Sayfalar

18 Aralık 2020 Cuma

 SAİT FAİK'LE HAYAT, OH NE RAHAT !

Mutluluğu aramak bazen cesur adımlar gerektirir. Etiketleri bir kenara bırakabilecek miyiz ? Bizden beklenen kişi olmak yerine kendi istediğimiz kişi olmak, topluma uymayı bir erdem kabul etsek de, bazen kendi bildiğimiz hayatı yaşamak daha iyi gelmez mi ? Çoğumuz evden işe akıp giden rutin hayattan şikayetçiyiz. Oysaki şehir sadece otobüsün camından izlenen bir film değil. Bazen iki durak önce inip biraz hayata karışmayı, insanları tanımayı ve gözlemlemeyi denemeliyiz. Bunu başaranlardan biri Cumhuriyet döneminin en önemli hikayecisi kabul edilen Sait Faik Abasıyanık... Sait Faik'in yaşamından küçük kesitler belki bize biraz yol gösterebilir.
1 - Sait Faik'e göre hayat  '' Balık tutmak, kahvede oturmak, yanımda çok sevdiğim köpeğim, insan tanımak, Beyoğlu'nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, hikaye yazmak, velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bütün gün. İşte ben böyle bir hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim. ''
2 - Dostlarının gözünden  '' Sait Faik aniden masanıza gelip otursa sohbetiniz bölünmezdi, yadırgamazdınız. Öğretmen olsa dinlersiniz, sahilde balık tutsa sanki her gün oradadır. ''
3- Yazmasaydı delirirdi   İstanbul Erkek Lisesi'nden hocanın sandalyesine iğne koydukları için arkadaşlarıyla beraber atılınca lise eğitimini Bursa'da tamamladı. İstanbul'da başlayan üniversite hayatı Avrupa'da devam etti ama hep yarım kaldı. Sait Faik, aylıklı bütün işlerden atılmış, en son babasının açtığı ticarethaneyi de batırmıştı. Tek çıkar yolu yazmaktı, hayat onu bu yola sürüklüyordu.
'' Yazmasaydım deli olacaktım '' sözünü de işte bu yüzden söylemişti.
4 - İstanbul cebimin içi   Sait Faik bir gün Beyoğlu'nda gezer, sonraki gün vapurda karşılaştığı bir balıkçı ile Çengelköy'e gider, başka bir zaman deniz kıyısında kurulu bir sofrada domates, hıyar ve ekmekten oluşan menüye eşlik ederdi. İstanbul'u '' cebinin içi gibi '' biliyordu ve az bilinen İstanbul'da daha rahat ediyordu. Dostlarını Dolapdere'nin arka sokaklarına götürür, oradaki ahbaplarıyla tanıştırırdı. Bedri Rahmi, '' Sait Faik'i tanımadan İstanbul'un yerlisi olunmaz '' diye özetlemişti bu durumu.
5 - Varlığa duyulan şefkat   Sait Faik bir gün balık tutarken çok küçük bir balık oltaya gelir. Balığı öpüp tekrar denize bırakır. Bu hareketini yadırgayıp '' Hiç balık öpülür mü ? '' diye soran balıkçılara '' Olsun varsın, bu denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor şimdi '' diye cevap vermişti.
6 - Severek bakmak   Bir gün arkadaşları onu bir balıkçının önünde camekanın içinde duran balığı izlerken görmüşler. Balığa o kadar dalmış ki, rahatsız etmemek için selam bile vermeden geçip gitmişler. Üç, dört saat sonra geri dönerken onu yine aynı balığa bakarken bulmuşlar. Denize ve balıklara olan hayranlığı onu bu kadar zaman orada tutmuş. Bütün hikayelerinde bu hayranlık hemen fark ediliyor zaten. Sadece balıkları değil, insanları da gözlemlemekten büyük keyif alıyordu.
7 -  İnsan sarrafı   Sait Faik sokakta, dükkanda veya kalabalık yerlerde herhangi bir adamın yüzüne bakarak onun hayatının hiç olmazsa bir kısmının hikayesini yazabileceğini düşünmüştü. Herhangi bir adama bakarak, ona yakışan bir hikaye uydurmak gibi bir huyu vardı. O adamın kasından, gözünden, kılığından, kıyafetinden, halinden, tavrından anlamlar çıkarıyordu. Mesela, göz kenarlarında çizgi olmadığını fark ediyor, bir kadın yüzünden sevda acısı çekmemiş olduğu kanaatına varıyordu. Adamın tıraşının özensiz olduğunu görüyor, oradan kendi işinin sahibi olmadığını, başkasının yanında çalışıp acele yetişmesi gereken bir işi olduğu sonucunu çıkarıyordu. 
8 - Kim o kadar kötü olabilir ki !   Sait Faik hep pozitif bakıyordu hayata. Onun hikayelerinde her zaman ince bir sevgi ve melankoli hissediliyordu. Azılı bir suçlu ya da hırsız dahi o kadar kötü görünmüyor, sahildeki ağzı bozuk, üstü başı perişan balıkçılar ise hayat kavgası veren ince ruhlu insanlara dönüşüyordu hikayelerinde. Hayatın kötü yönlerini kendi sırtına da yüklememiş, okurlarına da öyle yansıtmak istemişti belki de.
9 - Neymiş, hikaye yazmak külfetsiz imiş !   Hürriyet gazetesinde yazdığı dönemlerde, hikayelerine 5 lira, röportajlarına ise 10 lira telif ücreti ödenince muhasebede bir hata olduğunu düşünerek hemen soluğu Sedat Simavi'nin yanında almış. Sedat Simavi : '' Herhangi bir yanlışlık yok, hikaye yazmak için bir külfete katlanmanız gerekmiyor, bir kağıt ve kalem kafidir. Ama röportaj için bir yerlere gidiyorsunuz, yol parası veriyorsunuz, beklemeniz gerekiyor, belki bir yerlerde çay kahve içiyorsunuz. Yani masraf ediyorsunuz. '' demiş. Sait Faik'in böyle bir düşünce biçimi o ana kadar hiç aklına gelmemişti. Ama hikayelerinin bu şekilde kıyaslanması ağırına gitti ve o işi de bıraktı.


10 - Telif gelirlerini bağışladı   Sait Faik'in 41 hikayesi Fransızcaya çevrilmişti. Amerika'da bulunan Mark Twain Derneği de 1953 yılında onu onur üyeliğine seçmişti. Üyeliğin sertifikası eline ulaştığında Ara Güler'e '' Şunun birkaç tane resmini çek bulunsun '' diye espri yapmıştı. Ölmeden bir sene önce, eserlerinin bütün telif haklarını Darüşşafaka Cemiyeti'ne bağışlayan Sait Faik'in hayatının büyük bölümünü geçirdiği Burgazada'daki evi Darüşşafaka Cemiyeti tarafından müze haline getirildi.


Kaynak : Portre Dergisi Milli Hikaye Ocak 2017
Sait Faik'in, bir güzellik yarışmasında jüri üyeliği görüntüsü..

Çok yakın arkadaşı Orhan Veli ile..




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder