Sayfalar

6 Ağustos 2021 Cuma

 DİYARBAKIR' DA ON GÖZLÜ KÖPRÜ'DEN SURİÇİ'NE GÜZEL BİR GÜN   (DİYARBAKIR)

Mezopotamya' nın kuzeyinde, Dicle Nehri'nin yukarı havzasında, siyah bazalt surların içinde, 7500 yıllık bir tarihin sahibi kente güneyden yaklaşırken Diyarbakır, kalesi ve surlarının etkileyici görüntüsü ile karşımıza çıktı.
Bir günde gezilemeyecek kadar zengin bir kent olan Diyarbakır'da bir gün içinde; On Gözlü Köprü, Gazi Köşkü, Hevsel Bahçeleri, Suriçi, Diyarbakır Müzesi, Saray Kapı' da kahvaltı, Ulucami, Cahit Sıtkı Tarancı Müze Evi, Ahmet Arif Müze Evi, Dört Ayaklı Minare ve Hancı Restaurant da enfes lezzetler ile dolu geniş bir programı gerçekleştirdik. Daha bir çok Diyarbakır güzelliğini de göremedik. Uzun bir yazıya başlayalım...
Sabah çok erken saatlerde Hevsel Bahçeleri'nin içinde On Gözlü Köprü de yürüdük.
Dicle Nehri üzerinde bulunan ve Anadolu'da rastlanan ilk İslam köprüsü olma özelliği olma özelliğini taşıyan köprü, 10 gözlü ve 178 metre uzunluğunda.
Köprü, Mervaniler devrinde Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından yaptırılmış.


Volkanik bazalttan yapılmış surların arasında kalan Diyarbakır bir süprizler yumağı.. Labirente benzeyen dar sokakları, beklenmedik anda karşınıza çıkan camileri, kiliseleri, hanları, binlerce yıllık bahçeleri ve içe dönük avlulu evleriyle apayrı dünya. Bu dünyaya on gözlü köprüden adım atmak ayrı bir anlam kattı bu gezimize..

Başarılı restorasyonlar ve özenli çevre düzenlemesi köprüyü daha göz önüne çıkarmış.
Dicle Nehri'nin akışını köprünün üstünden izlemek güzeldi..
On gözlü köprüyü ardımızda bırakarak çok uzakta olmayan '' Gazi Köşkü'ne '' doğru devam ettik. Halk arasında Gazi (Atatürk) Köşkü olarak da bilinen Seman Köşkü, Mardin Kapısının dışında, Dicle Köprüsü'nün batı yamacında, Dicle Nehrine hakim bir yerde, geniş bir bahçe alanı içerisinde yar alıyor.
Eser, plan ve mimari özelliklerine göre 16. yy. da inşa edilmiş.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu evi, 16. Kolordu Komutanı olduğu ve birliklerinin Ruslarla, Bitlis ve Muş'ta savaştığı dönemde, 1916 ve 1917 yılları arasında karargah olarak kullanmış.
1937 yılının 15 Kasım günü, sadece tek bir gecede olsa, ikinci kez burada kalmış. 1937 yılında Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak Atatürk'e hediye edilmiş. Atatürk'ün vefatından sonra köşk 1939 yılında tekrar belediyenin mülkiyetine geçmiş.
Semanoğlu (Gazi) Köşkü, döneminin en önemli eserlerinden olan On gözlü Köprü, halk arasında manevi tesirine inanılan Kırklar Dağı, çağlar boyu tarımın güzide örneklerinden olan UNESCO Dünya miras listesinde bulunan Hevsel Bahçeleri ve kentin hayat damarı olan Dicle Nehri ile bütünleşmiş, geleneksel kent dokusunun en önemli bileşenlerinden olan Köşkler Mahallesinde ayakta kalmış nadir eserlerden. 

Eser ayrıca Diyarbakır'ın yetiştirmiş olduğu en önemli ses sanatçılarından Celal Güzelses ile birlikte de anılmakta..
Diyarbakır, 33 uygarlığa beşiklik etmiş. İlk tahılın ve buğdayın hasat edildiği, ilk medeniyetlerin buluştuğu, 12400 yıllık tarihi ile Müze Şehir.. Dünyanın en uzun ve yüksek Sur'u, Dünya'da kemeri en geniş taş köprü Malabadi Köprüsü, yapılan araştırmalar sonucunda kilometrekareye göre dünyada en fazla şair, yazar ve fikir ve bilim adamı yetiştiren kent olma gibi önemli özelliklere de sahip.
Kahvaltı yapılacak yerleri ayrıntılı araştırdım, tavsiyeler aldım. Tercihimiz, '' Saray Kapı Kahvaltı Cafe'den '' yana oldu. Yanılmadığımızı daha, Suriçi'nin dar sokaklarından ilerlerken ve kapısından adım attığımızda anladım..


Eski bir Diyarbakır Konağı olan '' Turşucu Ahmet Kaynak Konağı '' restore edilmiş ve Saray Kapı Kahvaltı Kafe olarak misafirlerini ağırlıyor.
İlk kez geldiğimiz bu yerde daha öncelerde de buradaymış hissine kapıldığımız geniş avlusuna adım attık.

Diyarbakır'ın tarihi dokusunu yaşatacak, eskilere götürecek kahvaltısıyla çok iyi bir mekandayız.

Hasanpaşa Hanı'ndaki mekanlardan çok daha ferah, güzel ve kalabalık olmayan bir mekan..
Zengin ve kaliteli bir kahvaltı bizi bekliyordu.



Güleryüzlü, samimi ve kibar çalışanlar kahvaltıyı güzelleştirdiler.

Fonda rahatlatıcı müzik eşlik ediyor.
Diyarbakır denilince Karpuz da akla gelir hemen. Suda soğutulan karpuzlarla çok defa karşılaştık Diyarbakır gezisinde.
Avlusunda yaptığımız kahvaltıda kendimizi ev de hissettik. Bu rahatlığı hisseden sadece bizler değildik...
Konağın kapalı alanlarında havanın soğuk olduğu dönemlerde bulunmak güzel olacaktır.
Duvarda yazılı güzel sözlere katılmamak mümkün değil.
Çok iyi düzenlenmiş Saray Kapı Kahvaltı Kafe'yi Diyarbakır tekrarları listeme aldım. (Doğru Sokak  No: 19  Diyarbakır Tel : 0412 2290704)

Diyarbakır Surları, kentten geçen uygarlıkların izlerini taşıyor. Kalenin dört yöne açılan dört ana kapısı (Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı) var. Volkanik Karacadağ'dan çıkan bazalt taşlarıyla yapılan surlar, bugün Suriçi denilen eski Diyarbakır'ı bir halka şeklinde kuşatıyor.


M.Ö.  3 bin yılına tarihlendirilen surlar, 5 km uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre genişliğinde. Dış surlar üzerinde, tam 82 burç var. En önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu, Ben-li Sen Burcu ve Nar Burcu. Mardin Kapı'nın doğusundaki Keçi Burcu, inşa edilenlerin en büyük ve en eskisi. Buradan, göz alabildiğine Hevsel Bahçeleri, Dicle Nehri ve On Gözlü Köprü görülüyor.
Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Mirası ilan edilmesinin ardından dikkatleri üstüne çekiyor. Hevsel Bahçeleri; Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile nehir vadisi arasında yer alan yaklaşık 700 hektarlık çok verimli bir arazi. 
Hevsel Bahçeleri, bahçe kültürünün çok önemli olduğu bir coğrafya da yer alan tarihi boyunca halkın kullanımına açık sivil bir bahçe olarak özgün bir değer ortaya koyuyor. 30' dan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bir bölgede 8 bin yıl gibi çok uzun süredir bahçe olarak var olmasıyla, tarımsal değerinin dışında, kültürel ve tarihi olarak da özgün bir yere sahip.
Çok farklı türlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek alanlara (habitat) sahip Hevsel Bahçeleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük kuş cenneti. 180' den fazla kuş türünün yanı sıra su samuru, tilki, sansar, sincap ve kirpi gibi bir çok memelinin de ev sahipliğini yapıyor.
Suriçi' nde ilk durağımız Hz. Süleyman Camii. 1155-1169 yılları arasında inşa edilmiş. Bugünkü şeklini Osmanlı Dönemindeki ekleme ve onarımlarla alan Cami, Nasiriye - Kale Camii olarak da adlandırılıyor.

Siyah Bazalt taşlardan yapılan Caminin mimarisi etkileyici.
Caminin hemen yanındaki Diyarbakır Arkeoloji Müzesi'nin giriş kapısından farklı bir müzeye adım attık..

Diyarbakır ve çevresinden sağlanan çoğunluğu Hitit, Asur, Roma, Bizans, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlılara ait eserlerin sergilendiği bu müzede bölgede bulunan Neolitik Çağa ait eserler de sergileniyor. Müzedeki Arkeolojik ve Etnografik eserlerin sayısı 11000' i aşıyor. 1934 yılında açılan Müze, 1986' da yeni binasına taşınıncaya kadar faaliyetini, Ulucami'nin batısındaki Sincariye (Zinciriye) Medresesi' nde sürdürmüş. 



Geniş bir alana sahip Diyarbakır Arkeoloji Müzesi içinde bulunan çok anlamlı bir müze binasının önündeyiz şimdi..
Atatürk Müzesi.
Umumi Müfettişlik Makamı olarak 1902 yılında inşa edilmiş. Atatürk 1917' de 2. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır'da bulunduğu sırada bu binayı karargah olarak kullanmış.


1973' te 7. Kolordu Komutanlığınca onarılarak Atatürk Müzesi olarak ziyarete açılmış.

Diyarbakır Arkeoloji Müzesi'nin geniş bahçesi bir Botanik Bahçesi gibi. Aynı zamanda Diyarbakır Surları, Suriçi ve Hevsel Bahçeleri buradan müthiş görünüyor.







Atatürk'ün Diyarbakır Kolordu Komutanlığı Dönemi Karargah binalarından oluşan Müze'de güzel bir gezi yaptık. Hevsel Bahçeleri Manzaralı '' Müzenin Kafesi '' 'nde mola zamanı...   





Kürt Kahvesi denedim. Sütlü ve aromalı tadıyla değişik bir kahve deneyimi oldu.


Diyarbakır gelirseniz bu müzenin kafesini mutlaka tavsiye ederim.



Bu güzel moladan sonra yine Arkeoloji Müzesi bünyesinde bulunan St. George Kilisesi'ndeyiz.



Çok geniş bir avlusu ve yine büyük kapalı alanı bulunan etkileyici bir yapının içindeyiz. Yine Hevsel Bahçeleri manzarası görülüyor..


Bir günde gezilemeyecek kadar tarihi, kültürel değere sahip Diyarbakır'da gezi programını yetiştirmek için Müze gezisini biraz hızlı tamamlayıp giriş kapısına yöneldik.
Yine Suriçi'ndeyiz ve Ulucami'ye doğru geziye devam. Hedefte Hasanpaşa Hanı var..
Ulu Camii' nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan tarihi han, Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmış. Diyarbakır'ı ziyaret eden seyyahların da hemen dikkatini çekmiş ve hakkında seyyahlar önemli bilgiler vermişlerdir. 1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir :
'' .... Muazzam kagir bir bina olan hanın 500 beygiri barındırabilecek yeraltındaki iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel avlusu, üç kat üzerinde bir çok kagir odaları vardır.... ''
Han'ın bütününde bazalt ve kalker taşının birlikte kullanılması ve özellikle kalkerin yatay olarak yerleştirilmesi, yapının olduğundan daha uzun görünmesine yol açıyor.
Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan mevcut.

Üst katta daha çok kahvaltıcılar bulunuyor.

Hasan Paşa Hanı'nda telkari işi süs eşyasından antikaya kadar çeşitli süs eşyası satan dükkanların yanı sıra lokanta ve cafelerle bir kitabevi de bulunuyor.


Hemen her yaştan insanın uğradığı han Diyarbakır'ın tarihi ve turistik yapıları arasında yer alıyor.
Han'ın hemen karşısında '' Beşinci Harem-i Şerif '' yani '' Kutsal Mabed '' sayılan '' Diyarbakır Ulu Camii ve Külliyesi '' bulunuyor.


Yapı olarak ilk ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen Diyarbakır Ulu Camii, dünyanın en eski ibadet yerlerinden. Anadolu'nun hala ayakta kalan ve kullanılan en eski camisi.
Miladi 639 yılında Hz. Ömer döneminde fetih edilen Diyarbakır, da bu eşsiz eser, yazılı kaynaklarda Hz. Musa döneminde Sinagog, Hz. İsa döneminde Süryanilere ait Mor Toma Katedrali, fetihten sonra da camiye çevrilmiş. Roma döneminden önce de, ateşe tapanların açık ibadethanesiymiş.

Bu yapı yaklaşık olarak 3400 yıldır hep ibadethane olarak görevini devam ettiriyor.

Ulu Cami külliyesi içinde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebine ait dört mescid ve dört mihrap bulunuyor..

Ulu Camii halk dilinde ve resmi kayıtlarda Beşinci Harem-i Şerif olarak geçiyor.




Ulucami'den sonra gezimize devam, daha görülecek çok yer var. Ama önce öğlen yemeği zamanı. Diyarbakır'da birbirinden güzel lezzet durakları var. Tavsiyeler, araştırmalar bizi HANCI' ya götürdü. Yine doğru tercih oldu..

Hancı'nın han kapısından şık ve nezih ortamına adım attık.
Tezgah tüm güzelliği ile önümüzde. Şefler görüntü alma isteğimi kırmadılar. Hatta tezgahın arkasına davet ettiler, lezzetleri tanıttılar.
Tandır, süt dana kavurma, portakallı ördek, arap tava, bıldırcın, kaburga, mumbar ve daha neler neler..







Bu kadar geniş lezzetler içinden seçim yapmak zor. Biz; Tandır, Süt dana kavurma, bıldırcın ve ekşili dolma tercih ettik, yanında gelen ikramlar ise enfesti. Tattığımız lezzetler bizi müdavimleri yaptı bile.. Diğer lezzetlerini tatmak için ise tekrar tekrar Diyarbakır'a gelinir..

Bu müthiş lezzetleri haricinde kebap, ızgara seçenekleri de çok geniş. Bizim tercihimiz yöreye özgü lezzetlerden yana oldu.



Ev yapımı baklava ve kahve ikramlarından sonra Diyarbakır gezimize daha bir enerjik kaldığı yerden devam.. 
Ulu Cami' nin kapılarından Sipahi Pazar'ına çıkılıyor. Cami'ye yakın bir arka sokakta, şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu, çocukluk yılları ve yaşamının son yıllarını geçirdiği, eski Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan evi, Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi ziyarete açık.

Cahit Sıtkı Tarancı Müze Evi'nin dış kapısından içeri girince bizi yine bambaşka bir dünya karşılıyor.. 
 Ünlü Şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu ev 1733 yılında inşa edilmiş.
Diyarbakır'ın geleneksel konut mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan, merkezi bir avlu etrafında sıralanmış dört kanattan oluşan ev, zemin artı bir katlı olarak tamamen bazalt taş kullanılarak inşa edilmiş.
Bina iklim şartlarına uygun olarak yazlık (kuzeyde), kışlık (güneyde), ilkbahar (doğuda) ve sonbahar bölümünden (batıda) oluşuyor. Binada büyüklü küçüklü 14 oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunuyor.

Böylesine güzel bir avluda yine bir '' Müzenin kafesi '' var. Müze gezisine tam olarak başlamadan önce Ağustos sıcağının yaşandığı Diyarbakır'da böylesine bir ortamda ara vermek iyi geldi.. 
Doğal yapım, Reyhan Şerbeti ve Limonata geziye lezzet kattı..


Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu evde dünyaya gelmiş. 1973 yılında Kültür Bakanlığı'nca Tarancı ailesinden alınarak kamulaştırılan ev, 1974 yılında restore edilerek ''Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi'' olarak ziyarete açılmış.
Cahit Sıtkı Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinççizade ailesine mensup.


Şairin bir çok şiiri, farklı bestekarlar tarafından çeşitli makam ve farklı usullerde bestelenmiş.

1954' te geçirdiği felç sonucu Viyana'ya götürülmüş ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956' da zatülcenpten ölmüş.

'' Sanat için Sanat '' anlayışına bağlı kalan Tarancı'ya göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer verir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olur.

Ayrıca Cahit Sıtkı'ya göre samimiyet, estetik bir değerdir. Şiirde  anlatılan duygu, düşünce, inanç ve daha başka duyguların samimi olması, bir şiire, sanat eseri olma kıymeti kazandıran unsurlardan biridir.

Pencereye konan kuşta, yoldan geçen çocukta, havada ölümü anlattığı için ona '' Ölüm Şairi '' de denmiştir.
Karamsar ruh hali ve yaşama sevinci arasında kalıp bu ikilemi şiirlerine yansıtmıştır. Ayrıca şiirlerinde derin felsefe ve fikirlerden bahsetmiştir.
Eserleri / Şiir ; 
Ömrümde Sükut (1933)
Otuz Beş Yaş (1946)
Düşten Güzel (1952)
Sonrası (1957)
Bütün Şiirleri (1983)
Eserleri / Mektup ;
Ziya'ya mektuplar (1957)
Evime ve Nihal'e Mektuplar (1989)
Eserleri / Hikaye ;
Gün Eksilmesin Penceremden (2006)
Eserleri / Biyografi ;
Peyami Safa : Hayatı ve Eserleri (1940)

Bu harikulade evin bahçesinde, odalarında, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirleri ve izleri arasında geçirdiğimiz zaman ayrı bir huzur ve mutluluk verdi..
Müze dışına çıkıp sokakta yürümeye başladığımızda bir başka süpriz ile karşılaştık. Doğrusu gezi planımda yoktu.. '' Ahmed Arif Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi '' önümüzdeydi.
Ahmed Arif, Türk Edebiyatı'nın çok sevilerek yaygın üne kavuşmuş bir şairi. Hayatta iken yayımladığı tek kitabı '' Hasretinden Prangalar Eskittim (1968) '' , Türkiye'nin en çok basılan şiir kitaplarından.
23 Nisan 1923'te Diyarbakır'ın Hançepek semtindeki Yağcı Sokak 7 no'lu ev de dünyaya gelir. Bu ev şimdi bulunduğumuz Ahmed Arif Müze evi. Yine avlulu şahane bir Diyarbakır evinin içindeyiz..

Şiirlerini samimi bir anlatımla, alışılmamış bağdaştırmalarla, serbest vezin ve serbest nazımla yazmış. Doğup büyüdüğü Güneydoğu Anadolu coğrafyası ve Çukurova'ya şiirlerinde önemli bir yer verir.


Babası Rumeli'den Kerkük'e görevli gelmiş bir Türk aileye mensup gelen ve o yıllarda Osmanlı Devleti hizmetinde memur olarak çalışan Arif Hikmet, annesi Sare Hanım ise devrin ulemasından Şeyh Abdülkadir Cibrali'nin kızı olan Erbil'li bir Kürt' tür.

Ahmed Arif,  Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü'nde okudu. Faruk Nafiz, Ahmed Muhip, Ahmed Hamdi, Cahit Külebi, Behçet Necatigil gibi o dönemin ünlü şairlerinin etkisiyle şiirler yazdı. '' Hasretinden Prangalar Eskittim '' den sonra hiç şiir yayımlamadı, hatta yazmadı.. 
Ahmed Arif'in Cemal Süreya'ya yazdığı mektuplar 1992 yılında kitap halinde yayınlanır. Şairin, '' Hasretinden Prangalar Eskittim '' e almadığı şiirleri, 2003 yılında '' Yurdum Benim Şahdamarım '' adlı kitapta toplandı. Leyla Erbil'e mektupları, 2013 yılında '' Leylim Leylim '' adıyla kitaplaştırıldı.
Şair, Ankara' daki evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi..

Oğlu, Filinta ÖNAL, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu başarılı bir heykeltıraş. Ve çok ilginçtir Tolstoy'un torunu Natalia ile evli...
Etkileyici şehir Diyarbakır'da son durağımız '' Dört Ayaklı Minare '' oldu. Şeyh Mutahhar Camii, 1500 yılında Akkoyunlu beylerinden Kasım Bey tarafından inşa ettirilmiş. Akkoyunlular'ın en önemli anıtsal eserlerinden. Halk arasında Şeyh Matar Camii olarak biliniyor. Dört ayaklı minaresiyle ün yapmış. Yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş olan yapı, Anadolu'nun tek dört ayaklı minare örneği. Dört ayak, dört İslam Mezhebini simgeliyor. Bir inanışa göre, yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul ediliyor..
Bir gün için de Diyarbakır'ı biraz da olsa tanımanın sevinci ile Diyarbakır'dan ayrıldık. Diyarbakır'a başka zamanlarda ve başka mevsimlerde tekrar gelebilmenin umudu ile...


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder