Sayfalar

8 Ocak 2023 Pazar

 GÖRGÜ, ADAB-I MUAŞERET / DEDEMİN KİTAPLARI

1976 yılı... İlkokula başladığım yıllar. O zamanlar gazeteler Mahalle'nin bakkalına gelirdi. Dedem ''Tercüman'' gazetesinin ''1'' no lu abonesiydi. Okul çıkışı gazetesini benim almamı isterdi. Yıllar sonra dedemin bu isteğinin amacını anladım... Okul çıkışı bir heyecan ''Ahmet Yeğen'' in bakkal dükkanına gider, Dedemin gazetesini ister, eve gelene kadar sayfalarını açıp okurdum. Rauf Tamer, Ahmet Kabaklı, Yavuz Donat, Ergun Göze, Haldun Taner, Tarık Buğra gibi ünlü yazarların köşelerini okuyarak geçti Tercüman Gazeteli yollarım. Semih Balcıoğlu, karikatürleri ile renk katardı. Ulvi Yenal, Turgay Şeren, Orhan Ayhan, Necmi Tanyolaç, Atilla Gökçe'li spor sayfaları dolu doluydu. Daha sonraki yıllarda Dedem ile köşe yazarlarının yazıları hakkında yorumlar da yapar olduk... Tercüman Gazetesi o yıllarda gazete ile birlikte bölümler halinde ansiklopedi ekleri verirdi. Bunları bir düzen içinde biriktirir daha sonra ayrıca gazeteden gelen ciltlerle matbaaya götürür eşsiz bilgi kaynaklarına sahip olurduk. 
Bilge Dedem, Halil Eren'in 1964 yılı tarihli Tunçbilek / Kütahya' da Garp Linyitleri Müessesesi Lokalinde çekilmiş bir fotoğrafı. (Ayaktakiler en sağda) Görgülü ve Adabımuaşeretli yıllardan...
Arada ''Dedemin Kitapları'' nı inceliyorum. 1984 yılında Tercüman Gazetesi Tesislerinde basılmış ''Kadın Ansiklopedisi'' nde güzel bir bölüme rastladım. 1980 yılında ''Belma Aksun'un yazdığı ''Görgü, Yaşama Sanatı'' kitabından alınmış. Görgü, bir diğer adıyla Adab-ı Muaşeret. Yıllar içinde kaybolduğunu düşündüğüm şeyler. Nerdeyse kırk yıl öncesinden sayfaları sararmaya yüz tutmuş ansiklopedinin içinden bu bilgileri alıp paylaşmak istedim. 43 yıl önce yazılan bir kitapta o yıllar ve öncesinin görgü kuralları ile günümüz arasında karşılaştırma yaptığım bu okuma güzel bir oyuna dönüştü. Her bölümde ayrı yapılmış karikatürler ve çizimler ile çok özel bir yazıyı yıllar sonra okuyor olmak beni gazeteli yolculuklarıma götürdü...
Görgü, yaşama sanatının özüdür diyebiliriz. Görgü çoğu kere yasaların hoşgördüğü şeyleri yasaklar. Ama görgünün hoşgördüğü şeyleri yasaların yasaklaması imkansızdır gerçekten. Görgü, insanın kendine saygı duygusunu güçlendirir. Bu saygı, güçsüzleri ezmekten alıkoyduğu gibi, anahtar deliğinden içeri gözetlemekten, başkasına ait bir mektubu gizlice açıp okumaktan vb. da alıkoyar kişiyi. Terbiyeli insan, kendisine saygı duyduğu için başkalarına da saygı duyandır. Zaman değişti, yaşama şekli ve anlayışı da... Ama karşılıklı saygı ve anlayış temeline dayanan görgü kuralları, irili ufaklı değişikliklerle, bugün de yarın da önemlerini, gerekliliklerini koruyacaklardır. Zira, insanı kargaşa, barbarlık devirlerine dönmekten, iki ayaklı hayvan olmaktan alıkoyabilen kurallar, yasaklardır bunlar. Zaten görgü kuralları, laf olsun diye konmuş, yaratılışımıza ters şeyler değildir. Aksine, toplum içinde yaşamayı kolaylaştıran, hepsi de akla yakın bir nedene dayanan kurallardır. Konfiçyüs '' Nezaketten kaynaklanmayan, yani içten, yürekten gelmeyen erdem, erdem değildir '' der. Kibarlık, zarafet ancak içinize sindirilmişse, ölçülerinize göre dikilmiş bir elbise gibi üzerinize oturmuşsa güzeldir. Yoksa kiralık bir elbise gibi eğrelti duruyorsa, bir özentiden öteye gidemez İşte bu yüzden, bildiğiniz görgü kurallarını günlük hayatınızda sürekli uygulayın. Ancak o zaman bunları gerçekten özümser, benimsersiniz ve sizin tabii davranışlarınız haline gelebilirler. Kibarlığın, inceliğin elbette yürekten geleni değerlidir. Ne var ki, sosyal ilişkilerde çoğu kere iyi niyetiniz, sezgileriniz, nasıl davranmanız gerektiğini tayine yetmez. İşte o zaman görgü yetişecektir imdadınıza. Bunun için de tek yol, görgü kurallarını öğrenmektir.
 Ana dilinden yürümeye, yemek yemeye varıncaya kadar her şeyin öğrenildiği şu dünyada görgü de öğrenilir elbet. Hem de her yaşta. Unutmayın ki, toplumda nazik, terbiyeli bir insan, kaba, küstah birinden daha kolay kabul edilir. '' Edep, edepsizliğe tahammüldür '' der Mevlana. Görgü, terbiye de öyledir. Her zaman, her şartta, hatta bir terbiyesiz karşısında bile kişinin terbiyesini, nezaketini koruyabilmesidir. Davranışlarınız sizi ele verebilir : İnsanların hayvanlara karşı tutum ve davranışları, kişiliklerini ortaya çıkarır derler. Böylece kendilerinden daha güçsüz, aşağı gördüklerine karşı nasıl bir tavır takındıkları anlaşılır zira. Sabırlı, hoşgörülü, iyiliksever midir, yoksa hoyratın teki midir, belli olur. Yanınızda biri varken şarkı mırıldanılmayacağını, ıslık çalınmayacağını unutmayın. Onları hesaba almadığınız ve sıkıldığınız anlamına gelir bu bir bakıma.
 Aile içinde ya da toplantılarda vb. somurtup oturmayın öyle beş karış suratla. Güleryüzlü olmaya bakın elinizden geldiğince.
 Teşekkür etme, sosyal hayattaki alışkanlıkların en güzellerinden biridir. Geçmeniz için kenara çekilip size yol veren, ya da önünüzden içeri giren bir yabancının sizin için kapıyı açık tutması vb. zarif bir davranışa teşekkür etmekten sakın üşenmeyin.
 Misafirliğin en kötüsü kulak misafirliğidir. Sokakta, taşıt araçlarında, lokantada, pastanede vb. yakınınızdaki konuşmaları elinizden geldiğince dinlememeye çalışın. İşyerinizde yakınınızdaki iki üç kişi özel bir konuyu alçak sesle konuşmak zorunda kaldıklarında da bu gizliliğe saygı duyup kısa bir süre uzaklaşın yanlarından. Kapalı kapılar ardında konuşulanları, ya da bitişik komşuyu öyle kulak kesilip dinlemek de, içeriyi gözetlemek kadar çirkin bir davranıştır, unutmayın.
 Özellikle kalabalık yerlerde, başkalarının yanında sandalyeye otururken dikkatli olun. Ayaklarınızı bacağına dolamaktan, arkalığına kolunuzu dayamaktan kaçının. Zira bu tür oturuşlar, bütün zerafetinizi silip götürür. Bacak bacak üstüne atmanın da bir yolu yöntemi vardır. Ayağınızı yanınızda oturanın burnuna sokarcasına bacak bacak üstüne atarsanız, terbiyenizden haklı olarak kuşkuya düşerler.
 Kimi zaman sinirden, sıkıntıdan nereye koyacağınızı bilemediğiniz ellerinizi kulağınıza, ağzınıza, burnunuza filan sokmalara kalkarsınız. Tahmin edemeyeceğiniz kadar iğrenç, mide bulandırıcı bir şeydir bu. Ve bir anda bütün güzelliğinizi, şıklığınızı, kibarlığınızı silip götürebilir.
 Hanımlar, her ne kadar sinirli, öfkeli olursanız olun, sakın ellerinizi belinize koyup da meydan okuyan pozlar almaya özenmeyin.
 Temiz bir mendil her zaman bulunsun yanınızda. Ama özellikle nezle, grip olduğunuzda hiç eksik etmeyin yanınızdan. Öksürürken, aksırırken sol elinizin tersiyle kapatın ağzınızı.
Temizlik güzel şeydir ama, her şey gibi onun da bir yeri, zamanı vardır. Mesela tırnaklarınızın dipleri... Evde musluk başında yapılır bunların temizliği öyle bir misafirlikte, toplantıda vb. otururken değil.
 Masum olmasına masumlar ama... Enseyi kaşımak, alnı ovuşturmak gibi masum ama hiç de iç açıcı olmayan hareketler vardır. Ya da ''evet'' yerine ''hı'', ''efendim'' yerine ''ha'' gibi ünlemler. ''anladın mı'', ''tamam mı'' gibi laflar vardır adım başına tekrarlamayı alışkanlık haline getirdiğimiz. Eğer böyle alışkanlıklarınız varsa tez elden vazgeçmeye bakın. Zerafetinize gölge düşürürler. Bir kalabalık içinde, misafirlikte, evinizde misafir varken esnemek de, hem incelikten yoksun, hem de sizi çirkinleştirecek bir davranıştır. Başkalarıyla beraberken, yüzünüzden hoşnutsuzluğun sabırsızlığın ve de isteksizliğin, açık bir kitap sayfası gibi okunmasına fırsat vermeyin.








Adab-ı Muaşeret kuralları hakkında, ''Hagop Baronyan'' a da kulak vermek gerek... Hayatı boyunca yazdığı her eserde hiciv ve toplumsal eleştiriye yer veren Baronyan 1891 yılında İstanbul Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi'nde tüberküloz hastalığından ölmüş. Ölüm bu muhalif kişiliği susturmuş gibi görünse de, eserleri okunduğu ve izlendiği sürece, onun keskin mizahı, okurları güldürmeye ve adaletsizliklere karşı kalemiyle mücadele edenlere yol göstermeye devam edecek.
 ''Adabımuaşeretin Zararları'' adlı kitabına şöyle başlıyor Hagop Baronyan ;
 '' Güzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba... Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler. Bu adabımuaşeret, özellikle de kendini tabiat yasalarının akışına bırakmayı sevenler ve mutluluğu bu akışta bulmak isteyenler için çekilecek dert değildir... Bu zavallıların ne çileler çekip ne haksızlıklara uğradıklarını anlatabilmek adına birkaç örnek vermek yerinde olacaktır...
 Bir ahbabının isim gününde bulunmak istersin. Akşam yemeğini yer, kalkıp ahbabının evine gider ve sıcak bir şekilde karşılanırsın. Bir saat kadar oturduktan sonra gözlerin kapanmaya başlar ve koltuğa şöyle bir uzanmak istersin. Adabımuaşeret izin vermez. O gün pek iştahlı yemişsindir ve içinden kemerini biraz gevşetmek ya da çözmek gelir. Ne ki davetlilerin önünde böyle ihtiyaçlar hissetmek adabımuaşerete aykırıdır. Uyku, gözkapaklarını gitgide ağırlaştırır. Oysa kalabalık bir ortamdayken gelen uyku, terbiyesizin önde gidenidir, def etmek lazımdır. Tabiatımız ''Uyu!'' der, adabımuaşeret ise ''Uyuma!'' diye haykırır... ''

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder