MALABADİ'DEN DİYARBAKIR'A GİDEN YOL ( DİYARBAKIR )
Bu defa Diyarbakır'a giden yolum '' Malabadi Köprüsü ''nden geçti. Evliya Çelebiye göre bu köprü, Abbasiler dönemine ait bir mimari şaheseridir. Seyehatnamesi'nde '' Kemeri öyle geniş ki, Köprünün altına Ayasofya'nın kubbesi girer '' der..Malabadi Köprüsü adı bana Rana ve Selçuk Alagöz'ün '' Malabadi Köprüsü '' şarkısını hatırlatır. Sözlerini ezbere bilir gibiyim. Selçuk Alagöz; bir Anadolu turnesinde geçtikleri köprüden çok etkilenmiş ve orkestra elemanlarıyla köprüde fotoğraf çektirmiş, o günün akşamında bestesini yazmış : Malabadi Köprüsü. Şarkı 1975 yılında arka yüzüne ' Deliyim Seviyorum ' konularak 45' lik yapılmış.
Bu defa Diyarbakır'a, melodisi hep hafızamda olan Malabadi Köprüsü'nü görmek için Siirt - Baykan - Silvan yolundan yani daha kuzeyden gittim.
Selçuk Alagöz; fazla derin, ciddi, akademik araştırmalara girişmeden kulaklarda kolay kalan parçalarla Anadolu'dan olabildiğince yararlanmıştı. Bu örneklerden biri de Malabadi Köprüsü'ydü.
Köprüye geldiğimde güneş doğmamıştı. Evliya Çelebi'nin dediği gibi çok büyük ve etkileyici bir eser.. İyi görebildiğim bir noktada Selçuk Alagöz'ün '' Malabadi Köprüsü '' şarkısını keyifle yerinde dinledim. Sonra üstünde yürürken, daha sonra diğer yüzünden köprüyü izlerken yine dinledim.. (alttaki siyahlığa iki tıkla ünlü şarkı gelecek)
Malabadi Köprüsü
Or' da başladı bitti
Şu garibin öyküsü
Karşıki aşiretten bir kıza gönül verdi
Aşkı uğruna her gün bu köprüye giderdi
Siirt'in dağlarında uçan kuşu vururdu
Fatma'yı okşadıkça kalbi sükun bulurdu
Oooooof garibim of !
Karar hakkı şeyhteydi Fatma'nın babasında
Katı ve insafsızdı bu aşkın karşısında
Kararlıydı zalim şeyh onları öldürmeye
Yine bir seher vakti pusu kurdu köprüye
Tabancalar patladı sevgililer susmuştu
Malabadi Köprüsü aşka mezar olmuştu.
Oooooof garibim of ' Aaah !
Malabadi Köprüsü'nün Orta Çağ' daki Türkçe kaynaklardaki adı : Akarman veya Karaman Köprüsü olarak geçiyor. Diyarbakır Tarihi Eserler Envanteri'ne kayıtlı. Artuklu Beyliği Döneminde, Timurtaş Bin-i İlgazi tarafından 1147 yılında yaptırılmış. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda, yüksekliği ise su seviyesinden kilit taşına değin 19 metre. Köprünün yapımında özel ve renkli taşlar kullanılmış.
Bosna daki Mostar Köprüsü'nün ikizi olarak kabul ediliyor. Silvan-Bitlis yolunda ve Batman Çayı üzerinde. Malabadi Köprüsü bir rekorunda sahibi.. Dünyada günümüze ulaşan taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olanı. Malabadi Köprüsü'nün bir efsanesi var..
'' Bad, nehrin karşı kıyısında yaşayan bir kıza aşıkmış. Nehrin üzerinde köprü olmadığı için, Bad sevdiği kıza ulaşamazmış. Her ikisi sadece nehrin kıyısından karşı karşıya konuşurlarmış. Kız bir gün, Bad'ın yanına gitmeye çalışırken suya kapılmış. Bad tüm aramalarına rağmen, sevdiği kızı bulamamış. Bad, Silvan'ın o dönem ki Beyi'nin yanına gidip '' Sevdiğim kız yanıma gelmeye çalışırken suya kapılıp boğuldu. Gelin burada bir köprü yapalım, insanlar rahatça geçebilsinler, sevdiklerine kavuşabilsinler '' demiş. Silvan Beyi'nin adamları köprüyü yarıya kadar yapmış ancak köprünün kemer açıklığı İstanbul'daki Ayasofya Camisi'nin kubbesinden daha büyük olunca Bad'ı yanına çağıran bey, köprünün kalan yarısını yapıp yapamayacağını sormuş. Bad, beye şu şartı koşmuş; '' Köprünün kalan yarısını tamamlarsam, senin sağ elini bilek hizasından keseceğim '' Aynı şekildde Silvan Bey' ide Bad'a köprüyü tamamlayamazsa sağ kolunu keseceğini söylemiş. Her ikisi şartları kabul etmiş ve Bad köprünün kalan yarısını yapmak için kolları sıvamış. Bad köprünün kalan yarısını tamamlamış ve Beyin sağ kolunu bilekten kesmiş.
Daha sonra köprüye, Kürtçe 'mal' (ev) ve Bad ismini birleştirerek Bad'ın evi anlamına gelen ' Malabadi ' adı verilmiş. Köprünün üstündeki kesik el figürünün iddiayı kaybeden Silvan Beyine ait olduğuna inanılıyor..
Malabadi Köprüsü, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesinde bulunuyor. Kemerin her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda var.Eskiden köprü nöbetçileri tarafından da kullanılan bu odaların daha önceleri dehlizlerle yolun dipleri ile bağlantılı olduğu, gelen kervanların ayak seslerinin bu dehlizler vasıtası ile daha uzaklarda iken duyulduğu söylenir.
Evliya Çelebi köprüyü şu şekilde tanıtır; '' Köprünün her iki tarafında kale kapıları gibi demir kapılar vardır. Bu kapıların içinde sağ ve solda köprünün temeli beraberliğinde kemerin altında hanlar vardır ki gelip geçenler, sağdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri altında birçok oda vardır. Demir pencereler şahneşinlerine misafirler oturup kemerin karşı tarafındaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi ağ ve oltalarla balık avlarlar. Bu köprünün sağ ve solunda da nice pencereli odalar vardır. Köprünün sağ ve solundaki bütün korkuluklar Nahcivan çeliğindendir. Ama demirci ustası da var kudretini sarf ederek bir tür sanatlı kafesli korkuluklar yapmış ve doğrusu elinin ustalığını göstermiştir.
Doğrusu, üstad mühendis var kuvvetini sarfederek bu köprüde öyle sanatlar göstermiştir ki, bu işçiliği geçmiş mimarlardan hiç birisi göstermemiştir. ''
Malabadi Köprüsü; üzerinde bulunan insan, güneş ve arslan figürlü kabartmaları ve bünyesinde bulunan barınağı, tuvaleti ile özgün ve az sayıdaki köprü örneklerimizden.Malabadi Köprüsü, insanlığın engelleri aşma çabalarının, mühendislik ve mimari birikimin somutlaştığı en mükemmel örneklerden biri olarak adeta zamana meydan okuyor.Diyarbakır'a Silvan üzerinden giderken Malabadi Köprüsü çok iyi başlangıç oldu.. Şimdi Diyarbakır Sur içinde yürüyerek kaybolmak için yola devam etme zamanı..
Mezopotamya'nın kuzeyinde, Dicle Nehri'nin yukarı havzasında, siyah bazalt surların içinde, 7500 yıllık bir tarihin sahibi kentteki geziye Suriçi' nden başladım.
Diyarbakır Surları, kentten geçen uygarlıkların izlerini taşıyor. Kalenin dört yana açılan dört ana kapısı var.. Dağ Kapı (Harput kapısı) ile kuzeye, Mardin Kapı (Tell kapısı) ile güneye, Urfa Kapı (Rum ve Halep kapısı) ile batıya, Yeni Kapı (Su, Satt ve Dicle Kapısı) ile doğuya açılıyor. Volkanik Karacadağ' dan çıkan bazalt taşlarıyla yapılan surlar, bugün Suriçi denilen eski Diyarbakır'ı bir halka şeklinde kuşatıyor. 20 yy' ın başlarına kadar sur kapıları geceleri kapatılarak, kente giriş ve çıkışlar kontrol ediliyormuş. Dağkapı bir aşk, Mardinkapı bir sevda, Urfakapı bir tutku, Yeni kapı (Çiftkapı) bir özlem olarak anlatılıyor.
M.Ö. 3 bin yılına tarihlendirilen surlar, 5 km uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre genişliğinde. Dış surlar üzerinde, tam 82 burç var. En önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu, Ben-li Sen Burcu ve Nar Burcu. Mardin Kapısı'nın doğusundaki Keçi Burcu, inşa edilenlerin en büyük ve en eskisi. Buradan göz alabildiğince uzanan Hevsel Bahçeleri, Dicle Nehri ve On Gözlü Köprüyü seyrettim.
Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Mirası ilan edilmesinin ardından dikkatleri üstüne çekiyor. Hevsel Bahçeleri; Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile nehir vadisi arasında yer alan yaklaşık 700 hektarlık çok verimli bir arazi.Keçi burcundan inerek İç Kaleye doğru yürüdüm.
İç Kale de ve görkemli surlarda yoğun restorasyon çalışmaları dikkat çekici. Adeta Diyarbakır Surları eski zamanlardaki görkemli günlerine dönüyorlar..
Çok planlı ve özenli rekreasyon çalışmaları yapılmış ve bu çalışmalar devam ediyor. Aktivite alanları, yürüyüş ve bisiklet parkurları görmek güzel.
Hatta böylesine özel bir bölgede kız tekvando takımının antrenman yapıyor olmasını görmek ayrı bir güzel..
İç Kale'de yer alan diğer mekan ise Atatürk Müze ve Kütüphanesi.İç Kale'nin kuzeybatısında yer alan Virantepe Höyüğü aynı zamanda kentin ilk kuruluş noktası. Burada yapılan kazılarda Artuklulara ait saray duvarları, sekiz köşeli bir havuz, altı yıldızlı ve motifli mozaikler ortaya çıkarılmış. 2018 kazı sezonunda Amida Höyük'te yapılan temizlik çalışmaları sırasında höyüğün güneydoğu tarafında höyüğün içine doğru uzanan bir tünele ve bu tünelin içinde bir su kaynağına rastlanılmış. Bu tünelin Artuklu Sarayı'na ait kaçış tüneli olduğu anlaşılmış.
Amida Höyüğü, Artuklu Sarayı, Hz. Süleyman Camisi ve 27 Sahabe Türbesi, St. George Kilisesi, Artuklu Kemeri, Aslanlı Çeşme, Atatürk Müzesi, Cephanelik, Jandarma Binası, Eski Cezaevi, Kolordu Binası ve Eski Adliye Binası ile adeta açık hava müzesine dönüştürülen İç Kale'de ziyaretçi yoğunluğu var.. İç Kale'den çıkarak Suriçi'nin dar sokaklarında sokaklar beni nereye götürürse oraya yürüdüm..Dağkapı Mahallesi'nin çarşısına çıktım.Hasanpaşa Hanı hemen önümde.. Daha önce de gezdiğim bu tarihi yapının içine girmemek olmazdı..
Ulu Camii'nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan Han, Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmış. Diyarbakır'ı ziyaret eden seyyahların da dikkatini çekmiş.
Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan mevcut. Hemen her yaştan insanın uğradığı han Diyarbakır'ın tarihi ve turistik yapıları arasında yer alıyor.
Sokaklar nereye götürürse oraya yürümeye devam.. Her adımda farklı güzellikle ortaya çıkıyor. Açık hava müzesinde ve tarihin içinde yürümek ne güzel.. '' Sülüklü Han'ın '' dış kapısının önüne geldim.
1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından inşa ettirilmiş. Bir dönem handa bulunan kuyudan hekimler tarafından sülük çıkarılırmış..
Üst katlarının dinlenme odası, alt depoların ise hayvanların konaklama yeri olarak kullanıldığı han Kurtuluş Savaşı sırasında süvari birliklerinin karargahı olarak kullanılmış.
Şimdi ise çok nezih bir ortam ve tam da olması gibi bir dönüşüm geçirmiş. Yürüyüşümün devamında da Sülüklü Han gibi iyi restorasyonlarla turizme kazandırılmış bir çok tarihi yapıyla karşılaştım. Ve bunlar sadece tesadüfen saptığım sokaklarda gördüklerim...
Doğu'nun kendine özgü renkli çarşıları ve dükkanları..1500 yılında Akkoyunlu Kasım Bey tarafından yaptırılan Şeyh Mutahhar Cami dört sütun üzerinde inşa edilmiş minaresiyle ilginç anıtlardan. Diyarbakır'ın anıt eserlerinden biri olan '' Dört Ayaklı Minare'nin '' önündeyim. Cami ise halk arasında Şeyh Mutahhar Camii olarak bilinse de kaynaklarda adı '' Kasım Bey Camii '' veya '' Kasım Padişah Camii '' olarak da geçiyor. Dört ayaklı minare, yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş. Anadolu'nun tek dört ayaklı minare örneği.. Bir inanışa göre yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul edilir. Büyük olasılıkla camiye sonradan eklenen minare üzerinde bir balkon ve petek bulunuyor.Her kapı başka başka güzelliklere açılıyor.. Sokaklarda dama veya satranç oynandığını görmek beni şaşırtıyor.. Ve insan halleri.. Anı resmederek ilerliyorum. Ne çok şeyler görüyorum..
Bir kaç yıl önce Diyarbakır lezzetlerini araştırırken bir ayrıntı çok dikkatimi çekmişti. Bir gün Diyarbakır'a gidersem bunu mutlaka yapılacaklar listeme eklemiştim..
Peynirli Kadayıf... Görüntüsü Künefe'ye benzeyen bir tatlı ama künefe değil.. Diyarbakır'ın köylerinden temin edilen tuzsuz özel bir peynir ile hazırlanan farklı ve hafif bir tatlı. Diyarbakır halkı ve esnafı öğlen et yemekleri ya da ciğer ziyafetleri öncesinde saat 12.00 gibi bu tatlıdan yedikten sonra esas yemeğe geçerlermiş. Peynirli Kadayıf, Diyarbakır da her yerde bulunmuyor..
Aldığım notlar ile Dağkapı da Suriçi' nde '' Kadayıfçı Saim Usta'yı '' buldum. Peynirli Kadayıf'ın 12.00 gibi hazır olacağını söylediler. Ancak devamı yok çok az hazırlanıyor. Bir saat içinde bitiyormuş. Yani öğlenleri çıkıyor ve satılıp bitiyor. Ya bulup sıcak sıcak yenecek ya da şansınıza küsüp ertesi günü bekleyeceksiniz.. Ben de o saatlerde Diyarbakırlılar gibi yerimi aldım. Sıcak sıcak gelen peynirli kadayıf çok lezzetliydi ve alışkanlık yapacak türdendi..
Kadayıfçı Saim Usta 1949 yılından beri yaptığı özellikle kadayıf ve tatlı çeşitleri ile damakların değişmeyen lezzeti olmaya devam ediyor.
Kadayıfçı Saim Usta, Diyarbakır' da ve Türkiye'de burma kadayıf denince akla ilk gelen isimlerden olarak yarım asrı aşkın tecrübesiyle dünya çapında bir marka haline gelmiş.
Cevizli burma kadayıf, fıstıklı burma kadayıf ve tel kadayıf çeşitleri ile fıstıklı baklava, fıstıklı dilber dudağı, şöbiyet, çikolatalı fıstıklı baklava çeşitleriyle de baklava severlerin damağında lezzet olmaya devam ediyor.Küçük küçük diğer çeşitlerden de ikram ettiler. Bu çok hoştu..Gayet enerjik ve gayet mutlu olarak yine sokaklara tarihin içine daldım..Çok geçmeden '' Nebi Camii '' içindeyim. Minaresinde bulunan '' Kale'n- Nebi '' Peygamber (s.a.v) buyurdu diye başlayan kitabelerinin çokluğundan dolayı Nebi veya Peygamber Camii diye isimlendiriliyor.
Minaresi üzerindeki 936-1530 tarihli kitabeden Diyarbakırlı Kasap Hacı Hüseyin adlı kişinin yaptırdığı anlaşılıyor.
Bu defa '' İskender Paşa Camii '' çıktı karşıma.. 1551-1554 yıllarında Diyarbakır'ın 12. Osmanlı Valisi İskender Paşa tarafından yaptırılmış.
Kaynaklarda Mimar Sinan eseri olarak geçmekte.Tek kubbeli, kare plan tipine sahip olan yapının son cemaat yeri yapıya göre dışarı taşkın ve beş gözlü.
Peynirli Kadayıf'ı da yedikten ve biraz da yürüdükten sonra Diyarbakır'lıların alışkanlıklarının izini de sürdüğüme göre sırada Ciğer ziyafeti var.
Diyarbakır'da Ciğer çok seviliyor ve sofraların vazgeçilmezlerinden. Şanlıurfa, Gaziantep, Adana, Batman'da bu konuda çok iddialı. Yıllardır bu illerin arasında tatlı bir yarış devam ediyor. Diyarbakır' da ilk ciğer tadımını '' Ciğerci Remzi Usta '' nın Suriçi' ndeki büyük mekanında yaptım.
Ciğerci Remzi Usta'nın ciğeri , ciğer sevmeyenleri bile sevdirecek türden. Yumuşak ve çok lezzetli. Biberler ise dışarıdan sevimli görünüyor ama çok yakıcılar.. Ama tatlı acılardan.. Ayrıca masaya getirdikleri ızgara da soslanmış kıtırlar var ki başka bir lezzet patlaması.. Buraya gelirseniz mutlaka isteyin.Ocakbaşında ciğer yapımını izledim. Usta yapılışı ile ilgili bilgiler verdi. Bu 4. katlı mekanda seri çalışmalarını hayretle izledim..
Diyarbakır'ın yıllara meydan okuyan tarihi yapılarından: İskender Paşa Konağı huzurun hakim olduğu Sur' da yaklaşık 500 yıllık tarihiyle görenleri hayran bırakıyor.Konağın avlusunda bulunan 400 yıllık çınar ağaçlarının altında kahvaltı yapmak, bir şeyler içmek ve sohbetler çok keyifli..Diyarbakır'da Kanuni Sultan Süleyman zamanında kentin valisi olan İskender Paşa tarafından 1551 yılında yaptırılan ve tarihi dokusuyla dikkat çeken İskender Paşa konağı Sur İlçesinde tarihi ve kültürel geçmişine uygun şekilde restore edilmiş.
40'a yakın odası, geniş avluları, haremlik ve selamlık bölümleri, büyüklükleri ve ihtişamıyla kentteki 446 tescilli ev arasında bulunan konaklardan biri.
Suriçi' nde olduğumdan bütün yollar Diyarbakır'ın görkemli surlarına çıkıyor. Her defasında farklı bir sokaktan Suriçi' ne tekrar girip kayboluyorum..
3 ay önceki Diyarbakır gezisinde gezmiş olduğum '' Cahit Sıtkı Tarancı '' müzesine tekrar gittim .. Özellikle görülmeye değer bahçesi ve ünlü şairimizle özdeşleşmiş odaları, atmosferi beni yine kendine çekti.Ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği ev 1733 yılında inşa edilmiş. Daha sonra da Cahit Sıtkı Tarancı'nın ailesine intikal etmiş. Diyarbakır'ın geleneksel konut mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan ev, merkezi bir avlu etrafında sıralanmış dört kanattan oluşan, zemin ve üstünde bir katlı olarak tamamen bazalt taş kullanılarak inşa edilmiş.
Müzenin cafe' sinde benim daha önce burada tattığım ve artık burası ile özdeşleştirdiğim '' Reyhan Şerbeti '' var. Bu güzel bahçede havuz başında Reyhan Şerbetini yudumladım.Orijinalde harem ve selamlık olarak inşa edilmiş olan yapının selamlık kısmı yıkılmış olup harem kısmı günümüze ulaşmış. Yapıya daracık bir sokaktan , tek kanatlı ahşap bir kapıyla giriş sağlanıyor.
Ayrıca kuzey yönde mutfağa açılan iki kanatlı ikinci bir kapısı da var.
Bina iklim şartlarına uygun olarak; Yazlık (kuzeyde), kışlık (güneyde), ilkbahar (doğuda) ve Sonbaharlık bölümünden (batıda) oluşuyor.
Evin avluya bakan cephelerinde ''cıs'' denen süsleme elemanları çok başarılı bir şekilde kullanılarak bazaltın vermiş olduğu kasvet hafifletilerek yapıya haraketlilik kazandırılmış.
Mutfak kuzey doğu köşede eyvan şeklinde düzenlenmiş, güneybatı köşede de hamam yapısı bulunuyor.
Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu ev de dünyaya gelmiş. Şehrin soylu ailelerinden olan Pirinççizade ailesine mensup.
Şairin bir çok şiiri, farklı bestekarlar tarafından çeşitli makam ve usullerde bestelenmiş. Otuzbeş Yaş şiirini bilmeyenimiz yok gibidir.1954' de geçirdiği felç sonucu Viyana'ya götürülmüş ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956' da zatülcenpten ölmüş.
'' Sanat için Sanat '' anlayışına bağlı kalan Tarancı'ya göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer verir.
Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olur.
Ayrıca Cahit Sıtkı'ya göre samimiyet, estetik bir değerdir.. Şiirde anlatılan duygu, düşünce, inanç ve daha başka duyguların samimi olması, bir şiire, sanat eseri olma değeri kazandıran unsurlardan biridir.Pencereye konan kuşta, yoldan geçen çocukta, havada ölümü anlattığı için ona '' Ölüm Şairi '' de denmiştir.
Eserleri / Şiir ;
Ömrümde Sükut (1933)
Otuz Beş Yaş (1946)
Düşten Güzel (1952)
Sonrası (1957)
Bütün Şiirleri (1983)
Eserleri / Mektup ;
Ziya'ya mektuplar (1957)
Evime ve Nihal'e Mektuplar (1989)
Eserleri / Hikaye ;
Gün Eksilmesin Penceremden (2006)
Eserleri / Biyografi ;
Peyami Safa : Hayatı ve Eserleri (1940)
Bu harikulade evin bahçesinde, odalarında, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirleri ve izleri arasında geçirdiğim zaman yine ayrı bir huzur ve mutluluk verdi.Tarihi Sur İlçesinde tescilli 608 yapı var. Bunların 155' i anıtsal yapı, diğerleri ise sivil ve mimari yapılar. Ağustos ayı içinde Diyarbakır'a ilk gelişimizde kahvaltı için tercihimiz Saray Kapı'nın önüne çıktım dolaşırken. İçeri şöyle bir girdim ve kısa bir süre gezdim. Buradaki kahvaltıdan memnun kalmıştık.
Aynı dar sokağın az ilerisinde yine güzel bir yapı: '' Kastal Cafe ''.. Daha sonralardaki gezilerde kahvaltı için iyi bir tercih olabilir..Bu tarihi yapı da güzel restorasyonla çok iyi değerlendirilmiş.Herakles, Fırat Nehri üzerinde salların oluşturduğu köprüye ulaşan gezisine eski adı Amida olan Diyarbakır' dan başladığını anlatır. Geleneksel ve sivil mimarlık örneklerinin oldukça yoğun bir şekilde yer aldığı bölgede geleneksel, organik sokak dokusu fazla bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş. Yaşamının önemli bir bölümünü Diyarbakır'ın Sur İlçesinde geçirenler için buranın her sokağının ayrı bir anlamı var.
Daracık taş sokaklar, birbirine girmiş ve sırt sırta vermiş taş yapılı evlerin serin gölgesinden geçmek huzur veriyor..
Diyarbakır Kültür Evi' nde ; Diyarbakır'ın eski kültürünü hatırlatmak ve devam ettirmek, tarihte yerini almış sanatçıları tanıtmak için etkinlik, dinleti ve müzikli geceler organize ediliyor.
Diyarbakır evleri Suriçi'nde gelişmek zorunda kalmış, ikliminde etkisiyle sokaklar daralmış, evler bitişik olarak inşa edilmiş.
Sokaklarda, yazın sıcağından korunmak amacıyla, ahşap kirişlerin dar sokakta karşısındaki parsele geçerek üstte bir oda oluşturduğu ''kabaltılar'' bulunuyor.
Geleneksel Diyarbakır evlerinde su, gölge ve yarı açık alanlar tasarımda etkin rol oynuyor.Havuzlu eyvan, su kanalları, zemine yarı gömülü bodrum (Mezopotamya Serdabı) sıcak iklimin önceliklerini oluşturuyor.
Bilmem kaçıncı defadır aynı sokaklarda yürüyen Diyarbakırlı Teyze.. Dinlene dinlene yürüyüp gitti mekanın ve zamanın içinden...
Hasan Paşa Hanı'ının hemen karşısında '' Beşinci Harem-i Şerif '' yani '' Kutsal Mabed '' sayılan '' Diyarbakır Ulu Camii ve Külliyesi '' bulunuyor.Yapı olarak ilk ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen Diyarbakır Ulu Camii, dünyanın en eski ibadet yerlerinden. Anadolu'nun ayakta kalan ve kullanılan en eski camisi.
Miladi 639 yılında Hz. Ömer döneminde fetih edilen Diyarbakır'da bu eşsiz eser, yazılı kaynaklarda Hz. Musa döneminde Sinagog, Hz. İsa döneminde Süryanilere ait Mor Toma Katedrali, fetihten sonra Camiye çevrilmiş.
Ulu Cami Külliyesi içinde; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebine ait dört mescid ve dört mihrap bulunuyor.
Diyarbakır yüzyıllardır farklı dinlere de ev sahipliği yapmış. Hristiyanlık; Kudüs, Antakya, Urfa üzerinden I. yy' da Diyarbakır'a ulaşmış. Süryaniler bu erken dönemde Hristiyanlaştı. '' Amid '' ismiyle adlandırdıkları bu kentte dinsel, kültürel, yazınsal ve sanatsal değerler kattılar. Diyarbakır'ın tarihi değerlerinden Meryemana Süryani Kadim Kilisesi 3. yy' da kurulmuş.
Süryanice yazıtları, kakmalı kapıları, ahşap işlemeli mihrapları ve diğer değerli nesneleriyle, kadim Diyarbakır' da varlığını koruyabilen 10 Süryani Kilisesi' nden biri.Yıkımlar, yangınlar, depremler, işgaller görmüş. 1297' deki büyük tahribattan sonra, farklı dönemlerde gördüğü onarımlarla günümüze gelmiş.Süryani edebiyatının parlak simalarından Suruçlu Mor Yakup (451-521), Mor Yakup Bar Salibi (1149-1171) gibi Azizlerin ve bazı Süryani Patriklerin mezarlarını barındırıyor olması, manevi değerini arttırıyor.Kilise içinde Süryani bir rahip; Kilise'nin, tarihi ve özellikleri ile ilgili güzel ve detaylı bir sunum yaptı..
Diyarbakır'ın önemli dinsel yapıtlarından biri olma özelliğini taşıyan Kilise, özellikle Amerika, Avrupa ve Türkiye'de yaşayan Süryanilerin maddi ve manevi katkılarıyla 2004-2005 yıllarında yapılan kapsamlı bir restorasyonla bugünkü otantik görünümüne kavuşmuş.Bin yıldan fazla bir tarihe sahip olduğu anlatılan mermerler göz alıcı..
5000 yıldan beri bu coğrafyada yaşayan ve Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Süryani ismini alan Aramileri, bazı tarihi kaynaklar ilk olarak M.Ö. 3000 yıllarında Güney Suriye'de gördükleri, başka kaynaklar ise Mezopotamya'ya göç eden Sami Kavimleri'nin bir kolu olduğunu anlatıyor.
Bu eski ve değerli tablo; '' Meryemana'nın kucağında İsa Mesih '' 1844 yılında Patrik İlyas döneminde Maksi İbrahim oğlu Harun Şemsi tarafından Meryemana Kilisesi'ne hediye edilmiş.
Süryaniler halen yoğunlukta olarak; Türkiye, Güney-Kuzey Amerika, Avrupa' nın çeşitli devletleri ve Hindistan' da yaşamaktalar.
Dinlere hoşgörünün Diyarbakır' daki örneklerinden Meryemana Kilisesi' nde gördüklerim ve öğrendiklerim çok önemliydi. Kilisenin dış kapısından çıkarak Suriçi'ndeki gezimi tamamladım.
Diyarbakır'ın yeni yüzünü de görmek ve tanımak istiyorum. Bunun için Kayapınar Mahallesi'nde Diyarbakır'lıların 75. Cadde olarak adlandırdıkları cadde de, geniş bulvarlarında, meydanlarında yürüyerek uzun zaman geçirdim.
Akşam bir şeyler yemek için Diyarbakır'da bir çok seçeneğim vardı. Ancak yeni Diyarbakır'da yürürken bir mekan dikkatimi çekti. '' Çiğ Köfteci Hacı Siraç ( Ömer Tinte) ''
'' O artık bir çiğ köfte değil '' sloganıyla Çiğ köfte , farklı tadlar ve sunumlar ile günümüze uyarlanmış. Lezzetleri daha iyi anlayabilmek için 2 menüden yarım yarım sipariş verdim. ( gelenler menülerin yarısı..)
İlk lezzet: Çiğ köfte börek..
Her ikisi de enfes lezzetler. Umarım Hacı Siraç örneği yerler diğer şehirlerimizde de olur. (Alttaki görüntü '' Çiğköfte Suşi '' den)
Tebrik ediyorum Hacı Siraç'ı... Akılda kalan lezzetleri için.
En sonunda tatlı ve çay ikramları..
Restoranda otururken, güzel insanların katılımıyla olduğunu gördüğüm bir maske eylemi de önümden geçip gitti..
Diyarbakır eski şehiri ve yeni şehiri ile tekrar gelinmeyi hak ediyor. Bir günde çok fazla yer gördüğüm programıma ve ikinci gelişime rağmen Diyarbakır'ın bir çok yerini göremedim. Diyarbakır ile geç tanıştığımı düşünüyorum.
Büyük parklar, bisiklet ve yürüyüş yolları ile Diyarbakır yaşanılası bir kent. Yeni Diyarbakır'da yürürken bir çok mekanı da not ettim.
Siirt'e dönmek için, Diyarbakır'a bir daha geleceğime dair söz vererek veda ettim..
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder