Sayfalar

12 Şubat 2022 Cumartesi

 DAĞLARIN KENTİ, KALBİMİN SAĞ ALT KÖŞESİ...     HAKKARİ

Mezopotamyanın uçsuz bucaksız ovalarından başını kaldırıp bakanlar kadim Azerbeycan platosu güneyinde Ağrı'nın, Cudi'nin, Süphan'ın, Van Denizi!nin berisinde hiç durmadan bıkıp usanmadan bereket akıtan Zap suyunun iki yakasındaki dik yükseltiler arasında kurulu bir şehir görecektir.
Hakkari... Heybetli Sümbül Dağı yamacında kurulu bu şehrin bin yıllardır yüksek rakımlarda saklı tuttuğu doğal güzellikleri, gururlu dağları, efsanelere mekan olmuş ırmakları, beyaz örtülerini yıl boyu çıkarmayan tepeleri, geniş ve vakur vadileri, şiirsel güzellikleriyle buzdan gölleri, ovalarına kartal gibi üstten bakan yeşil yaylaları, her gece yıldızların ışık gösterileri sunduğu gökyüzünün altında keşfedilmemiş cennetlerin anahtarını tutuyor.
Kalbimin Sağ Alt Köşesi, yani Hakkari çok uzaklarda. Gidişi zor, dönüşü zor... Hakkari, insandan önce Dağların kenti... Şehrin sahibi de koruyucusu da dağlar.
İçinde herkesin ve her şeyin kaybolduğu, insanların ve arabaların küçülüp birer noktaya dönüştüğü vadiler, zamanın bile deviremediği Dağ'ların, Zap Suyu'nun sırdaşı olduğu bu zorun ötesinde coğrafyaya gidiş rotamı ; Siirt - Eruh - Şırnak - Uludere - Çukurca - Hakkari - Başkale - Gürpınar - Gevaş - Tatvan - Bitlis - Baykan ve tekrar Siirt'e dönüş olarak planladım. İnsandan çok doğanın yön verdiği bir hayat sürüyor buralarda. Yolum uzun, bitmek bilmeyecek dağlar, çıkışlar, inişler ve Türkiye'nin en riskli bölgesi olarak bilinen yerlere maceraya yolculuk... 
Neredeyse gece yarısı çıktım yola.. Eruh - Şırnak - Uludere' yi ardımda bıraktıktan sonra günün ilk ışıklarıyla, düşsel bir gerçek olan dağların kenti Hakkari topraklarına değil dağlarına girdim.. Güzel ülkemin sağ alt köşesine.
Adı Hakkari olan toprakların suyu olan Zap ile ilk karşılaşmam. Can alan, can veren, hem öldüren hem olduran Zap. Hakkari ile özdeşleşen Zap, Van Başkale'nin Havri Dağları'ndan doğuyor. Uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Irak topraklarında Dicle Nehri' ne karışıyor. Bazen şaşırtıcı, bazen dehşet verici hikayelere tanıklık ederek, ya da yeni hikayeler yaratarak yolculuğuna devam eder..
'' Zap'ın Etrafında Dönen Hayatlar '' adıyla yazılan bir romanın ve '' Hakkari'de Bir Mevsim '' adıyla çekilen bir filmin  konusu da olmuş. Dağların üzerinde kalemle yapılmış çizikler gibi duran yollar o köylere ulaşıyor o köylere ulaştırıyor. Zorun umuda yenildiği bu topraklarda sahici coşkularla sürüyor buradaki yaşam. Zap'ın olduğu yerde yeşil, yeşilin olduğu yerde hayat var. Basit bir denklemle Zap hayattır.. Kıpır kıpır, deli dolu, coşkun, özgür, hırçın, azgın.. Tüm bu tanımların yakıştığı Zap, akıp gidiyor. Bereket ve öyküler taşıyor başka köylere, başka hayatlara. Sesi, kalbi, davası, sevdası, hasretleri, suçları olan bir nehir Zap. Tıpkı insan gibi. Buralarda, Sümbül ya da Cilo Dağları gökyüzünün, Zap' sa yeryüzünün hakimi.
Ne zaman gelirsin ?, Ne zaman dönersin ?, Ne zaman görüşürüz ?  gibi soruların ; karlar eriyince, dağlar yol verince, Zap sakinleşince gibi doğaya odaklı yanıtları var. 
Zap, Cilo Dağı eteklerine çiçeklerle, çayırlarla yeşil tonlar armağan ederken, Cilo onbinlerce yıllık buzullarıyla, kaynaklarıyla bin dereden su getirip besliyor Zap'ı. Eriyen buzullar yüksekteki soğuk ve el değmemiş hayatı aşağıya taşıyor. Derelere, şelalelere dönüşüyor. Çoğalan sular '' Avaspi '' adını alarak yeryüzüne iner, insan içine çıkar ve Zap'a doğru yol alır. Avaspi Irmağı, ana kucağına dönmenin sabırsızlığıyla geçen 40 km'lik bir yolculuktan sonra Kırıkdağ köyünde nihayet Zap'la buluşuyor. Zap, geçtiği her yerde yaşama katılıyor. Kimi zaman duru kimi zaman bulanık. İnsanlar doğaya benziyor burada. Yalçın, yanık, zorlu, dayanıklı ve güzel... Buradaki insanlar, doğaya direnme gücünü kentlerinin anlamından alıyor. Hakkari; güç, güçlü, savaşçı demek çünkü... Bazen de doğa, insan yapımı şeyleri andırıyor. Kentlerin, kasabaların adını bile doğa belirliyor. Yüksekteysen '' Yüksekova '' , çukurdaysan '' Çukurca ''.. Zap, Türkiye sınırlarını Çukurca'da terk ediyor. Ölümle ve operasyonlarla anılan Çukurca, üzerindeki tarihi kalıntılarla, gezilecek görülecek yerleriyle adını duyurmaya fırsat bulamıyor ne yazık ki... Zap uzaklaşıp, Çukurca sınırlarını aşıp başka ülkelerin kütüğüne girerken modern zamanlara teğet geçen köprüleri ve o köprülerin efsaneleriyle gönlümün sağ alt köşesine ait olmayı sürdürüyor.
Türkiye'nin en hızlı akan nehirlerinden biri Zap suyu, Hakkari'nin zorlu coğrafyasının adeta kimlik kartı. Bir ucu Van'dan Musul'a akarken Hakkari'de coşan, efsanelere, rivayetlere, öykülere konu olan Zap suyu rafting tutkunları için her açıdan muazzam bir ev sahibi. Türkiye haritasının ucunda bulunur Hakkari. Bu uç aynı zamanda bir başlangıç. Kar, Hakkari'de başlar, Dağ, Hakkari'de başlar, buzul gölleri ve görkemli vadiler Hakkari'de başlar. Bu coğrafyaya adım attığınızda unutulmaz serüvenler için doğru yerde olacaksınız..
Hakkari'de yaşam, bilinmez nice olaylara nice acılara gebe kimi zaman dayanılmaz ağıtlarla kimi zaman bir bilge sessizliğiyle akıyor. Zaman akıyor, Zap akıyor.. Van Gölü'nün güneydoğusuna düşen ve doğuda İran, Irak sınırına dek uzanan Hakkari İl alanı, Türkiye'nin en sarp ve dağlık yörelerinden biri. 1941' de yapılan Birinci Coğrafya Kongresi'nde '' Hakkari Bölgesi '' olarak adlandırılan Doğu Anadolu'nun güneyindeki bu yöre, Asya ve Avrupa dağlarının birbirine yaklaşması ve sıkışmasıyla yükselmiş. Yüksek plato ve dağlar, genellikle kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanan havzalarla parçalanmış olmakla birlikte, vadilerin çok derin ve dik olması nedeniyle ovalık alanlar son derece sınırlı. Dar boğaz ve çöküntü alanlarıyla parçalanmış geniş plato düzlükleri göz alıcı. Nordüz, Feraşin, Mirgezer ve Mendin Platoları en bilinenleri..
Hakkari'ye bir saatlik yolum kaldı. Günlerden Pazar. İçinden geçtiğim köyde, rengarenk kıyafetleriyle kadınlar, genç kızlar, Hakkari'nin yöresel kıyafetleriyle erkekler, çocuklar göz alıcı şekilde ışıl ışıl parlıyorlar. Düğün merasimine giden bu insanlar, yüzlerce yıllık geleneklerini ne de güzel sürdürüyorlar. Rahatsız etmemeye çalışarak görüntüledim onları.. Geçtiğim başka başka köylerde de benzer düğün görüntülerine rastladım. Burada çocuklar, arsız otlar gibi yokluğun ortasında yetişiveriyorlar..

Berivanlar... Nasırlı elleri kendilerinden önce yaşlanan genç kızlar. Bakışları işe odaklı, kaygıları aş, ekmek, geçim olan kadınlar. Evde; yemek, ilgi bekleyen çocuklarına, kardeşlerine, hizmet bekleyen kocalarına, hürmet bekleyen babalarına doğru hızlı adımlarla ilerlerler hep. Günün yorgunluğu, emeğin onuru ile yarı göçebe bir hayatın peşinde Zap'ın öte yakasına geçecekler telaşla. Ev hali, insanlık hali, memleket hali gereği her gün. Yine, yine, yine ... Zap'ın narin asma köprüleri iki yakayı birbirine bağlarken insanlarda çalışarak üreterek, iki yakalarını bir araya getirmek için uğraşıyorlar burada...

Karayolunda ilerlerken karşıda ve sağda solda görülen dik yükseltilerin Hakkari'nin dağlarının etekleri ya da öncü dağları olduğunu söylesem ne düşünürsünüz..!! İnsanoğluna adeta meydan okuyan bütün bu manzaraya başka yerde rastlamak mümkün değildir. Hakkari'nin kuzey batısındaki Karadağ, orta kesimindeki Cilo Buzul Dağları ve güneyindeki Sat Dağları, dağ turizmi için en önemli bölgeler. Bu dağlarda bulunan krater (Buzul gölleri) gölleri de ayrı bir çekim unsuru.


Yaz günlerinin kavurucu sıcağında koyunlar ve keçilerde, Zap'tan paylarını alıyor. Yan yana, üst üste verime odaklanmış bir hayat sürüyorlar. Sürünün üyeleri nehrin kenarında sağılmayı bekliyor, sessiz sessiz, uslu uslu. İnsan gibi yaşamak için çalışmak şart burda.Çalışmak insan hakkı değil zorunluluk çünkü. Kimse yalnızca kadın, erkek, anne ve baba ya da çocuk değil. Çoban, Berivan yeri geldiğinde. Çobansan eğer; Zap geçilecek, dağ aşılacak, yaylalara çıkılacak, sürüler otlanacak, sürüler korunacak.. Süt sağımı Zap kenarında kadınlar tarafından yapılıyor. Ve güneşin altında onlarca keçiyi, koyunu sağan, o sütleri otlu peynire, yoğurda dönüştürecek olan türkülerin yanık dizesi Berivanlar..  Berivan'lar sağım işini bitirdikten sonra sağdıkları sütü '' Tarzum '' denilen püsküllü heybelere yükleyerek evin yolunu tutacak..

Bu coğrafyanın her tarafında üst üste biriktirilen ot yığınlarını görmek mümkün. Toplanan bu otlar kış boyunca hayvanlara yedirilecek. Otlar İlkbahar'da biçilmeye başlanıyor. Hakkari'nin insanları için işlerin devam etmesi mutlu olmaları için yeterli. Kalplerindeki sıcaklık yüzlerine yansıyor. Bu muhteşem coğrafyanın her noktası insanı etkileyen güzelliklere sahip.

Dünya üzerinde Hakkari'nin dağlık ve kayalık yapısına benzeyen çok az coğrafi bölge var.
Yukarı Mezopotamya sınırları içinde yer alan Zagros dağlarının üzerinde kurulu Hakkari, İlçeleri ve köyleriyle Himalayaları, İsviçre'nin ve Avusturya'nın Alpleri ve Şili'nin dağlık bölgelerine benzer.
Hakkari'nin güneyinden ve Cilo Dağları'nın kuzeyinden geçen Zap Suyu, bazı yerlerde şimdilik sakin akıyor. Ancak İlkbaharda karların erimesiyle korkunç boyutlara ulaşıyor ve yıllık ortalama debisi saniyede 86 m3 geçiyor. Aynen türkülerde geçtiği gibi. Suyun yakınlarında yaşayanlar sudan bir çok şekilde faydalanıyor. Nasıl faydalandığıysa doğayla kendi arasında. Zap Suyunun yüksek seviyelerine doğru gidildikçe vadiler genişliyor. Büyük vadi tabanları eğiminde azalmasıyla suların hızını yavaşlatıyor. Bu sakin sular çevreye ayrı bir güzellik katıyor. Vadi tabanlarının genişlemesi dağların yapısıyla ilgili. Zap, Hakkari sınırları içinde 189 km uzunluğa sahip.

Hakkari Türkiye'nin en eski şehri.. Hakkari İli geçmişte Hurri ve Urartu Krallıklarının kontrolüne girmiş ve ardından Pers İmparatorluğunun egemenliği sonra da Arap egemenliğine girmiş. Bu dönemin ardından da Selçuklu İmparatorluğunun kontrolü altına giren Hakkari 1536 yılında ise Osmanlı kontrolü altına girmiş ve günümüze kadar Türk toprağı olarak kalmış.
Hakkari adı, eskiden Van Gölünün güneyinde ve bir bölümü de İran'a uzanan yörelere yerleşmiş '' Hakkar '' kabilesinin isminden geliyor. Arap dili, coğrafyası ve tarihlerinde bölge adı '' Hakkariye '' olarak geçiyor, '' Hakkarlar'ın Şehri '' anlamına geliyor.
 
Hakkari'nin dağları Anadolu'da eşi benzeri görünmeyen bir ihtişama sahip. 4000 metreyi geçen yüksekliğiyle Cilo Dağları muhteşem kütlesiyle adeta boy gösterisi yapıyor. Bu dağların en yüksek zirvesi olan '' Reşko '' 4135 metre yüksekliğe ulaşıyor. Hakkari bu yalçın zirvelerin arasında eğimli bir yamaçta bulunuyor. Nihayet Hakkari kent merkezine geldim.
Görürsen her yer güzel... Şehir heybetli Sümbül Dağı'nın yamacında kurulu. Hakkari'ye öğlenden sonra gelebildim.



Hakkari'nin yöresel yemekleri; Doğaba, Tirşik, Keledoş, Kiris, Doleme, Siyabo, Gulul Çorbası, Jajik, Parmak Kebabı, Sengeser, Lalaped ve Corti Aşı' nı çok merak ediyorum. Hakkari lezzet mekanlarını araştırırken bu lezzetleri sunan '' Mala Dayike Colomerg '' Lokantası çok ilgimi çekmişti. Hakkari çarşıda bir ara sokakta lokantayı buldum. Lokantaya yapılan yorumlardaki gibi; önünden geçseniz fark edemeyeceğiniz bir yerde, pek salaş görünen dış görünüşüyle ilk bakışta hayal kırıklığı yaratabilir. Ancak içeride bambaşka bir ortam var.

Hem de kırık dökük bir merdivenle 2. kata çıkıyorsunuz. '' Mala Dayike '' Anne Evi anlamında. Nezih ve tertemiz bir aile işletmesi.
60'lı 70'li yıllarda bir kasaba lokantasında gibi hissettim. Birbirinin aynı olan yerlerin dışında böyle deneyimleri çok seviyorum. Lokanta, Ulucami yakınında, merkeze yakın.
Günlerden Pazar ve biraz da geç kaldım. Yöresel yemekler hafta içi daha fazla çıkıyormuş, bildik lezzetler de var. Ama ben yöresel lezzetleri soruyorum. Doğaba ve Siyabo var sadece. Bu yemekler hakkında bilgi veriyorlar. Sokağı gören bir masaya geçtim. Lezzetler geldi. Pilavlarının meşhur olduğunu duymuştum, pilavın yanında et ve Hakkari'nin yine ünlü yöresel turşusunu da tadımlık getirdiler.
Doğaba; köfte topları, süzme yoğurt, püre haline getirilmiş et ve buğday, Hakkari dağlarının otları, baharatlar ile yapılan bir lezzet. Üzerindeki eritilmiş tereyağı ile çok çok beğendiğim bir lezzet oldu.
Siyabo; Hakkari'nin özellikle yüksek dağlarında doğal olarak yetişen ve yörede çiğ ya da pişirilerek yenilen, her derde deva olarak bilinen değerli bir ot. Karlı bölgelerde ve yüksek rakımlarda yetişen ve yılan sokması, romatizmal hastalıklar, mide ekşimesi ve şeker hastalığına iyi gelen Siyabo damağımda tarifsiz bir lezzet bıraktı..

''Jajik'' ise cacığın yöre otları ile yapılmış hali. Yoğurt da doğal olunca Jajik müthiş olmuş.


Male Dayike Lokantasını şiddetle tavsiye ederim.
Hakkari'nin çevresinde ağaç yok. Ancak burada yaşayanlar şehri mümkün olduğunca yeşil hale getirmiş. Biraz yukardaki evlerde de durum aynı. Neredeyse her evin bahçesi yeşil.


Buradaki dağlar Bitlis sınırından itibaren Hakkari Dağları ismini alıyor. Ve İran-Irak sınırına kadar devam ediyor. Bu coğrafyanın ; Sümbül, Oramar, Cilo ve Sat dağları keskin vadilerle birbirlerinden ayrılmış. Devasa boyutlardaki bu vadiler dağların ihtişamını da ortaya çıkarıyor.
Hakkari'nin merkezin düzgün altyapısı ve temizliği ile ilk bakışta dikkatimi çekti.


Hakkari Dağları'nın bu kesiminde iklim, yükseltiye bağlı olarak büyük değişimler gösteriyor. Yüksek bölümlerde kış Haziran'a dek sürerken, yamaçlarda iklim yumuşak, yazları serin geçiyor. Vadi oluklarında, özellikle güneyde Irak sınırına yakın yerlerde sıcak iklim özellikleri görülüyor.
Kızların yöresel kıyafetlerinin kentteki bir düğün nedeniyle olduğunu çok geçmeden öğreneceğim...


Kent yaşamı çok canlı...

Hakkari'nin doğasından gelen doğal ürünleri kentin her yerinde görmek mümkün.

Bilim adamları, Hakkari İlimizin, henüz keşfedilmemiş bir bölge olduğunu söylüyorlar. Son yıllarda, Hakkari bölgesindeki Sat dağları ile Yüksekova vadisinde yapılan bilimsel araştırmalar, çok ilginç sonuçlar vermiş, bu bölgedeki mağaralar ve mağara girişlerinde ilk çağlara ait kaya resimlerine rastlanmış.
Hakkari'de 30' dan fazla zirve 3000 metreyi aşıyor. Kayaların yapısı buradaki dağların ne kadar sarp olduğunu gösteriyor.



Kentte gezerken, yüksek sesli Kürtçe müziğin geldiği yere doğru yürüdüm. Bir düğün merasiminin ve eğlencesinin tam da yanı başındayım. Yabancı olduğumu anlamış olacaklar ki ısrarla davet ettiler... Bu açık havada bir düğün eğlencesi. Bende geniş orta alanı gören bir sandalyeye buyur edildim. Müzikler kulağa çok hoş geliyor.
Çay servisi ardında tatlı ikramlarında bulundular.

Çok şanslıyım. Bir kenti ve yöreyi tanımanın en güzel örneklerinden birinin tam içindeyim... Az sonra müziğin de coşkusu ile önce birkaç kişi sonra daha başkaları derken neredeyse tüm konuklar geniş bir halka şeklinde ağır ritimlerle dönerek Hakkari Yöresel oyunlarını oynamaya başladılar. Sonradan öğreniyorum ki; oynadıkları oyun halayının yüzlerce çeşidi var. Ve her bir halay; aşkı, isyanı ya da başka konuları anlatıyor.



Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. İşte şimdi Hakkari'nin tam içindeyim. Dönüş yolu çok uzun. Dönüş yoluna çıkmam gerek. Düğün sahiplerine konukseverlikleri için teşekkür ettim ve izin istedim. Öyle bırakmak istemediler, ısrar ettiler... Yolumun uzun olduğunu belirttim. Düğün alanı girişine kadar uğurladılar... Günün en büyük süprizi bu düğün oldu.
Hakkari Kenti'nden çıkıyorum. Ama Van coğrafyasına gidene kadar uzunca bir süre Hakkari coğrafyasında dağlarının arasında yola devam edeceğim. Dağların kentine veda ediyorum...


Vadi tabanından geçen ve Zap Suyu'nun altından geçtiği, karayolu köprüsünden de geçtim. Bu köprü, Hakkari' ye tek giriş kapısı..
Sarp dağların, dik kayalıkların arasından geçen yol sadece bir çizgi gibi görünüyor. 
Amacım dönüş yolu rotası üzerinde Hakkari'nin 40 km ötesinde sağa ayrılan Kırıkdağ Köyü Yoluna girerek Cilo Dağları'na doğru çıkmaktı. Buradan 45 km lik bir yol ile Cilo Dağlarına ve efsane '' Cennet Cehennem Vadisi'ne '' ulaşılabiliyor. Yol ayrımına geldim. Girişte askeri güvenlik kontrol noktasında durduruldum, gerekli kontroller yapıldı. Hakkari Valiliğinden özel izin alınmadıkça bölgeye giriş izni verilemeyeceği belirtildi. Mecburen Cilo Dağları ve Cennet Cehennem Vadisi'ni bir başka bahara bırakmak zorunda kaldım..
Torosların doğudaki devamı olan fotoğrafları Alp Dağları ile karıştırılan Cilo sıra dağlarında yüzlerce bakir ve sarp parkur var. Üstelik zirvelerde 12 ay boyunca buzların erimediği kısımlar bulunuyor. Bu da buzul tırmanışı yapmak isteyenlere süresiz bir rota sağlıyor. Yürüyüş benim için bir tutku. Adımlarını toprağa, dağa, doğaya atmak gibi görünse de aslında insanın kendi içinde yaptığı bir yolculuktur.. Uzun yürüyüşlere eşlik eden muazzam manzaraların eşliğinde minik ayrıntılar zihnin kalın perdelerini açıyor. Güngörmüş ağaçların sonsuz oksijeni ruhun yaşama gücünü yerine getiriyor. Hakkari, yüksek rakımlardaki trekking ve hiking rotaları, kamp kurmaya uygun yaylalarıyla bu sporlara meraklı profesyonelleri de amatörleri de cezbediyor. Güvenlik sorunları tam çözüldüğünde Dağların Kenti Hakkari, dünyanın spor ve turizm cazibe merkezi haline gelecektir. 
Cilo Dağları, Reşko Zirvesi gönlümün sağ alt köşesi Hakkari' deki ezberlerimdir... Yine görmek mümkün olmadı. Yine ezberimde kaldı... Bahtsızlığı anlatan bu türküdeki gibi '' Kara bahtım, kem talihim, taşa bassam iz olur, Ağustos'ta suya girsen balta kesmez buz olur '' Cilo bu türkünün dolaysız karşılığı. Ağustos, göl ve buz. Bahtsızlıksa arka planında hikayenin... Cilo, ufuk çizgisi Hakkari'nin. Her yeri görüyor ve her yerden görünüyor. Ha deyince çıkılacak ha deyince inilecek dağlardan değil. Hakkari dağların kenti, Cilo ise o dağların en görkemlisi. Türkiye'nin ikinci yüksek zirvesiyle, buzulları ve haber bültenlerindeki kötü ünüyle yaşlı bir dağ. 4168 metrelik bir efsane. Güzelliği masallardaki gibi. Cilo görkemi ile çağırıyor, dereleriyle şelaleleriyle çağlıyor, buzulları, uçurumları ile zorluyor. Gitmek istedikten sonra insana ne yol dayanır ne dağ. Yüksek, hakim, ihtişamlı, mağrur ve ulu. Büyüklüğü vurgulayan daha onlarca sıfata sahip Cilo. Görkeminden ürkmeyenler, nazını çekebilenler görebiliyor ancak Reşko zirvesini, buzulların erimesiyle oluşan Avaspi ırmağını. Reşko, yani Karadağ. Avaspi, yani Beyaz Su. Ak ve Kara'nın bu karşıtlığı, zor ve azmin ortaklığı benim gibileri buraya çekiyor. Cilo'nun Reşko zirvesine ilk tırmanış 1937' de yabancı bir ekip tarafından gerçekleştirilmiş. 
Zap Suyu, Çukurca'dan bu yana uzun süredir hep yanı başımda.. Zap Suyu'nun Köprüleri..
Köprüden zamanda geçiyor. Güneşi batıran zaman kışı doğuruyor. Eşsiz bir görselliğin ve eşsiz acıların habercisi olarak doğar kış. Kış izleyenler için şiirsel ancak Hakkari'de yaşayanlar için yükü ağır basan bir görüntü çıkarıyor ortaya. Kahve ya da çay eşliğinde kış manzarası seyretmek şehirli bir hayal.. Hakkari'de gökyüzüne yakın başları ile dağlar, karların kapattığı yollar türkülerdeki gibi. Yol vermez, geçit vermez, buluşturmaz. Sonsuz bir buluşma mevsimidir kış. Kar tanesi kar tanesinin, damla damlanın, koyunlar çobanın, çoban ekmeğinin peşine düşer. Ağır ağır geçilir bu köprülerden, ağır aksak giden bir yaşama doğru.
Şükretmek her şeye rağmen şükretmek var Hakkari'nin özünde. Hakkari'nin kışında soğuğun tanımını yeniden yapmak gerekiyor. Çok soğuk demek yetmez. Çok az kalır, yetersiz kalır Hakkari'nin kışında. Yine de soğuğu ve zorlukları alt edecek, yaşamı normale döndürecek bir savaş sürüp gidiyor buralarda..

Kara kışın beyaz perdesinde defalarca izlenmiş, ezberlenmiş bir film gibi Zap'ın kenarında hayat. Herkes görevini, işini varlık nedenini biliyor ve ona göre oynuyor rolünü. Yük ve umut sırtlanan insanlar, kışın ayrı yazın ayrı zorlaşan zaman, Zap'ın kahramanlık ettiği öyküler birer birer bu köprülerden geçiyor.
Zap anlatıyor, insanlar dinliyor. Buralı olmayanlara normal gelemeyecek mevsim normalleri Zap'ın kenarındaki ve içindeki yaşamında belirleyicisi. Soğuk sularda yüzen balıklar, sıcak sofralarda yerini alıyor. Denizi olmayan kentin bereketi olmayı sürdürüyor Zap. Bir şey ne kadar hareketli olursa olsun fotoğrafı durgun oluyor. Hırçın, azgın, coşkun Zap'ta ancak böyle fotoğrafta donuyor.
Hakkari'nin kışı da öylesine güzel. Dağları ile yıldızlara yakın mavi gökyüzü altında ışıl ışıl...

Ya, Ters Lale'lere ne demeli... ? Hakkari'de baharı Ters Laleler müjdeliyor. Bir çok şeyi modern zamanlara ters giden Hakkari'nin Laleleri'de ters.
Cilo, Kaf Dağı sanki... Ters Lale'de, Kaf Dağı'nda saklanan sihirli çiçek. Çeşitli öyküleriyle masal çiçeği gibi gerçekten. Her sabah göbeğinden su yaydığı için '' ağlayan lale '' demişler örneğin. Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği zaman Meryem Ana'nın gözyaşlarından yere akan damlalarla yetiştiğine inanıp kutsal sayanlar ve '' ağlayan gelin '' diyenlerde var. Eskiden yalnızca Hakkari'de yetişen bu çiçek kaçak yollarla Avrupa'ya götürülmüş kozmetik ve ilaç sanayinde, park ve bahçelerde baş tacı edilmiş çoktan... Ters Lale'lere konan arılar yörenin bir başka zenginliğini en özel tadını yaratıyor. Katkısız ve saf çiçek tozundan edilen '' Şemdinli Balı'nı '' .
Hakkari'den çıktıktan yaklaşık 60 km sonra Yüksekova, Şemdinli, Esendere Sınır Kapısı ve Başkale,Van yol ayrımına geldim. Yüksek dağların arasında Başkale platosunun geniş düzlüklerinde başka güzelliklere tanık olarak yola devam ettim.
Sürü'ler ve arı kovanları bu bölgede sık rastlanan görüntüler.

Başkale'ye yaklaşıyorum. Zap suyunun bir kolu hala yolculuğuma eşlik ediyor.

Enfes görüntüler.. Durmadan, uzakları seyretmeden, yüksek rakımın nefis havasını solumamak olmaz.
Daha önce rotamı incelerken Başkale yakınlarındaki '' Tarihi Kelekom Köprüsü '' dikkatimi çekti. Başkale yakınlarında olduğum tarihi köprünün yoldaki bilgi tabelasını görünce yan yola saptım. Köprü ana yolun 700 metre doğusunda bulunuyor.

Tarihi Kelekom Köprüsü, 12. yy. Selçuklu Dönemi eseri. 34.55 metre genişliğinde, 3.52 metre genişliğinde ve 6.19 metre yüksekliğinde. Başkale -  Hakkari yolu üzerinde 25. km de, Zap Çayı'nın bir kolu üzerinde.
 
Köprü düzgün kesme taştan inşa edilmiş. Köprünün dört bir yanını inceledim, üzerinde yürüdüm. üzerinden uzakları seyrettim.

Tekrar yola çıktım. Çok gitmeden Zap Suyu kenarında küçük çalılar üzerine serilmiş yün parçaları gördüm. İlk defa böyle bir şey görüyorum. 
Durdum, Zap Suyu kenarında çalışan genç kızlar ve kadınlar var. Koyunlardan kırpılan yünler, Zap suyunda kirlerinden arındırılıyor, aralanıyor ve güneşte kurumaları için çalılara ve küçük ağaçlara asılıyor. Zap yine bereket dağıtmaya devam ediyor.

Yolda ''Başkale'' tabelası. 
Başkale, anayoldan 6.km içeride batı yönünde. Tarihte önemli bir sınır kenti olmuş. En azından şehir merkezine girip, biraz yürüyüp Başkale denilince ileride hafızamda canlandırabilmek için bir yarım saatimi ayırmaya karar verdim.


Başkale, Urartular zamanında '' Adamma '' olarak adlandırılan bir yerleşme, Ermeniler '' Adamakert '' ismini vermiş. Sırasıyla; Romalılar, Partlar, Saraniler, Bizanslılar, Araplar, Moğollar, Safeviler'den sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminde 16. yy. ortalarında Osmanlı hakimiyetine girmiş. 


Eskiden, '' Kotur - Elbek '' adıyla anılan yöre 19. yy. sonlarında Van Vilayeti, Hakkari Sancağı'na bağlı '' Elbek '' kazası içinde olmuş. Kazanın adı Cumhuriyet döneminde '' Başkale '' olarak değiştirilmiş. Türkiye'de 2 farklı yerde bulunan ve dünya harikaları arasına giren; Peribacaları ve Travertenler, Başkale de bulunuyor. Hem traverten hem de Peribacaları... İkisi birden. Başkale'ye 60 km uzaklıkta bulunan ve aralarında 50 km mesafe bulunan bu iki yeri görme imkanım olmadı.
St. Bartelemous Kilisesi, Yanal (Sareder) Kilisesi, Kelekom Köprüsü, Pizan Kalesi, Arvasi Camisi diğer tarihi değerleri..
Başkale'den çıktım. Günün son ışıkları ile doğa bir başka güzel görünüyor. Şimdi yol beni Gürpınar İlçesi üzerinden Gevaş'a yani Van Denizi'nin kıyısına çıkaracak.
Doğu ve Güneydoğu Bölgesi'ne gelirseniz biraz sonraki yol manzarasına hazırlıklı olmalısınız...

Buralarda yol önceliği koyun ve keçi sürülerine ait.. Bu yol geçişlerindeki zorunlu duruşlar hem tebessüm ettiriyor hem de etrafı tekrar izlemeye fırsat veriyor..

Gürpınar'a yaklaşık 40 km kaldı. Uzaktan sarp kayalıkların üzerinde çok dikkat çekici yapıya yaklaşıyorum.
Yol bu defa '' Hoşap Kalesi'ne '' çıkardı. Hoşap Suyu'nun kuzeybatısında sarp ve dik bir kaya kütlesi üzerine kurulan kale, iç kale ile bunun kuzeyindeki dış kaleden oluşuyor.

Geçmişi Urartu Devleti'ne kadar uzanan kale, Osmanlı Devleti'ne tabi '' Mahmudi Beyleri'nin '' yaptırdığı şekliyle  yani son halini Ortaçağ'da almış. 19. yy. ortalarında terkedilmiş. Bölgenin dikkat çeken sembol yapılarından.
Türkiye-İran arasındaki yol üzerinde bulunmasından dolayı eskiden stratejik açıdan çok önemi varmış. '' Narin Kale '' ve '' Mahmudi Kalesi '' adıyla da biliniyor. Kalenin batıya bakan girişi ve özgün kapısı bozulmadan günümüze ulaşmış. Kapının üstünde yapımı ile ilgili Farsça kitabe ve aslan kabartmaları bulunuyor.
Kaleye ve yamaçlara düşen gölgeler akşamın yaklaştığını haber veriyor Ve eğilen güneş, Hakkari topraklarına olağanüstü görsel bir güzellik sunuyor. Güneşi, Hoşap Kalesi üzerinde batırdım...
Güneş battıktan sonra Gürpınar İlçesi'ne geldim. Daha sonra, bu  hafızalarda canlandırma işi için Gürpınar'a da yarım saat ayırdım. Şehir merkezinde huzur dolu ortamında yürüdüm, oturdum ve uzun günü gözümün önünden geçirdim.


Şehir merkezindeki bu rekreasyon alanı çok güzeldi.

Sonra Gevaş, sonra Tatvan. Hakkari'de '' Mala Dayike '' lokantasında öğlenden sonra yediğim yerel ve güçlü lezzetler o kadar tok kalmamı sağladı ki; acıktığımı Tatvan'a gece yarısına doğru geldiğimde hatırladım. Güzel bir Pizza lezzeti ile modern zamanlara dönüp yoluma devam ettim. Siirt'e kadar hala çok uzun bir yol var. 


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder