OTOMOBİL İLE YUNANİSTAN GEZİSİ... (DEDEAĞAÇ - KAVALA - SELANİK - ATİNA)
Masmavi gökyüzünü delen antik güneşten ağarmış tarihi yapılar, uçsuz bucaksız kıyı şeridine yayılan Ege Denizi, tutkulu müzik, harika yemekler ve yeni heyecanlarla dolu aktiviteler yapmak için Yunanistan'a otomobilimiz ile gitmeyi uzun zamandır düşünüyorduk. Yunanistan çok yakınımızda, bir gün gideriz diyerek Yunanistan gezisini yıllarca öteleyip durduk... Her gezi öncesinde yaptığım teorik hazırlık için kolları sıvadım ve sıkı bir çalışma içine girdim. Rota araştırması, rota üzerindeki tarihi ve kültürel yapılar, lezzet durakları, ülkenin sosyal yapısı, yol tecrübeleri ve tavsiyeleri ile birlikte yola çıkmaya hazır duruma geldik. '' Google Maps '' üzerinden güzergah ve mesafeler belli oldu.
Harita üzerinde Atina, her ne kadar İzmir'in 250 km karşı tarafında görünse de, aracımız ile tam 1378 km uzun ancak çok keyifli ve her anı dolu dolu geçecek bir yol bizi bekliyor. Özel araç ile yurtdışına çıkabilmek için bazı başvuru ve işleri yapmak ve gerekli belgeleri hazırlamak gerekiyor. Öncelikle aracımızın bakımlarını yaptık. Gerekli evrakları da kısa sürede tamamladık.
- Avrupa ülkeleri için Schengen vizesi gerekiyor. (Bizim yeşil pasaportumuz olduğu için vizesiz yurtdışına çıkış yapabiliyoruz. Ancak kızımız Ceren, vize için Yunanistan konsolosluğuna başvuru yaptı. 20 gün içinde vize olumlu onayı geldi.)
- Pasaport
- Uluslararası ehliyet veya yeni çipli ehliyet
- Araç ruhsatı
- Yeşil kart sigorta poliçesi (Uluslararası sigorta) (15 gün geçerli, 47.5 Euro)
- Yurtdışı çıkış harç pulu (710 TL, Haziran 2025)
Öncelikli yol hedefimiz: İpsala Sınır Kapısına ulaşmak. İzmir'den sınıra 531 km yolumuz var. Rotamız; İzmir - Aliağa - Dikili - Ayvalık - Edremit - Ezine - Çanakkale - 1915 Çanakkale Köprüsü - Keşan - İpsala - İpsala sınır kapısı.Türkiye'den karayolunu kullanarak Yunanistan'a geçmek için kullanabileceğimiz iki sınır kapısı var. Bunlar; İpsala ve Pazarkule ... İkisi de Edirne sınırları içinde yer alıyor. Pazarkule sınır kapısı, Edirne'nin kuzeyinde, Bulgaristan sınırına daha yakın. İzmir'den ya da İstanbul'dan gelip Yunanistan'a çıkış için İpsala sınır kapısı konum ve mesafe olarak çok daha uygun. İpsala sınır kapısından geçişi tercih ederek, Edirne merkezindeki şehir trafiğine de girmek durumunda kalmıyoruz.
Akşam 18.00 gibi İzmir'den yola çıktık. İpsala sınır kapısına saat 01.45 de geldik. Sınırın Türkiye tarafında gümrük görevlisi; pasaport, vize ve harç pulunu kontrol ediyor. Pasaporta damga vurduktan sonra başka bir sıraya girdik. Burada da araç ile ilgili belgeler kontrol ediliyor. Bagaj açılması istendi ve gözle kontrol yapıldıktan sonra tüm onayların verilmesi ile Türkiye gümrüğünden geçtik. Gümrükten geçiş süremiz toplamda 1 saat oldu.
Buradan ara bölgeye doğru ilerliyoruz. Yunanistan ile aramızdaki sınır, Meriç Nehri üzerindeki uzun karayolu köprüsünün ortalarından geçiyor. Köprü üzerinde Yunan bayraklarını geçtik. '' Ve hoş geldik Komşu... '' Yunan gümrüğünde de benzer işlemler ve kontroller sırasıyla yapıldı. Gümrük polisi, gözle bagaj kontrolünü yapıyor. Sınırın Yunanistan tarafındaki kapının adı : '' Kipi Sınır Kapısı '' . Yunan görevliler son derece nazik ve yardımcı oldular. Yunan gümrüğündeki işlemler 45 dakika kadar sürdü. Yunanistan sınır kapısından çıkar çıkmaz otoyola giriyoruz. İlk durağımız olan Dedeağaç' a (Alexandroupolis) olan 45 km lik yolu 30 dk da geçerek Dedeağaç'a geldik. Saat 04.00 civarı. Uygun bir yere aracımızı park ettik. Kentin en işlek caddesi '' Dimokratias '' üzerinde Yunan topraklarındaki ilk adımlarımızı atmaya başladık. Hava karanlık. Cadde üzerinde bir çok kafe, restoran, banka ve alışveriş dükkanı var. Saat 05.00 gibi ilk lezzet durağımıza yöneliyoruz.
Önünde kuyruklar olan ve buraya gelen Türklerin de çok tercih ettiği '' Zafra Börek '' kapılarını yeni açmış. Bizden başka kimseler yok. Sıcak börekleri vitrinde yerini alıyor...
Kremalı (pudra şekeri ve tarçın ile) , Ispanaklı Peynirli (feta peyniri ile), Feta Peynirli börek alıyoruz. Porsiyonlar bol, iç harcı çok fazla ve kaliteli. Zafra'da çay da var. Çay eşliğinde ve nefis börekler ile Yunan lezzetleri ile ilk tanışmayı yapıyoruz. Böreklerin hepsi enfes. Dışındaki masalarının birinde tarihi sokakta, Yunanistan'a yaptığımız güzel başlangıçların mutluluğunu yaşıyoruz. Kremalı böreği ayrıca çok sevdik ve bir porsiyon daha söyledik...Zafra'da ; Ispanaklı, Pırasalı, Kıymalı, Patatesli börek çeşitleri de bulunuyor. Börekler fırından sıcak sıcak çıkmaya devam ediyor.Zafra'nın içinde de sadece bir masa ve bir banko var.Güler yüzlü sahibi ile yarı Yunanca yarı Türkçe anlaşıyoruz. Zafra'nın yıllar içinde nasıl bir marka olduğunu, kaliteden ödün vermediklerini, kuyrukların nedenini bizzat yediğimiz muhteşem börekler ile anladık. 4 porsiyon börek ve 3 büyük çay için 12.5 Euro ödedik.Tekrar Dimokratias Caddesi'ne çıkarak, 53 bin nüfuslu kentin liman bölgesine yürüdük. Yunanistan'a ilk girdiğimizde Türkiye'den çok farklı olmadığını fark ediyoruz. Bir tanıdıklık hissiyatı ve sıcak duyguyu Dedeağaçta da fazlasıyla yaşıyoruz.
1880 yılında inşa edilen Dedeağaç Deniz Feneri; Yunanistan'ın kuzeydoğusunda, Ege Denizi'nin maviliklerine bakan bir konumda yer alan tarihi bir simge. Bölgenin denizcilik tarihi açısından da büyük öneme sahip ve günümüzde hala aktif olarak kullanılıyor. Deniz feneri ve Ege Denizi manzarası ile gün doğumuna tanık oluyoruz.
Vasileos Caddesi üzerinde bulunan Deniz Feneri, 27 metre yüksekliğinde ve denizden 37 km uzaklıktan görülüyormuş. Dedeağaç, Yunanistan'ın Ege Trakyası' ndaki Meriç Vilayetinin merkezi olan bir liman kenti. Edirne'ye çok yakın, tertemiz mavi denizi, eşsiz kıyıları, koyları ve upuzun kumsallarıyla Türkiye'den hafta sonu tatili için gidilen en ideal yerler arasında.
1360 yılında Osmanlı'nın fethettiği Dedeağaç, 1912 yılına kadar Osmanlı himayesinde kalıyor. Bir ağacın altında oturan Derviş nedeniyle '' Dedeağaç '' adını alan kent, daha sonraki yıllarda Yunan hakimiyetine geçiyor. Yunan lider I. Alexandros'un kenti ziyaretinden sonra adı '' Alexandropolis '' olmuş. ''Polis '' kent anlamına geliyor. Yani kentin adı '' Alexandros'un Kenti '' anlamına geliyor.Atina'ya 800 km yolumuz var. Dedeağaç, Kavala, Gümülcine ve Selanik'e başka bir zamanda ayrı bir gezi düşüncemiz var. Kent bu kısa zamanda bile bizlerde hayranlık uyandırıyor. Kentin simgesi haline gelen Dedeağaç Feneri, tarihi hazineler, sahil boyunca sıralanan tavernalar, restoranlar, kafeler, huzurlu köyler ve yürüyüş rotaları Dedeağaç'ı özel kılıyor. Dedeağaç yeni uyanmaya başlıyor. Kentin içerilerine biraz daha yürüyoruz. Mor salkımların, yaseminlerin, limon ve turunç ağaçlarının çiçek kokuları soluduğumuz havayı unutulmaz kılıyor. Kısa bir yürüyüş ile Dedeağaç'ın en önemli merkezlerinden biri olan '' Aziz Nikola Katedrali '' ne ulaştık. Etkileyici mimarisi, geleneksel Bizans stilinden izler taşıyor. Bu güzel yapının bahçesinde gezip, dışarıdan izledik.Aracımıza binerek bir sonraki durağımız '' Kavala '' ya doğru yola devam ediyoruz. İpsala Sınır Kapısından Kavala'ya olan mesafe: 189 km.Otoyoldan çıkarak Kavala ayrımına girdik. Ormanlar içinden geçen yol bizi, Kavala'nın kuzey girişindeki; temiz, masmavi denizine ve uzun kumsalının bulunduğu plajına çıkardı. Büyük bir tepe üzerinde kurulu eski kent merkezine doğru aracımız ile çıkarken '' Kavala Su Kemeri '' ile karşılaştık. Kemerler anlamındaki '' Kamares '' fark edilemeyecek gibi değil... İlk olarak Romalılar tarafından inşa edilmiş, en yükseği 52 metre olan değişik boyutlarda 60 kemerden oluşuyor. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1550 yılında yeniden inşa edilmiş. Araçtan kısa süreliğine inip bu muhteşem su kemerini izledik. Arnavut kaldırımlı yokuş yolundan biraz daha yürüdük ve su kemerinin altından geçtik. Bu yokuşlar hep tarihe ve muazzam manzaralara çıkıyor. Öyle bir noktaya gedik ki: yukarılardan gördüğümüz başka bir Kavala karşımızda. Kavala'nın en turistik ve canlı caddesi '' Kyprou ''; yani Kıbrıs caddesi, Kapnergatis Meydanı ve liman muhteşem görünüyor...
Kavala, Yunanistan'ın en büyüleyici kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Coğrafi konumu, geniş tarihi ve zengin kültürel dokusu ile dikkat çekiyor. Kordon boyu ve mavi denizi ile Kavala bizim Ege şehirlerimize benziyor. Bir adı da '' Mavi Şehir '' . Kavala, Yunanistan'ın Doğu Makedonya ve Doğu Trakya bölgesinde yer alıyor ve kuruluş tarihi çok eski zamanlara dayanıyor. Yunanistan'ın Thassos (Taşoz) Adası'ndan göçen göçmenler tarafından '' Neapolis (Yeni Şehir) '' adı ile kurulmuş ve 1387 yılından 1912 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin hakimiyetinde kalmış. Tarih kitaplarından tanıdığımız; Kavalalı Mehmet Ali Paşa burada yaşamış. Kavala halkı tarafından sevilen paşanın evi müze olarak ziyarete açılmış. Önceleri küçük bir balıkçı kasabası olan Kavala, tütüncülük ile tanınmış ve 1700 yılında dünyada en büyük tütün ticaret limanı olmuş. Kavala'da bu nedenle bir tütün müzesi bulunuyor.Eski evleri ve evlerin oluşturduğu renkler ile hafızalarda kalacak bir kent... Su Kemeri ile birlikte Kavala'nın diğer önemli simgesi hemen karşımızda görünen Paragia Tepesi'ndeki '' Bizans Kalesi ''. Kavala, Yunanistan'ın doğallığını hep korumuş sakin şehirlerinden. Symvole Dağı'nın eteklerinde adeta bir amfitiyatro gibi inşa edilmiş. Her evin hemen hemen denizi ve ufku gördüğü Yunanistan'ın en güzel şehirlerinden birisindeyiz. Tarihi güzellikleri ve deniz tatili imkanları sayesinde her yıl pek çok turisti ağırlıyormuş. Bir çok kişi tarafından küçük Monte Carlo olarak da adlandırılıyor. Kavala'dan; Thassos, İkaria, Kos, Midilli ve Rodos gibi adalara feribotla kolay ulaşım var.Kavala'da yarım saat kadar kaldık. Araç ile Kyprou caddesi, Kapnergatis meydanı, kordon ve liman civarında kısa duraklamalar ve fotoğraf molaları verdik. Atina'ya 650 km den fazla yolumuz var. Akşama Atina'ya ulaşma amacındayız. Yunanistan'ın güzellikleri Atina yolunu uzatıyor da uzatıyor... Ancak Kavala, tekrar gelinip doyasıya tatil yapılacak özel bir yer...Atina tatilimizi tamamlayıp, Türkiye'ye dönüş yolunda gece yarısına doğru otoyoldan Kavala tabelasını görünce Kavala'ya yine girdik. Bunun için çok geçerli, tatlı ve özel bir nedenimiz vardı !..
Muhteşem lezzeti ve bol bademli haliyle '' Kavala Kurabiyesi '' ile yerinde Kavala'da tanışmak.Anadolu'dan ve İstanbul'dan gelmiş. Gelenlerin birçoğu Kapadokya'dan gelip Kavala'ya yerleştirilmiş. Ama hepsinin kökleriyle bağlı olduğu yer Anadolu olunca, Türkçeyi sonraki nesillere de aktarmışlar.Kavala, hem Yunan hem de Osmanlı havasının solunduğu bir kent. Havası güzel, insanları misafirperver ve cana yakın. Yemekleri çok lezzetli. Ntinos'un tatlılarının bile bizim tatlılarımıza ne kadar benzediğini görüyoruz. Ancak, kullanılan çok kaliteli ve doğal malzeme, bozulmamış esnaf zihniyeti ve nezaket gözle görünüyor...
Ayrıca, zeytinyağı ile kavrulmuş kavurma etleri veya köy usulü pişirilen keçi eti, bölgenin geleneksel mutfağını yansıtan diğer ünlü tatları arasında.
Yöre mutfağının vazgeçilmez tatlıları arasında kadayıf ve şekerpare'de geliyor. Portakal ve badem katkısı ile zenginleştirilen bu tatlılar Kavala'nın özel lezzetleri arasında.Solda görünen Selanik'e özgü bir tatlı olan '' Trigona '' tatlısını burada da görünce Kavala Kurabiyesi ile birlikte tattık...Kavala şarapları, bölgenin antik dönemlerinden beri süre gelen bağcılık geleneğinin bir ürünü olarak öne çıkıyor. Üzüm bağlarının verimli topraklarının yanında, bölgenin iklim koşulları da zengin ve aromatik şarapların üretilmesi için en ideal koşulları sağlıyor.Kavala'yı ardımızda bırakıyoruz. Otoyola girmeden eski yoldan Selanik'e gitmeyi planladık. Deniz kenarından, Yunanistan'ın şirin köylerinin içinden geçen bu yolun çok güzel olduğunu duymuştum.
Deniz kenarındaki böyle köylerin birkaçında durduk. Temiz havayı içimize çektik, manzaranın tadını çıkardık. Bu köyler öylesine köyler ki; tavernaları, restoranları, kafeleri var... Huzur, doğallık ve sakinlik hakim...Ormanın ve zeytinliklerin içinden devam eden yolda ilerlerken karşımıza görkemli bir aslan anıtı çıktı.Arabayı park edip, bir yandan hayranlıkla bu anıtı incelerken bir yandan da bilgi tabelasını okuyoruz.Günün en güzel sürprizlerinden birini yaparak karşımıza çıkıveren bu anıt : '' AMFİPOLİS ASLANI '' Tarihi öneme sahip bu anıt, antik Makedonya zaferinin bir sembolü. Amfipolis Aslanı, antik Makedonya'nın ihtişamına ve sanatsal ustalığına bir tanıklık olarak duruyor. Kuzey Yunanistan'daki Amfipolis tarihi alanının yakınında bulunan bu devasa anıt, arkeologların ve gezginlerin hayal gücünü ele geçirmiş ve Yunanistan'ın zengin kültürel ve tarihi mirasının bir hatırlatıcısı olarak duruyor. MÖ 4. yüzyıla dayandığı düşünülen Amfipolis Aslanı, Makedonya İmparatorluğu'nun zirve döneminde inşa edilmiş. Anıtın kesin amacı ve kimliği tartışma konusu olmaya devam ederken, birçok tarihçi onu Büyük İskender'in önde gelen generallerinden biri olan Midilli'li Laomedon ile ilişkilendiriyor. Bu yorum, aslanın güç, cesaret ve liderlik sembolizmiyle örtüşmekteymiş.Anıt, 20. yüzyılın başlarında parçalar halinde keşfedilmiş. 1930' larda Yunanistan ve ABD' den gelen fonların yardımıyla yeniden birleştirilmiş ve Strymon Nehri kıyılarında gururla duruyor. Kaidesi ile birlikte 9.99 metre yüksekliğe sahip heykel, antik Yunan heykeltıraşlarının elde ettiği sanatsal mükemmelliğin hayranlık uyandıran bir örneği. Etkileyici varlığı bizde de hayranlık ve merak uyandırıyor... Amfipolis Aslanı, klasik dönemde önemli bir merkez olan antik Amfipolis şehrinin yakınında yer alıyor. Antik Kentte; dünyanın en ayrıntılı mezar yerlerinden birine ev sahipliği yaptığı düşünülen ünlü '' Kasta Mezarı '' da dahil olmak üzere yakınlardaki arkeolojik alanlar, bölge ve tarih meraklıları için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Atina her ne kadar bizi bekliyor olsa da; belki de asıl amacımız, hiçbir yere varmadan yolda olmak... Hiçbir yere varmak istemeden sadece yolda olmayı sevebilmek... Amfipolis Antik Kenti gezisi, yine istemeyerek de olsa başka bir zamana bıraktığımız bir aktivite oluyor...İpsala sınır kapısından ve Yunanistan'ın Kipi sınır kapısından geçip, Dedeağaç ve Kavala kısa gezilerimizden sonra toplamda 340 km yol yaparak öğlen saatlerinde Selanik'e geldik...Ege'nin en güzel yarımadalarından Halkidiki'nin kuzeyindeki Selanik çok tanıdık geliyor. '' Bizden bir şehir '' gibi. Hele bizim gibi İzmir'den geliyorsanız...Aracımızı tesadüfen bulduğumuz ücretsiz bir park yerine bıraktıktan sonra, Selanik'in kordonun da yürüyüşle gezimize başlıyoruz.Muhteşem manzara, ferahlatan deniz esintisi, tertemiz bir deniz... İzmir Kordon'dan tek farkı '' Paralia '' olarak adlandırılan Kordon'un sonundaki '' Beyaz Kule ''Eski bir Bizans kulesi üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu yapı, Selanik'in görülmesi gereken önemli yerlerinden birisi. II. Mahmud döneminde 33 metre yüksekliğindeki Selanik Kulesi, Yeniçeri askerlerini hapis etmek amacıyla kullanılmış. Bu dönemde halk arasında kulenin adı '' Kanlı Kule '' olmuş. Günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Makedonya bölgesinden dünyaya yayılan, fetihler sırasında 35 bin kilometrenin üzerinde yol kat eden Büyük İskender, bölgenin kaderini değiştiren kişi olmuş. Selanik de adını Büyük İskender'in üvey kız kardeşi olan Thessalonica'dan alıyor.Şehrin kalbi ve ana meydanı olan '' Aristotelous Meydanı '', ünlü filozof Aristo'nun adını taşıyor ve meydan da Aristo'nun heykeli var.Servis halinde ise bir başka güzel.
Hızlı bir yemek için çok lezzetli ve iyi bir seçim oluyor. Souvlaki ile birlikte içtiğimiz limonlu doğal içeceği de unutmayacağız...
Antik Yunan döneminden bu yana sevilen bir lezzet olan Souvlaki'nin kökeni, M.Ö. 17. yüzyıla, Miken uygarlığına kadar uzanıyormuş.22 Souvlaki'nin lavabosunun görüntüsünü almadan yapamadım...Şehir merkezi olan Aristoteleus caddesinde ve yukarı tarafındaki Egnatia caddesi üzerinde yürüdük. Bu bölgedeki restoran ve dükkanlar çok kalabalık.Selanik; Yunanistan'ın ikinci büyük şehri. Balkanlarında en önemli şehirlerinden. Atina'dan daha fazla kozmopolit bir yapıya sahip olan Selanik, içerisinde Osmanlı'dan bir çok yapıyı da barındırıyor.
Yunanlılar daha çok paket yaptırıyorlar. Biz birer tane aldık ve yedik. Bu tatlı için bile Selanik'e gelinir...Deneyemedik ancak diğer tatlıları da bir o kadar güzel görünüyorlardı.
Geleneksel Yunan mutfağının özünü yeniden tanımlayan bir yiyecek konsept mağazası olan bu etkileyici çağdaş kapalı pazar, bir restoran ve kafeye ev sahipliği yapmanın yanı sıra manav, kasap, balıkçı ve fırın olarak da işlev görüyor.
Amaçları, benzersiz Yunan mutfağını tanıtmak. Tüm ürünlerini Yunanistan'ın dağları, vadileri, gölleri ve adalarındaki farklı üreticiler ve çiftçilerden seçerek özel olarak temin ediyorlar.
Üç katlı ahşap yapı Selanik Belediyesi tarafından 1937'de satın alınıp Atatürk'e hediye edilmiş. 1953'te müze olarak ziyarete açılmış. Anne ve babası 1878'de evlenen Atatürk 1881'de bu evde doğmuş. 1907'de önemli siyasi toplantıları bu evde yapmış. 1911'de Trablusgarb'a giden Atatürk, Selanik'e bir daha hiç dönememiş...
Aracımızı park ettiğimiz yere doğru yürürken '' Tsimiski Caddesi '' üzerindeki '' Bombolo '' dikkatimizi çekiyor.
Selanik bizi bugün lezzet durakları ile şaşırtmaya devam ediyor.
Selanik'in Atina'ya göre avantajı ise çok turistik olmayan özgün yapısı. Kafelerin ve restoranların yan yana sıralandığı deniz kıyısına bakan Beyaz Kuleden, çoğu sanat galerisine dönüştürülmüş Osmanlı hamamlarına, rengarenk evleriyle öne çıkan Ano Poli'deki görkemli Bizans surlarından, daracık sokaklarından geçilerek çıkılan ihtişamlı katedraline kadar Selanik hemen her gezgine tat verecek bir kent...
Selanik'ten Atina'ya 6 saatte geldiğimizde saat 20.30 'u gösteriyordu. İzmir'den çıkışımızla birlikte Dedeağaç, Kavala, Selanik molaları ile birlikte kesintisiz 26.5 saat süren bir yolculuk oldu.
Atina'da çok merkezi konumda bulunan '' Omonoia '' Bölgesinde '' Socrates Project '' e giriş yapıyoruz. Ceren, bu konuda uzman. Çok iyi bir tercihte bulunmuş olduğunu görüyoruz. Dört günlük Atina tatilimizde burası adeta bizim için bir üs gibi oldu. Toplu taşıma kullanmadan yürüyerek, Atina'daki gezi hedeflerimize ulaştığımız ve yine Atina'ya gelirsek başka alternatif aramayacağımız bir güzel yer. Verilen şifre ile ana bina kapısını açıyoruz. Bir dairede olmasını isteyeceğimiz her şey var.
İşte şimdi '' Komşuya Hoşgeldik '' ...
Gece döndüğümüzde ya da sabah Atina'yı gezmeye başlamadan önce bir Türk Kahvesi hazırlayıp içtiğimiz ve oturduğumuz balkonu da unutulmazdı...Bundan sonraki yazım, '' Dört gün Atina'da Olmak '' yazısı olacak. Belli ki çok uzun bir yazı olacak. Hikayesi benden...
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder