Sayfalar

4 Nisan 2022 Pazartesi

 NUH'UN GEMİSİNİN İZLERİNİ ŞEHR-İ NUR'DA, CUDİ VE GABAR DAĞLARI'NDA ARAMAK ...    (CİZRE/ŞIRNAK)

Güvenlik nedeniyle insan kullanımının sınırlı olduğu, bu nedenle de Türkiye'nin en yabanıl parçalarından olan coğrafya da Eruh-Şırnak-Cizre yönünde ilerliyorum. Cudi Dağı ve Gabar Dağları'nın arasında enfes manzaralar eşliğinde yola devam ediyorum. Bir diğer adıyla ''Şehr-i Nuh'' a gidiyorum. Şırnak'ın tarihi zalim ve putperest insanoğlu'nun yok edildiği inanan insanların ise kurtuluşunun gerçekleştiği Nuh Tufanı'na dayanıyor. Rivayetlere göre; Cizre, tufandan sonra ikinci kez Nuh ve oğulları tarafından inşa edilirken, sıcaktan korunmak için ise Şırnak yazlık ve yaylak olarak kullanılmış.

Bu ıssız ve yalnız bölge görenleri kendine hayran bırakır.

Cudi ve Gabar (Küpeli dağı) dağlarının arasındaki bu önemli doğa alanı; nehir boyunca bozulmamış yaşam alanı, meşe ormanları, sarp kayalıklar, ardıç toplulukları, kuru tarım alanları ile dağ bozkırlarından oluşuyor.
Nuh Peygamber'in tufanın ardından indiği kara parçası, Kuran-ı Kerim de Cudi Dağı olarak anlatılıyor. Şırnak ile Silopi arasında yükselen Cudi Dağı, bu anlamda dinler tarihinin de kutsal zirvesi. Nuh Peygamber'in gemisinin dağın doğusundaki Ziyaret Tepesi'ne indiği yönündeki inanışta oldukça kuvvetli. Sözkonusu tepede  bu tezi doğrulayan bir geminin izleri de net olarak görülebiliyor. Adını haber bültenlerinde sıkça duyuran Cudi Dağı, 2144 metre yüksekliğinde. İsminin kökeni tartışmalı. Bazı kaynaklar ''Kürt Dağı'' anlamına geldiğini aktarırken bazı kaynaklarda ''cömertlik'' anlamındaki ''cüd'' kökünden geldiği belirtiliyor. Sümer yazıtlarında ''Gudi'' ve Babil yazıtlarında ''Kurti'' olarak geçiyor. Geçmiş yıllarda araştırmacılar ''Austen Henry Layard'' ve ''L. King'', bu dağın zirvelerinde çivi yazısıyla hazırlanmış Asur yazıtlarına rastlarlar. Kuran'da geminin Cudi Dağı'na oturduğu söyleniyor. Hud Suresinde; '' Ey yeryüzü ! Yut suyunu. Ey gök ! Tut suyunu '' denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudi'ye oturdu ve '' Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun ! ''  denildi şeklinde anlatılır.
Şırnak ismi, ''Şehr-i Nuh'' anlamına gelen çok eski bir isim. Cudi Dağı'nın eteğinde ismi ''seksenler'' anlamına gelen Heştan Köyü bulunuyor. Heştan Köyü'nün Nuh tarafından kurulduğuna inanılıyor ve köyün ismi Nuh'un gemisinde bulunduğuna inanılan seksen kişiye atıfla böyle anılmakta... Cudi Dağı, geminin inmesi ve insanların barınması için çok büyük avantajlara sahip. Yine o dönem Orta Doğu'da İngiltere'nin çıkarları için çalışan ''Çöl Kızı'' takma adlı İngiliz casus ''Gertrude Bell'' de Cudi Dağı'nı ziyaret etmiş ve ''Amurath the Amuraht'' kitabında Nuh'un gemisinden bahsetmiştir. Kurak bir bölgede bulunan Cudi Dağı'nın yüksek kesimleri çok yağış alıyor. Bundan dolayı 1500-2000 metreler arasında çam ve meşe ormanları var. Türkiye-Irak sınırına 15 km mesafede ve elips biçiminde olan Cudi Dağı üzerinde 2000 metreyi aşan dört zirve var. Bunlardan 2017 metre yükseklikte olanı ''Nuh Peygamber Ziyaret Tepesi'' olarak anılıyor.
Şırnak'tan Cizre'ye giden yolda; sol yanımda yani daha doğu da Cudi Dağı, sağ yanımda yani batı da '' Gabar Dağı (Küpeli Dağı) '' bulunuyor. Bütün dağlar farklıdır, bu nedenle tüm çıkışlarda ayrı heyecanlar yaşarım. Saygı duyulası bu iki dağa çok yakın olmak beni çok mutlu ediyor. Gabar (Küpeli) Dağı, Şırnak ilinin kuzeydoğusunda ve Güneydoğu Toroslar üzerinde. Batı ve güneyinden Dicle Nehri geçiyor. Güneydoğusunda Cudi Dağı, kuzeyinde Eruh Dağları bulunuyor. Gabar (Küpeli) Dağları ile yakınındaki Akdeniz ikliminin görüldüğü Dicle ve kollarının vadileri ''Önemli Doğa Alanı'' ilan edilmiş. Yükseklerinde parçalar halinde ardıç ağaçları ve meşe ormanları bulunuyor. Manastır Dağı olarak da bilinen Gabar Dağı pek çok tarihi ve kültürel zenginliği bünyesinde barındırıyor. 1700-1800 metre yüksekliğindeki Gabar Dağı, Şırnak'ın 20 km batısında. 300 metrelik uçurumlar bloğu var. Bu bölgeye Gabar aynası deniyor. Gabar hırçındır, arazi yapısı ve havası insanı hırpalar...
Cudi ve Gabar (Küpeli) dağlarının arasından insan eliyle şekillendirilmiş gibi yükselen kayalar arasından Kaf Dağı masallarına açılan esrarlı bir geçidi andıran Kasrik Boğazı'nı uzaktan görüyorum. Ksenofon ve Büyük İskender'in de Dicle Nehri'ni geçtikten sonra dağları ovalardan ayıran Kasrik Boğazı'ndan geçtiği biliniyor.. 
Gabar ve Cudi dağlarını birbirinden ayıran ve tarihte ''Krallar Geçidi '' olarak bilinen 6 bin yıllık Kasrik Boğazı; Asur, Pers, Roma İmparatorluklarının hakimiyeti için çok önemli bir vadi olmuş. Kasrik'te çok sayıda tarihi kalıntılar bulunuyor. Kasrik Boğazı'nda tarihi su bentleri, heykeller ve kent kalıntıları varlıklarını halen koruyor. Kasrik yine 2'si kritik olmak üzere 18 bitki türünü barındırıyor. Aynı zamanda yine 5'i koruma altına alınması gereken olmak üzere 141 tane hayvan çeşidi bu bölgede bulunuyor. Bölgede bulunan bir kaleden ise sadece yıkık duvarlardan oluşan kalıntılar kalmış durumda.

Krallar Geçidi Kasrik, 4 Mart 2020 tarihinde ''Kesin korunacak hassas alan'' olarak tescil edilmiş. Kuzey ve Güney Mezopotamya arasındaki tek geçit olan Kasrik, özellikle krallar için konaklama yeri olarak da kullanılmış ve zaman içinde  '' Krallar Geçidi '' adını almış. Aynı zamanda Cizre ve Finik Beyleri ise bu bölgeyi yazlık olarak kullanmışlar. Yüksek kayalıklar delinerek hazırlanan nöbetçi kulübeleri varlıklarını halen koruyor.

Bu bölgeye bugüne kadar iki defa gelebildim. Her ikisinde de rotamı Kasrik'ten geçecek şekilde belirledim. Her iki gelişimde yaz aylarına denk gelmişti. Bölgenin katlanılması zor sıcağında Kasrik Boğazı, bir serinleme ve vazgeçilmez durak noktaları arasına girdi..


Kasrik Boğazı içinden geçen Dicle Nehri'nin bir kolu olan bu temiz suyun üzerine kurulmuş ve bugüne kadar sadece buralarda rastladığım tesislere geldiğimde ve rahatınız düşünülerek hazırlanmış bu oturma bölümlerinin tadını aldığımdan Kasrik, hep aklımın bir yerinde.


Kayalara oyulmuş geçitleri ve yolları net olarak görebiliyoruz.


Burada alabalık, et çeşitleri, kahvaltı seçenekleri bulunuyor.

Kasrik Boğazı öyle geçilip gidilecek bir yer değil. Bu bölgeye yaptığımız gezilerde Şırnak- Cizre arasındaki yeni yolu tercih etmeyip eski yoldan gidip döndük. Bunun nedeni tabiki; Kasrik'te olabilmek, Gabar ve Cudi dağlarına yaslanarak yapılan yolculuğun keyfine daha çok varabilmek için...
Kasrik'ten ayrılmayı başardıktan ve  5 km yol gittikten sonra Cizre göründü.
Cizre İlçesi, İdil yolu ile Şırnak yolunun kesiştiği yerde Dicle nehri kenarında etrafı tepelerle çevrili, büyük düz bir alan üzerine kurulmuş. Etrafı dağlar ve tepelerle çevrili olan ilçe, bir çanağı andırıyor. Kuzeydoğusunda 2089 metre yüksekliğindeki Cudi Dağı, kuzeyinde Karadağ, kuzeybatısında Dera Dağı ve batısında Akdağ bulunuyor. Güneyi ise şehre göre çok yüksekte bulunan bir ova. 
Cizre'nin girişinde 1968 yılında yapılan Cizre Köprüsü dikkat çekici. Köprünün üzerinden coşkun akan Dicle Nehri'ni izledim. Nehrin her iki yakasında güzel yeşil alanlar gördüm. Özellikle şehir merkezine yakın olan kıyı kesiminde tarihi ve doğal güzellikler saklı.. Burada geziye '' Hamidiye Kışlası '' önünden başladım.

Şimdilerde, Cizre Kaymakamlığı olarak kullanılan bina; Hamidiye Alay Kışlası, Padişah II. Abdülhamid devrinde Cizre'de kurulan Hamidiye Alayları Komutanı Mustafa Paşa tarafından alayların sevk ve idare işlerini yönetmek üzere Cizre Kalesi'nin Güneydoğu köşesinde yaptırılmış.

Buradan Dicle Nehri kıyısına daha yakın olmak için anıtsal tarihi bir kapıdan geçerek aşağıya yürüdüm.
Köprüye doğru nehir kıyısından geziye devam ettim.

Mezopotamya'nın düzlüklerine ilk defa geldim. Bu yürüyüşte alışık olduğum coğrafyalardan çok farklı bir bölgedeyim. Dağları geride bıraktım.

Uzun yeşil kıyı bandı boyunca çok sayıda nezih mekanlar var. Yaz aylarında sıcaklığın dayanılmaz seviyelere ulaştığı Cizre'de böyle yeşil alanlar görmek beni şaşırttı..
Cizre Kalesi hemen yakınımda. Dicle Nehri kenarında kurulmuş olan kale, dış kale ve iç kaleden oluşuyor.

Roma ve Bizans döneminden itibaren yapım süreci takip edilebilen kale 12. yy. dan 16 yy. 'a kadar olan dönem, yani Musul Atabekleri ve Cizre Beyleri döneminde aldığı şekliyle günümüze kadar gelmiş. Cizre surları, Tufan olayının bir kanıtı gibi gemi şeklinde yapılmış.
Kaleden Cizre Köprüsü ve Dicle Nehri çok güzel görünüyor.
Surların üçte ikisi tümüyle yok olan kalenin ayakta kalan güney bölümü bile kalenin görkemini gösteriyor.

Mardin eşiğinden Cizre'ye kadar sokulan Akdeniz iklimi etkisiyle; pamuk, zakkum ve zeytin ağaçlarını görmek bir başka süpriz oldu. Yaz aylarında dağ ile vadilerde, dağ ve vadi meltemleri görülüyor. Cudi dağından esen meltemler gecenin serin geçmesini sağlıyor. Yazın sonlarında Cizre'de yaptığım bu gezide bu meltemleri hissettim.


İlçenin arazisi Dicle nehri çevresindeki alüvyonlu ovalarla, bu ovanın doğu ve batısındaki plato sahalarından meydana geliyor.

Cizre, tarihi bir yerleşim ve kültür turizmine yönelik zenginliklere sahip olmasına rağmen özellikle güvenlik kaygısı ve eksik tanıtım nedeniyle yerli ve yabancı ziyaretçilerin rotalarının dışında kalıyor.

Demir çağında '' Kumme'' krallığının merkezi, M.Ö. 10. Yüzyılda ise Musul ile beraber uygarlığın merkezi sayılan bir şehir Cizre..
   1437 yılında Cizre Azizan Beylerinden Emir Abdal tarafından mescit ve külliye olarak yaptırılan '' Mir Abdal (Abdaliye) Medresesi '' ne gittim.

Abdaliye Medresesi, Cizre'nin batısındaki surun üzerine inşa edilmiş.
Mimari tarzı, yöreye özgü açık avlulu medrese tipinde.
Cizre bazalt taşından yapılmış.


Medrese'nin güneyinde bulunan bodrum katındaki kubbenin içinde meşhur '' Mem u Zin '' türbeleri bulunuyor.

Cizre'de Mir Abdal Medresesi'ne yan yana defnedilen aşıkların türbe mezarları günümüzde halen murat almak isteyenlerin ziyaret ettikleri bir yer.
Mem ü Zin, Cizre'de 16. yüzyılda yaşanmış olan gerçek bir aşkın hikayesi. Bu değerli hikaye; usta şair ve düşünür Ahmede Xani tarafından Kürtçe manzum bir destan halinde yazılmış. Cizre Beyliği Divan yöneticisinin oğlu '' Memu '' ile Cizre Beyi Mir Zeydin (Zeynuddin) 'in '' Zin '' ismindeki kız kardeşi, geleneksel bir kır gezisinde birbirlerini görüp aşık olurlar. Ancak Cizre Beyi'nin Bekir (Beko) namındaki kahvecisi ve kapıcısı bütün kötü maharetleri ile Mir Zeydin'in aklını çelerek iki sevgilinin kavuşmalarını engellemiş. Ayrılık hasretine dayanamayan iki sevgili; Mem ü Zin kavuşamadan kısa sürede peş peşe ölmüşler. 

Ünlü aşk hikayesi '' Mem ü Zin '' in kahramanları olan Mem (Mehmet), Zin'in (Zeynep) ve aşıkların engelleyicisi Beko (Bekir)'e ait olduğuna inanılan mezarlar bulunuyor. Bir görevli gözetiminde ziyaret ediliyor.
Abdaliye Medresesi'ne kısa bir yürüme mesafesindeki Ulucami' ye gidiyorum.

Anadolu'ya İslamiyet'in girdiği ilk yıllarda kiliseden camiye dönüştürülerek gerçekleştiği düşünülen cami, bir çok defa onarım görmüş, minaresi yapıdan ayrı olarak 1155 yılında inşa edilmiş.
Metal kapısı ve bunun üzerindeki, oymacılık sanatının önemli bir eseri olan ejder figürlü bronz kapı tokmakları yapının en önemli özelliklerinden. 13. yüzyıla tarihlenen anıtsal kapı ve tokmaklardan birisi günümüzde İstanbul'daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunuyor. Diğer tokmak,1969' da yurtdışına kaçırılmış. Kopenhag'daki David Samling Müzesi' nde bulunuyormuş.
Yine yürüme mesafesinde bulunan ve Cizre kenti ile özdeşleşen Kırmızı Medrese' ye doğru yürüyorum. Çok görmek istediğim bu tarihi değer restore ediliyor. Göremediğime üzüldüm. Geçip giden zaman Cizre'de bilime dönüşür. Bilime verilen değerin en güzel örneklerinden biri; yemekhane, dershane, avlu ve kabirleriyle Kırmızı Medrese. 500 yıldan fazladır ayakta kalan yapı, bugün dahi esen rüzgarın yakan güneşin tahribatına rağmen aldığı isminin hakkını veriyor.
Kırmızı Medrese, şehrin batısındaki sur kalıntıları üzerinde. Kırmızı tuğlalardan örülmüş ve adını bu tuğlalardan almış. Cizre Beyliği döneminde II. Han Şeref Bey tarafından yaptırıldığı düşünülüyor. Medrese ile ilişkilendirilerek inşa edilmiş türbe halk arasında ünlü şair '' Molla Ahmed-i Ceziri '' türbesi olarak biliniyor ve düzenli olarak ziyaret edilerek Divan'ından kasideler melodik bir ritimle okunuyor.
Yazımın başlarında Nuh'un gemisinin Cudi Dağı'na indiğine inanıldığından ( Kur'an, Hud Suresi, ayet 44) bahsetmiştim. Bu inanışa göre Nuh Peygamber, Tufan'dan sonra Cizre'ye yerleşmiş, Cizre'nin Dağkapı Mahallesi'nde ölmüştür. Nuh'un vefat ettiği yere önce bir havra, daha sonra da bir kilise inşa edilmiş. 639 yılında ise bu kilise camiye çevrilmiş.
Bu caminin hemen yanında yer alan türbenin Nuh'a ait olduğunu, ünlü tarihçi Cizreli İbnülesin, Firuzabadi, Evliya Çelebi, Katip Çelebi, Ebubekir Helevi ve Babilli Berassus (Bersis) da savunmaktadır. İlk defa bir peygamber türbesi ziyaret ettiğim için farklı duygu ve düşünceler içindeyim...
Nuh Peygamber, Peygamberler arasında en çok yaşayan ve en çok sıkıntı çekenmiş. Peygamberlerin soyu, Adem'den sonra '' Baba '' olarak ondan türemiş olup Mezopotamya'daki insanlık ondan ve 3 oğlu Ham, Sam ve Yafes'ten türemiş. Nuh Peygamber'in asıl adı Abdulgaffar olup; Nuh, Noah, Nova, Utnapiştim olarak da değişik dillerde anılıyor.
Türbenin bulunduğu geniş avluda sade bir anıt mezar gördüm. İsmail Ebul - İz El Cezeri (1153-1233). Bildiğimiz adıyla; 1153 yılında Cizre'de doğan Fizikçi, ünlü Fen - Teknik adamı '' El Cezeri ''
Robot, saat ve 60 makina mucidi olan Ebul - İz'in ünü, İslam alemini aşıp batıyı sarmış. Asıl adı İsmail, lakabı Ebul İz olan El Cezeri, eşsiz bir mucit olduğundan ona zamanın güzeli anlamında '' Bediuzzeman '' denilmiş.
Sibernetik biliminin ve otomasyonun ilk kurucularından olan Ebul - İz ; şimdiki bilgisayarların ana temellerini atmış. Altı bölümden oluşan '' El - Camiu Beyn - el ilmi vel amel, En Nafiu fis sanaatıl hıyel ''  adlı eserinde; robot, otomatik saat, su-kum saatleri, otomatik makinalar, termos, müzik otomatları, kilitler, şifreli kilitler, kasalar, oymacılık, kan aldırma makinaları, otomatik içecek kapları, musluklar, otomatik çocuk oyuncakları ve bunların tekniklerinden uzunca bahseder. Ebul -İz'in elinde elektrik, lazer ışınları, elektron, foton, positron gibi olanaklar yoktu. Ancak elindeki ; suyun basıncı, havanın itme gücü, buhar gücü gibi doğal olanaklarla, otomatik sistemler, otomatik sistemler arasında denge durumu, karşılıklı denge kurabilme, hareket sonunda yepyeni bir işlemin başlaması ve bunun gibi daha bir çok sistemleri ortaya koymuş. Nature dergisi ; Ebul - İz El Cezeri'yi şöyle tanımlamış ; '' 12. yüzyıl Müslüman mühendisliğinin doruğuna ulaşmış kişi ''  25 yıl Diyarbakır Artuklu Hükümdarının sarayında kalan Ebul - İz El Cezeri, Cizre'ye dönerek Cizre'de 1233 yılında vefat etmiş ve Nuh Peygamber Cami avlusuna gömülmüş.

Sora sora '' Mehmet Ağa Kasrı '' nı da buldum.

Cizre İlçesi'ndeki beş geleneksel evden en bilineni olan Mehmet Ağa Kasrı, bir kısmı siyah bazalt taştan bir bölümü de beyaz kalker taştan yapılmış.


Hamidiye Binbaşısı Fettah Ağa tarafından yaptırılmış.

Yaklaşık 200 yıllık bir tarihe sahip olan Mehmet Ağa Kasrı, Cizre'nin eski tarihi sivil mimarisi ve sosyal yaşam tarzını yansıtan ve bugüne kadar gelebilmiş ender tescilli yapılardan biri olarak kabul ediliyor. Cizre'nin güzel ve görülmeye değer yapılarından biri olan bu Kasır, geçmişte kervanların da konakladıkları ve ağırlandıkları kervansaray görevini de görmüş.

Mehmet Ağa Kasrı aynı zamanda Doğu'da bulunduğum sırada öğrendiğim bir kültür mirasına da ev sahipliği yapıyor. '' Dengbejler Evi ve Melaye Cizıri Kütaphanesi '' olarak da düzenlenmiş.


Dengbej ; Kürt sözlü edebiyatında, kılam ve stran söyleyen sanatçılara verilen ad. Bu kelime, sözün ahenkle icra edilmesini sağlayan kişi anlamında kullanılıyor. Dengbejler genellikle köyden köye dolaşarak, hayatlarını söyledikleri destanlar, klamlar, ilahiler ve hikayelerle sürdürüyorlar.

Dengbejlerin seslerini kullanarak yarattıkları yapıtlara lawik ve klam deniyor. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da gelenekselleşmiş olan Dengbejlik özellikle Serhat Bölgesi diye anılan ; Van, Kars, Erzurum, Ağrı, Muş gibi yerleşim yerleri ve köylerinde hala sürdürülüyor. 

Dengbejlerin sanat icra ettikleri anlara tanık olamadım. Ama bu bölgelerde bu ritüellere tanık olmak ve onları dinlemek büyük bir ayrıcalık olsa gerek...
Şehir merkezindeki '' El Cezeri Müzesi '' gezi planımdaydı. Ancak kapalı olduğundan gezemedim. Cizre kent yaşamına tanık olmak için sokaklarında, çarşılarında, pazar yerlerinde yürüdüm.




Tütün satan dükkanların çokluğu dikkat çekici..


Cizre Köprüsü'nün üzerinden akıp giden Dicle Nehri'ni ve Cizre'yi uzun uzun seyrettim.

Sonra; Silopi ve Habur Sınır Kapısı tabelası'nda mesafenin çok da fazla olmadığını görünce sınıra doğru gitmeye karar verdim.

Silopi İlçe merkezinde kısa bir keşif gezisi yaptım.




Kuzey Irak Sınırına kadar geldim. Habur Sınır Kapısı, Irak'ın kuzey bölgesinde yer alan Zaho kentine çok yakın.

Zaho, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlı bir şehir. Zaho, Türkiye sınırına en yakın Irak şehiri. Habur Sınır kapısı ve Musul yolunun üstünde ve bütün ticaret trafiği Zaho'dan geçiyor.
Cudi'nin eteklerinden tekrar Cizre'ye döndüm. Cizre'ye güneydoğu'dan yaklaşırken durup uzaktan kenti seyrettim.
Cizre'nin modern alışveriş merkezinde kahve molası verdim.

Şırnak'a dönüşte yeni yolu tercih ettim. Cizre'nin çıkışında tekrar durarak bilmem bir daha ne zaman gelebileceğim ya da gelemeyeceğim şehri yukarıdan izledim.
Yolda, Cudi'nin zirveleri ve eteklerindeki petrol sondaj istasyonları görüntüleri eşlik etti.


Bir yanımda Gabar Dağı'da muhteşem görünüyordu.


Yarım saat sonra Şırnak uzaklardan göründü.

Göz alıcı görüntüler ile Şırnak'a doğru yola devam ettim.



Yazlık şehir Şırnak'a Cudi Dağı'nın bu görüntüleriyle girdim. Şırnak gezimi ayrıca bir yazıda anlatacağım.


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder