Zaman zaman da eve servis istemişler.
Boğaziçi çalışanları, Ecevitler'in yalnız fasulye pilavla yetinmediklerini, dolma, Çubuk turşusu ve ekmek kadayıfını da unutmadıklarını söylüyorlar. 12 Eylül sonrası Zincirbozan döneminde uzun süre Boğaziçi'ne gelemeyen Ecevit, Ankara'ya döndüğünde ilk fırsatta lokantayı ziyaret etmiş.
Her zamanki gibi komiden bulaşıkçıya kadar herkesle tek tek selamlaşırmış. Boğaziçi görevlileri, Ecevit'in masasını çiçeklerle süsleyerek, hiç olmazsa anısını yaşatmaya çalışıyorlar.
Her gün çorbadan zeytinyağlılara, et yemeklerinden sebzelere ve tatlılara kadar çok fazla çeşide sahip lokantada yemeklerin hepsi birbirinden güzel ancak özellikle önerilenler; İşkembe çorbası, Ankara Tava, İslim Kebabı, İmam Bayıldı, şekerpare ve kaymaklı ekmek kadayıfı ...
Meşhur ''Ankara Tava'' görüntüde. Tereyağlı pilavın altında ilk başta kendini ele vermiyor ama pilavın altında çok özel bir lezzet gizli.
Ankara Tava, kuzunun gerdanı ve kaburga kısmından yapılıyor. Önce etler yağ, soğan, tane kara biber ve limonla haşlanıyor. Daha sonra suyu iyice süzülen etler pirinçle birlikte tavaya yerleştirilerek pişiriliyor. Bir süre sonra biber ve domates ile süslenip, tava fırına sürülüyor. Fırından çıkarıldıktan sonra üzerine tereyağı gezdirilerek ve 15 dk dinlendirildikten sonra servis ediliyor.

Temiz, ölçülü, kaliteli tencere yemeklerinin adresi Boğaziçi Lokantası; sessiz, sakin ve iyi servis personeline sahip. 100'lerce yerli ve yabancı turistik rehber kitabına girmiş.
Osmanlı Devleti'nin bir vilayeti olan Ankara'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne başkent olması uzun bir yolculuk. Ankara'nın her köşesinin alim, ilim ve hakikat beldesi olduğunu ifade eden Abdüllatif Razi'ye göre şehrin içinde sayısız evliya bulunmaktadır ki, bunların içinde Ankara'nın hatta bütün Anadolu'nun manevi mimarlarından Hacı Bayram-ı Veli'nin ayrı bir yeri var.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'ya gelmiş ve sıcağı sıcağına Türkiye üzerine kitaplar yazmış olan Fransız kadın Gazeteci ''Berthe George Gaulis'' 30 Nisan 1921' de Ankara'ya gelir. Yeni Türkiye'nin başkentinin neresi olacağını merak eder ve Atatürk bu konudaki görüşünü Gaulis'e de şöyle açıklar;  '' Siyasi başkentimiz Anadolu'nun ortasında kalacaktır. Batının ve doğunun temsilcileri bizimle bu başkentte temas edeceklerdir. Bu başkentte her türlü diplomatik meseleler görüşülecektir. Bu başkentte memleketin iç ve dış politikası idare edilecektir. Bu başkentte milletin sinesinden doğan hükümet çalışacaktır. ''
   Kortej, Meclis'in önünde durdu. Paşa, Meclis'e girdi. Halk uzun zaman geçtiği halde Meclis'in önünden ayrılmıyordu.
Alkış, ''Yaşa!'', ''Varol!'' sesleri de kesilmiyordu. Bir yandan da istasyondan beri oraya gelmiş olan Seymenler, oyunlarına ara vermemişler, habire oynuyorlardı. Nihayet, Paşa, Meclis balkonuna çıktı. Vefakar hemşehrileri Ankaralıları uzun uzun selamladı. İşte, bundan sonradır ki halk yavaş yavaş dağıldı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ''Büyük Zaferi''n nasıl kazanıldığını 4 Ekim 1922 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı şu konuşma ile anlatır; '' Bu Anadolu zaferi, tarihte bir millet tarafından tümüyle benimsenen bu fikrin ne kadar güçlü ve dinç olduğunun en güzel örneği olarak kalacaktır. ''
İş te o Meclis'te herşeyin başladığı yerlerden birindeyiz... Tam 103 yıl sonra...
1915 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulüp Binası olarak yapımına başlanmış olan binanın planı, Evkaf Mimarı Salim Bey tarafından yapılmış. Tek katlı olan binanın en belirgin özelliği duvarlarında Ankara taşı kullanılmış olması.
23 Nisan 1920' de Meclis'in bu binada toplanması kararlaştırıldığında, bina henüz tamamlanmamış durumdadır. Zor şartlar altında tamamlanan bina, 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında 1. TBMM Binası olarak kullanılmış.
Koridorlarında ve yönetim odaları içinde yürürken o zamanları yaşıyor gibi oluyoruz... İçerisi sobayla ısıtılan, mütevazi, yeniden kuruluşa tanıklık eden hafızalarımızda yer etmiş Meclis Salonu'nda buluyoruz kendimizi.
Dikdörtgen formunda olan bu bölüm binanın en büyük salonu ve Genel Kurul Toplantı Salonu olarak kullanılmış. Tekne tavan ile örtülü olan ve ilk hali korunarak teşhir edilen salonun ortasında Başkanlık ve Divan üyeleri ile konuşmacı kürsüsü, kürsünün arkasında Al-i İmran suresi, 159. ayetinin bir kısmı olan '' İş konusunda onlarla müşavere et '' anlamına gelen '' Ve Şavirhüm fi'l emr '' yazılı hat levhası, levha ve kürsünün hemen önünde de Zabıt katipleri kürsüsü bulunuyor.
Salonda Atatürk büstü,kürsü, hokka takımları, sıralar ve sobalar sergileniyor.
Bina 1924 yılından sonra, Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi ve Hukuk Mektebi olarak işlevini sürdürmüş, 1952 yılında Maarif Vekaletine (Milli Eğitim Bakanlığı) devredilmiş. 1957 yılında müzeye dönüştürülmek için çalışmaya başlanmış ve 23 Nisan 1961 yılında 1. TBMM Müzesi adıyla halkın ziyaretine açılmış.
Yapılan restorasyon ve teşhir tanzim çalışmaları sonucu 23 Nisan 1981 tarihinde Kurtuluş Savaşı Müzesi adıyla yeniden ziyarete açılmış ve halen bu işlevini sürdürüyor.

Tek katlı olan müzede, Riyaset Divanı - İcra Vekilleri Heyeti (İlk Bakanlar Kurulu) odası, Şeriye Encümeni odası, dinlenme odası, Encümen odası, Toplantı salonu, Reis (Başkan) odası ve mescit bulunuyor. Bu odalar ve salonda İlk Meclisten kalan çeşitli eşyalar ve tablolar sergileniyor.
İlk Meclis binası içinde gezerken, yıllar önce Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun ''İlk Meclis'' kitabından okuduğum bazı satırlar aklıma geliyor. Kitabına ''23 Nisan 1920 de Ankara'da toplanan İlk Büyük Millet Meclisi, Kuvayi Milliye Ruhu'nu temsil eden bir Meclisti '' tümcesiyle başlar. Bu kitapta; Milli Mücadele, İlk Meclis, bu olayların içinde yaşayan genç Hıfzı Veldet'in gözlemleri, duygu ve heyecanları ile kendisinin meclis oturumlarında tuttuğu tutanakların eşliğinde anlatılır. 

Hıfzı Veldet, ilk hükümetin çalışma programında, savaşın tüm şiddetiyle sürmesine karşın, dil konusunun ele alınıp bir ''Dil Kurultayı'' toplanmasının gündeme getirilmesini her zaman anımsayacaktır.
Kitapta Hıfzı Veldet, kendi yaşamından da kesitler sunuyor. Örneğin Mustafa Kemal 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara'ya geldikten hemen sonra, ayağının tozuyla ziyaret ettiği Ankara Lisesi'nde yaptığı konuşmayı can kulağıyla dinleyip, tamamını not ettiğini öğreniyoruz. Bu ziyareti kitapta '' Vatan için öl dese hemen oracıkta ölmeye hazır bir avuç çocuk irisi genç onu nasıl alkışlamıştık '' sözleriyle anlatır.

TBMM'nin Uluslararası alanda tanındığı ilk anlaşma olan Gümrü Anlaşması (2-3 Aralık 1920) vesilesi ile Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa'ya hediye edilmiş gümüş yemek servis takımı, tarihten verilen davetlerin izlerini taşıyor gibi...
Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun '' Her dürüst Türk aydını gibi biraz durup düşünmezsek asıl görevimizi yapmamış oluruz '' sözleri hatırımda gezimizi bitirdik.
Yürüyerek 1. Meclis Binası'nın hemen yanıbaşında olan 2. Meclis Binası girişine geldik.
1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanan ve inşa edilen binanın işlevi değiştirilerek TBMM olarak kullanılmış.


Cumhuriyet tarihimizde ilklerin yaşandığı önemli bir yapıya daha gösterişli kapısından adım attık.
Girişte, sağda ve soldaki vestiyerler çok dikkat çekici... 1. Dünya Savaşı sırasında ilk yerli marangoz fabrikası olan Refik Bey Marangoz fabrikasını açan ''Selahattin Refik Sırmalı'' tarafından üretilmiş. Vestiyerin üzerindeki Osmanlıca etikette ''Refik Bey Marangoz Fabrikası Desaadet Çemberlitaş Vezirhanı'' yazıyor.
Selahattin Refik Sırmalı, ülkemizde az sayıda sayılı örneği olan Art Deco üslubunun, mobilya alanında Türkiye'deki ilk uygulamacılarından olmuş. Vestiyerin formunda dik açılı hacimler ve geometrik şekillerle kübist anlayışındaki sadeliği yansıtan Art Deco üslubu kullanılmış. Kıvrımdal, palmet ve rumiler, sekiz köşeli yıldızlar ile çarkıfelek motiflerinden oluşan süslemelerde ise geleneksel motif anlayışı görülüyor. Müzenin alt katının tam ortasına konumlandırılan salonda ise Atatürk'ün kıyafetleri, şapkaları, daktilosu, gözlükleri, kalemleri, madalyaları ve fincanları başta olmak üzere pek çok eşyası sergileniyor.
Cumhuriyet Müzesi içerisinde en çok ilgi çeken eşyalar Mustafa Kemal Atatürk'e ait olan eşyalar. Pek çok resimde gördüğümüz şapka, ayakkabı, gömlek, ceket gibi kıyafetler müzede sergileniyor.

Cumhuriyet Müzesi'nin büyük çoğunluğunda, dönemin sırası ile ilk üç Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar'a ait olan ve onlar tarafından kullanılmış olan eşyalar sergileniyor. Müze'de, Cumhuriyet'in ilk yıllarından pek çok belge ve fotoğrafı da incelemek mümkün.
Sergilenen eserler içerisinde Osmanlıca ve Türkçe harflerinin bulunduğu kitap ile Cumhuriyet Dönemine ait önemli olayların kutlanması için hazırlanmış olan madalyalar ve bunun yanında hatıra eşyaları da bulunuyor.
'' Dualı Fincan '' ilgimizi çekti. Ağız kısmında Fatiha Suresi, gövde kısmında madalyonlar içerisinde Felak, Nas ve İhlas Sureleri yer alıyor. Ayrıca Ulus gazetesinin o döneme ait baskılarını izlemek de keyif verdi.

Yapının iç bölümleri, iki kat boyunca yükselen ortadaki meclis salonunun üç kenarına dizilmiş. Girişten sonra enine uzanan ve iki kat boyunca yükselen, üst katta Selçuklu ve Osmanlı motifleriyle bezeli tavanla örtülmüş. İkinci katın koridor tavanı, sokak havasını yansıtması için fener avizeleriyle ışıklandırılmış. Koridoru Atatürk'ün büyük boy portre fotoğrafı süslüyor.
Ortada büyük bir toplantı salonu bulunuyor. İlk katta bulunan bölümleri gezdikten sonra üst kata çıkan merdivenlere yöneldik.

Merdivenin ve pencerenin sadeliği, şıklığı etkileyiciydi. Işığın pencerelerden girişi görsel şölen gibi geldi, pencerenin açıldığı bahçeyi bir süre izledim.



İçerisinde sergilenen eserler dışında binanın mimarisi de oldukça göz dolduran bir incelik ile inşa edilmiş. Sırf bu nedenle bile Cumhuriyet Müzesi (2. TBMM Binası) görülmeye değer.
2. TBMM Binası 18 Ekim 1924 tarihinde çalışmalarına başlamış. 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar 36 yıllık bir çalışma dönemi geçirmiş. Atatürk büyük Nutuk'u bu yapıda okumuş. 
Tek partili dönemin önemli olaylarına tanıklık eden yapı, çok partili dönemin bütün sancılı olaylarını yaşamış.1961-1979 tarihleri arasında CENTO Genel Merkezi olarak kullanılan bina, CENTO'nun lağvedilmesiyle Kültür Bakanlığı'na devredilmiş. Günümüzde binanın ön kısmı Cumhuriyet Müzesi, arka kısmı ise Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü olarak hizmet veriyor.
36.5 saatte okunan orijinal Nutuk kitabı ile Atatürk'ün onuncu yıl Nutkunda kullanmış olduğu mikrofon da müzede sergilenen nadide eserler arasında.
1924-1960 yılları arasında Mecliste başkanlık yapan kişiler ile ilgili bilgiler de verilmiş.
Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar gibi Cumhurbaşkanlarını, Başbakanlardan; İsmet İnönü, Fethi Okyar, Celal Bayar, Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker, Hasan Saka, Şemsettin Günaltay, Adnan Menderes olmak üzere 9 başbakanı ağırlayan, 14 oda, 1 genel kurul salonu, memurlar ve idareciler için çalışma odalarının bulunduğu iki katlı müzede, bugün 180 eser sergilenirken, müzenin deposunda da 3 bine yakın eser korunuyor.
Genel kurulu salonunu, 2.kattaki localardan ilk görüşümde sıcak ve insanı içine alıveren bir ortam ile karşılaştığımı hissediyorum.
Atatürk'ün en sevdiği gündoğumu şafak pembesi rengindeki salonda Cumhurbaşkanı için özel dizayn edilen locanın duvarlarını ay yıldız, defne ve çınar motiflerinin süslediği salonun doğal akustik yapısı var.
Atatürk'ün balmumu heykeli, Cumhurbaşkanlığı locasına Mayıs 2020 de yerleştirilmiş ve kısa sürede halkın beğenisini kazanmış. Atatürk, tıpkı o zamanlarda olduğu gibi genel kurul salonunu izlemeye devam ediyor...
Salonun sıraları Osmanlı Mebusan Meclisi'nden getirilmek istenmiş ancak, Meclis'in yanmasından dolayı sıralar kurtarılamamış, Atatürk'ün talimatıyla İstanbul Beyoğlu'nda bir marangozhaneye 116 ahşap Mebus sırasının yaptırılması talimatı verilmiş ve Meclis'e getirilmiş.
Ancak, Meclis Kürsüsü Osmanlı Mebusan Meclisi'nden kurtarılarak, ikinci TBMM Binasında kullanılmaya başlanmış.



Salonun ikinci katında yer alan ve en büyük salonlardan birisi olan Elçi kabul salonu'nuna geldik.
Bu salon aynı zamanda üç Cumhurbaşkanı'nın, yabancı büyükelçilerin iyi niyet mektuplarını aldıkları salon.
Aslan başlı ve aslan ayaklı, varaklı mobilyalar Dolmabahçe Sarı Salon'dan Atatürk'ün talimatıyla yabancı devlet konuklarına Türklerin gücünü, görkemini göstermek için getirilmiş.

1924-1960 yılları arasında Atatürk ilke ve inkilaplarının gerçekleştirildiği, Cumhuriyetimizin gelişmesi için önemli kararların alındığı, çok sayıda yasaların çıkarıldığı, Uluslararası alanda Türkiye'nin etkinliğini ve saygınlığını artıran antlaşmaların yapıldığı; çok partili sisteme geçişin sağlandığı önemli olaylara sahne olmuş.


Meclisin yönetim odalarında dolaşırken anlıyoruz ki: Dönüşümde devlet ve hukukun devrimin aracı olarak kullanıldığı söylenebilir. Bu etkinlikte pozitif bilimle yetişmiş kurucu kuşağın etkisi çok büyük.  2.Meclis eliyle hukuk ve devlet aygıtı kullanılmak yoluyla ''Inkılabın tamamlanması'' sağlanabilmiş. İkinci TBMM kendini oluşturan kurucu kuşağın etkinliğinde gerçek bir ''kuruculuk'' misyonu üstlenmiş.
  
'' Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve Cihana bildirmek, bizler için bir borçtur '' mesajı ile de milli tarih ve kültür şuurunun gençliğe kazandırılmasını da şart koşan M.Kemal Atatürk, '' Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır '' sözü ile de hedefi göstermiş.

Yıllardır Ankara'ya çeşitli nedenlerle geldim. Ancak, neden bunca yıl sonra '' Ankara'da Cumhuriyet'in ilk Yıllarına Geziler '' i yaptığımı da kendi kendime sormadan edemedim...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder