Sayfalar

24 Kasım 2021 Çarşamba

 İSTANBUL'DA SANAT, LEZZET VE GÜZELLİKLERLE DOLU İKİ GÜN

Büyük Tarabya Oteli, Yeşilçam'ın altın çağında anlattığı birbirinden güzel hikayelerin seti oldu. Bir çok film hala hatırımda.. Tarabya bulunmaktan keyif aldığım bir semt. Şehrin kolaylıkla ulaşılabilen bir noktasında ama şehrin telaşından çok uzaktaymış hissi yaratıyor. İstanbul'da çok dolu iki gün geçirdik. Ceroşi'nin tez çalışması için İstanbul'da bazı müzeleri gezmesi gerekince hem sanat hem de İstanbul'un özel yerlerinde geçen lezzet duraklarını da programa dahil ettiğim farklı bir gezi oldu..

Neredeyse gece yarısını geçe yola çıktığımız İzmir'den sonra sabahın erken anlarında ilk durak noktamız Beşiktaş oldu. Beşiktaş Çarşı da BKM' nin karşı sokağının içinde bulunan '' Çakmak Kahvaltı Salonu ' tavsiyelerin ne kadar doğru olduğunu gösterdi.

Serpme kahvaltı zorunluluğundan sıyrılarak istediklerinizle oluşturduğunuz çok fazla çeşide sahip menüleri var. Serpme kahvaltıları da bu özenle seçilmiş ürünlerden oluşuyor. Kiremitte sucuk, kavurmalı göz yumurta, sade melemen, bal kaymak, hellim peyniri ve ezine peyniri bizim tercihimiz oldu.

Ama büyükçe ve sıcak servis edilen pişiyi de unutmak olmaz.

Melemenler (sade, kaşarlı, beyaz peynirli, sosisli, sucuklu, sucuklu kaşarlı, pastırmalı, kavurmalı, kavurmalı kaşarlı, pastırmalı kaşarlı, kavurma ve feta peynirli), sahanda yumurta, tavalar (sosis, sucuk, kavurma, pastırma), hamur işi ve kızartmalar (pişi, paçanga böreği, sigara böreği, patates kızartması, biber kızartması), ilaveler (bal-kaymak, beyaz peynir, eski kaşar, taze kaşar, tulum peyniri, hellim peyniri, siyah yeşil zeytin, çingene salatası, söğüş, reçel çeşitleri, rafadan yumurta, haşlanmış yumurta, salam, tereyağ, süzme yoğurt, nutella), zengin tost seçenekleriyle doğal ve yörelerinden temin edilmiş lezzetli ürünleriyle çok özel bir mekan..  Çok anlatılan Çingene salatasını deneyemedik. Ama , domates ve salatalık üzerine serpilen hakiki Erzincan tulumu ile Ege esintileri getiren bir seçenekmiş.

Beşiktaş Kahvaltıcılar sokağının kalabalığından uzak bu yer bizi çok memnun etti. Çok erken saatler olmasına rağmen müdavimlerinin geldiğini gördük.

Karşısında Yalçın tekel bulunuyor.

Bu güzel kahvaltıdan sonra, Beyoğlu' nda bulunan İstanbul Modern Sanat Müzesi ile Sanat turumuza başladık.
Türkiye'nin ilk modern sanat müzesi, Eczacıbaşı ailesinin öncülüğünde, İstanbul Kültür Vakfı (İKSV) tarafından kurulan müze 11 Aralık 2004 de ziyarete açılmış.
İstanbul Modern Sanat Müzesi, Beyoğlu'ndaki geçici mekanında yer alan sürekli ve süreli sergi alanlarında yenilikçi ve disiplinler arası bir anlayışla Türkiye ve dünyadan modern ve çağdaş sanat sergileri düzenliyor. Biz gezimizde '' Etkileşimler '' ve '' Koleksiyon Sergisi '' ni gördük.

İstanbul Modern, koleksiyonundan oluşturduğu yeni süreli sergisi '' Etkileşimler '' ile sanatçıların yapıtlarıyla atıfta bulunduğu ve ilham aldığı plastik sanatlar, mimari, edebiyat, müzik ve sinema alanından çeşitli konu ve isimlere odaklanıyor. Bu ortak başlıkların etrafında konumlanan sergi, sanatçıların ilham kaynaklarını, ilgi ve meraklarını yansıttığı gibi, aynı zamanda sanatın dalları arasındaki göndermeleri işaret ediyor.
Bu kapsamda sanatçıların üretimlerini biçimlendiren esin kaynaklarının neler olabileceğini ele alan sergi, sanatçıların hangi düşüncelerden, sorulardan yola çıktıklarına da bakıyor.
İstanbul Modern, kurulduğu 2004 yılından bugüne yedi koleksiyon sergisi düzenlemiş. Bu sergilerde Türkiye modern ve çağdaş sanatının değişim ve dönüşümüne yer vermekle beraber, uluslararası bir yönelimle gelişen koleksiyonunu da paylaşıyor.
Bu son koleksiyon sergisi, müze koleksiyonunu oluşturan üç önemli yönelimi bir araya getiriyor. 3.katta 1950 sonrası Türkiye sanat ortamındaki soyut ve figüratif resmin gelişimi, kronolojik bir akış içerisinde, ikonik örnekler üzerinden sunuluyor. 2.kat; çağdaş sanat dünyasının doğa ve çevre üzerinden şekillenen farklı yapılarını bir araya getiriyor.

İstanbul Modern gezisinden sonra İstiklal Caddesi'nden yürüyerek bir başka durağa gittik.



Bir profiterol ne kadar iyi olabilir ? sorusunun cevabını verebilmek için '' İnci Pastanesi '' nde bir ara vermek iyi fikir.. Tercihimiz; Profiterol, Uludağ (meyveli-cevizli profiterol) ve Palmiye oldu.
İnci Pastanesi, 1944' de Luka Zigoris tarafından ilk yeri olan Beyoğlu İstiklal caddesinde 124 numaralı tarihi Cercle d' Orient binasında açılmış. Aslında bu tatlının hikayesi, İnci Pastanesi açılmadan bir kaç yıl önce başlıyor. 

1940' ların başında, pastane açılmadan önce Luka Zigoris, Galatasaray' ın karşısındaki kilisenin orada bir atölye kiralayıp dillere destan profiterolü yapmaya başlıyor ve atölyede yapılan profiterol diğer pastanelere dağıtılıyor.
Profiterolün çok beğenilmesiyle Zigoris bir süre sonra, kendi pastanesini açmaya karar vererek Atatürk'ün gömlekçi dükkanı olan ilk yerinde İnci Pastanesi olarak açılıyor.
Ürünler dükkanın hemen altındaki imalathanede üretilip taze taze servis ediliyor.
Pastane bugün, 1960' da daha 12 yaşında öğrenciyken pastanede çalışmaya başlayan Musa Ateş'e emanet. Musa Bey, tüm müşterileriyle ayrı ayrı ilgileniyor. Profiterolün lezzetinin başka hiçbir yere benzememesini; kullanılan ürünlerin asla piyasa malı olmadığını, yıllardır aynı yerlerden kaliteli ürünlerin alınması olarak anlatıyor Ateş. Bu tatlının adı : Palmiye. İnci pastanesinin profiterol ile birlikte ünlü tatlılarından..
Bu tatlının adı : Babaruaz. İnci Pastanesinin klasiklerinden (krem karamelli ve üstünde profiterol çikolatası ile)

İnci Pastanesi, 2012 yılında eski yerlerinden taşınarak Mis Sokak' taki daha geniş bir dükkanda yeniden faaliyete geçmiş. Pastanenin günümüzdeki sahibi Luka Zigoris' in kızı olsa da Musa Ateş günümüzde halen işletmeciliğini yapıyor.
Üniversite yıllarımda ve daha sonraları defalarca yolum İstiklal Caddesinden geçti. Ancak bazen çok özel değerleri göremeyebiliyoruz. Böyle programlı gezide öylesine bir binanın önündeyiz ki : Hikayesini içinde gezerken öğrenince bu binaya hayran oldum. Bu bina '' Mısır Apartmanı ''
Doğulu bir prensin batılı rüyası Mısır Apartmanı adına şarkılar yazılmış İstiklal Caddesinde merkezi bir konumda bulunuyor. Sanat, tarih ve mimariye meraklı olan herkesin mutlaka görmesi gereken eserlerden biri. Hem tarihi ve hikayesi, hem de zarafeti ve sanat galerileriyle İstanbul'un popüler cazibe merkezlerinden. 
Her ne kadar adı doğuyla ilgili olsa da, mimarisinin doğu tarzıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok. İstiklal Caddesi' nin zarif ve şık yapılarından olan Mısır Apartmanı, bir tarih ve sanat yeri olarak biliniyor.
Mısır Apartmanı' nda Zilberman Gallery deyiz. İlginç ve anlamlı bir sergi gezdik. '' Katlin Provası Sergisi ''..  Bu sergi, Azade Köker'in yakın dönem eserleri sergisi. Kadın hakları, feminizm ve kadın bedeni konularını önceki çalışmalarında da işlemiş olan Azade Köker, bu sergide kadın bedeni, kadına şiddet ve çocuk istismarı konularına odaklanıyor. Sergi; kadın bedeni, kadına şiddet, çocuk istismarı, çocuk gelinler, erkeklik, evlilik ve aile hakkında pek çok duygu ve düşünceyi kışkırtıyor. '' Babalar Günü ve Babalar Günü kutlu olsun '' adlı kolajlarda kadına ve çocuğa karşı şiddetin faillerine dair imgeler görülüyor.
'' Çocuk Gelin '' ve '' Femicide '' adlı işlerde yaşam ve ölüm imgeleri birbirinden ayırt edilemez biçimde bütünleşmiş vaziyette karşımıza çıkıyor. Yatak-mezar imgeleri oldukça çarpıcı. Doğum yatağı, beşik, evlilik yatağı, gelinlik, kefen ve mezar tamamen birbirinin yerine geçen, birbirine dönüşen imgeler olarak öne çıkıyor.
Sergideki işlerde hakim rengin beyaz olması, ayrıca siyah ve kırmızı dışında başka hiçbir rengin kullanılmamış olması da üzerinde düşünmeye değer. Böylece kadınların yaşamının siyah, beyaz ve kırmızı renklerle sembolize edilen, ölüm, evlilik ve cinselliğe indirgenmiş olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

Beyazlık her yeri kaplıyor; tüm yaşamı ve bedeni.. Boş, uçucu, anlamsız bir hafiflik duygusu veren beyazlık, bir yandan da yok oluş ve ölümün acımasız gerçeğine dönüşmüş halde karşımıza çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz Mısır Apartmanı, Art Nouveau tarzında yapılmış. Oldukça etkileyici bir mimariye sahip olan apartmanın içi ayrı dışı ayrı. Dışı, batılı bir anlayışa sahip, içinde yaşananlar ise doğuyla alakalı. İsrail İstihbarat örgütü MOSSAD' ın doğduğu yer olması bakımından önemli bir yere sahip olan Mısır Apartmanı, Beyoğlu'nda kaçırılmaması gereken kültür merkezlerinden. 
İstanbul'un ilk betonarme yapılarından biri olan Mısır Apartmanı birçok ünlü isme ev sahipliği yapmanın yanı sıra, birçok olaya da tanık olmuş. 6 katlı olan bu apartman, özellikle Mehmet Akif Ersoy ile sık sık anılıyor. İstiklal Marşı'mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy bu apartmanda hayata gözlerini yummuş. Apartmanın kapısında ünlü şairimizin burada vefat ettiğini gösteren bilgi yazısı da var. Mehmet Akif Ersoy yaşamının son 6 ayını burada geçirmiş.
Ünlü Ermeni mimarı Hovsep Aznavuryan'ın tasarlamış olduğu bu Art Nouveau bina aslında Mısır Prensi Abbas Halim Paşa'nın kışlık konağı olarak yapılmış.
Paşa öldükten sonra apartmana dönüştürülmüş. İstanbul'un en büyük kiliselerinden Sent Antuan Katolik Kilisesi' yle komşu.
Mısır Apartmanı'nda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın '' Mehmet Akif Ersoy Hatıra Evi '' ile karşılaşmak bir süpriz oldu. Milli karakterimizi, değerlerimizi, inanç ve ideallerimizi yansıtan eserleri ve mücadeleci kişiliğiyle çok sevdiği milletine ışık tutarak yol göstermeye devam eden Mehmet Akif Ersoy, son günlerini yaşadığı bu mekanda 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiş.
Varoluş mücadelemizin en çetin zamanlarında, Anadolu' da yakılan hürriyet ve istiklal ateşinin İslam coğrafyasına taşınmasını sağlayan bu büyük şair, '' bütün dünya Müslümanlarının geleceğe ümitle bakması ve yüreklerinin toplu vurması '' için savaştı.
Balkanlardan Kafkasya ve Türkistan'a, Afrika'dan Ortadoğu ve Hint alt kıtasına kadar bütün Müslümanların birliğini savundu, emperyalizme karşı birlikte mücadele etmek, sömürgeci güçlere karşı koymak gerektiğini en yüksek sesle haykırdı.
Gelecekten ümidini keserek karamsarlığa kapılanlara '' Alemde ziya kalmasa halk etmelisin halk '' diye haykıracak kadar güçlü bir inanca ve ideale sahip olan Mehmet Akif, bu inancını sadece şiirleriyle değil, yazıları ve kürsü konuşmalarıyla da kitlelere anlattı. Sadece fikir beyan eden değil, cephede de mücadele eden samimi bir ahlak adamı, büyük bir vatansever, güçlü sezgilere sahip bir mütefekkir, gür sesli, gür hisli, gür imanlı bir şairdi.
Milli Mücadele'mizin en zor günlerinde kaleme aldığı ve kahraman ordumuza ithaf ettiği İstiklal Marşı, onun güçlü imanını ve milletine sonsuz güvenini eşsiz bir şekilde ifade eden ölümsüz bir mutabakat metnidir.

Aralık 1873' de İstanbul Fatih' te Sarıgüzel Mahallesinde doğar. 1911 de Safahat'ın ilk kitabı yayımlanır. Bunu ikinci, üçüncü, dördüncü Safahatlar izler.
1920-1921' de bir İstiklal Marşı yazımı için ödüllü bir müsabaka açıldığı gazetelerde ilan edilir. Yarışmaya 724 şiir gelir. İçlerinden yedi şiir seçilir, ancak istenilen kalitede şiir yoktur. Akif, arkadaşlarından gelen ricalar üzerine, ödülün kaldırılması şartıyla İstiklal Marşı'nı yazar. İstiklal Marşı, Meclis'te görüşülerek Milli Marş olarak kabul edilir. Konulan ödül, Akif tarafından, fakir çocuk ve kadınlar için kurulan Darülmesai adlı bir derneğe bağışlanır.

1920' de Balıkesir'e giderek Zağnos Paşa Camii' nde verdiği bir hitabeyle başlamış olan Milli Mücadele'ye katılır.
Gelen bir davet üzerine Ankara'ya geçer. Burdur mebusu seçilir. Halkı Milli Mücadele'ye davet için Eskişehir, Burdur, Antalya, Konya seyahatlerine çıkar.
1933 de Yedinci Safahat (son Safahat), '' Gölgeler '' adıyla Mısır' da basılır.
Fotoğrafta, mevsim çiçekleriyle bezeli mükellef yemek masasının etrafında bir arada görünen yedi kişi soldan sağa ; Cenab Şahabeddin, Abdülhak Hamid (Tarhan), Süleyman Nazif, Midhat Cemal (Kuntay) ve oğlu Vedat, Mehmet Akif (Ersoy), Sami Paşazade Sezai.   Akif'in '' Asım '' adlı eserinin yayımlanması münasebetiyle Midhat Cemal tarafından Mısır Apartmanı' ndaki dairesinde, 1924 yılı ortalarında verdiği bu kutlama yemeğine , fotoğrafta görülmemekle beraber şair Faruk Nafiz Çamlıbel de katılmıştır. Bir diğer fotoğrafta yemek sonrası başka bir oda da kahve içilirken çekilmiş..
1934 de dostu Abbas Halim Paşa vefat eder. Uzaktan uzağa İstanbul' dan eski dostlarının ölüm haberlerini almaktadır.

Bu ölümler onu manen çok yıpratır. Ancak kendisi de hastadır.


1935 yılına gelindiğinde hastalığı ilerlemektedir. Hava değişimi ve tedavi için Lübnan seyahatine çıkar. Bundan da bir fayda görmez.


1936' da tedavi için Türkiye'ye döner. Zaten vatan hasreti de dayanılmaz olmuştur. Önce Teşvikiye Sağlık Yurdu'na yatırılır. Bir süre sonra Beyoğlu' ndaki Mısır Apartmanı' nda sürer bu tedaviler. Dostları, sevenleri akın akın ziyaretine gelirler. 27 Aralık 1936 da Mısır Apartmanı' ndaki dairede hayata gözlerini yumar. Cenazesi ertesi günü Bayezıt Camii' nde büyük bir katılımla kaldırılır. Edirnekapı Mezarlığı' na defnedilir.
Mısır Apartmanı'nda tarih içinde gezinti yaptıktan sonra Galatasaray Lisesi ne doğru yürüdük. Bir başka anlamlı müzeye gideceğiz. '' Yapı Kredi Müzesi ''..
1944 yılında Yapı Kredi Bankası'nı kuran Kazım Taşkent ekonomide artı değer yaratma çabasına Kültür ve Sanat hamiliğini de eklemişti. Atatürk' ün '' Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir '' sözünü ilke edilen Kazım Taşkent, banka bünyesinde '' Kültür ve Sanat Müşavirliği '' bölümünü kurar.

İbrahim Hakkı Konyalı ve Şevket Rado' nun aralarında bulunduğu kültür insanlarının da katkısıyla Türkiye' nin kültür mirasının korunması adına önemli bir adım daha atılarak 1953' ten itibaren Yapı Kredi koleksiyonları oluşturulmaya başlandı. Gerek yurtiçi ve yurtdışı müzayedelerden gerekse şahsi koleksiyonlardan satın alma yoluyla zaman içerisinde zenginleşen Yapı Kredi Koleksiyonları 1992 yılında banka bünyesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı' na bağlı özel bir müze olarak kurulan Yapı Kredi Müzesinde korunmaya ve sergilenmeye başlanmış.
Yenilenen teşhiriyle titizlikle hazırlanmış bir seçkinin sunulduğu Yapı Kredi Müzesi Koleksiyonları Türkiye'nin kültürel katmanlarını incelemek isteyenler için çok seçkin bir müze..
Yapı Kredi Müzesi koleksiyonları Numismatik ve Etnografya olmak üzere iki ayrı bölümde muhafaza ediliyor ve sergileniyor.
Sikke, madalya ve nişan olmak üzere 55000' i aşkın eserin bulunduğu numismatik bölümü kronolojik bütünlük açısından dünyadaki önemli özel koleksiyonlar arasında yer alıyor ve müzenin temel koleksiyonunu oluşturuyor.


Türk-İslam kültürüne ait eserlerin bulunduğu etnografya bölümünde ise 16. yüzyıldan itibaren farklı dönemlere tarihlenen binin üzerinde seçkin eser bulunuyor.
Müzede gösterime sunulan tombaklar, gümüşler, cep saatleri ve Mustafa Kemal Atatürk'e ait kişisel eşyalar bu bölümde muhafaza ediliyor.





AKDENİZ  (İlhan Koman)  1978-1980..   İlhan Koman bu ünlü eserini '' İnsanın kucaklaşması sevgisini anlatırken Akdeniz aklıma geldi. Akdeniz büyüktü, bizden bir denizdi - kucak açmayı bu adla anlatmak istedim ''  sözleriyle anlatmış.






Yapı Kredi Müzesinin katlarını çıkarken Galatasaray Meydanı ve Galatasaray Lisesi'nin görüntüsü eşlik ediyordu..
Öğlen oldu. Yemek zamanı. Uzun yıllardır gitmek istediklerim arasında olan bir Lokanta var sırada.

Hacı Abdullah Lokantası' nın asırlık tarihi '' Ahilik Teşkilatının '' devamı. Hacı Abdullah'ın 1888 yılında başlayan serüveni '' Ustadan Çırağa '' devralınarak gelmiş. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde '' Karaköy Rıhtımı'nda '' '' Abdullah Efendi '' adıyla bir lokanta açılır. Lokantanın işletme ruhsatı, bizzat Sultan II. Abdülhamit Han tarafından verilir. Ülkeleri adına İstanbul'u ziyaret eden resmi ve özel heyetler, Abdullah Efendi' de ağırlanır.
1915 yılında ise Lokanta, Karaköy Rıhtımı'ndan Beyoğlu'na taşınır. İstiklal Caddesi üzerinde bulunan '' Rumeli Han'ın '' zemin katında hizmetine devam eder. 1940 yılında şimdiki adı '' Sadri Alışık '' sokağa taşınır.
1958 yılında şimdiki bulunduğu yerine '' Ağa Camii '' yanındaki '' Sakızağacı Caddesi'ne '' taşınır. Her defasında geleneğe uyularak yetişen çıraklarına, yani hizmetin '' emekçilerine '',  '' ustalarına '' devredilir. Osmanlı-Türk mutfaklarının en güzel örneklerinin bulunduğu geniş menüde seçim yaparken zorlandık. Tercihlerimiz bizi çok memnun etti.


Lokantanın salonları da çok özel. Bab-ı Hümayun Salonu, Matbah-ı Amire Salonu, Lalezar Salonu, Kubbealtı Salonu. Bu dört ayrı bölümün kendine has bir dekorasyonu var ve toplam 750 m2 lik kapalı alana sahip.

Her gün 150 ye yakın yemek çıkıyor Hacı Abdullah'ta. Hünkarbeğendi kebabı, kuzu tandır, elbasan tava, kuzulu patlıcan, zeytinyağlılardan ise enginar, imambayıldı, kereviz, ve dolma çeşitleri en çok tercih edilen ve her gün mutlaka çıkan yemekler.
Yemeklerin lezzetleri çok güzel. Ama bir de insanın aklını başından alan o rengarenk kavanozlar var; turşular ve özellikle kompostolar. Hepsini kendileri yapıyor.

Biz karışık komposto denedik. Ayva, erik, çilek, erik, kayısı ve nar taneli komposto akıldan çıkmayacak bir lezzet.. En çok komposto satılıyor ve komposto çeşitleri sayılamayacak kadar fazla.


133 yıllık tarihiyle Osmanlı yemek kültürünü yaşatan bir mekan, her tarafından tarih fışkıran lokanta; sadece bir karın doyurma yeri değil, adeta bir yemek müzesi. 


Hacı Abdullah Lokantası'nı şu an üçüncü kuşak 4 arkadaş yönetiyor.


Bu defa Çiçek Pasajının önündeyiz. Bu tarihi yapı dışardan ve içerden olağanüstü görünüyor.

İtalyan mimar Cleanthy Zano'nın projesi ile içinde bir çarşı ve apartman bulunan o zamanlar için yeni tipte olan bina 1876 yılında tamamlanmış. O dönemde moda olan Paris tarzında döşenmiş 24 dükkan, üstünde ise 18 lüks daire bulunuyormuş.



Yine İstiklal Caddesi'nin kalabalığına karıştık.
Bu defa ''Arter'' gezisi için Dolapdere' te geldik.
Bir Vehbi Koç Vakfı kuruluşu olarak 2010 yılında açılan Arter, sanatın tüm disiplinlerini kapsayan programıyla herkes için erişilebilir, canlı ve sürdürülebilir bir kültür ve yaşam platformu sunuyor. 
2019 yılının Eylül ayında açılan bizim gezdiğimiz bu yeni binasıyla beraber Arter, süregelen faaliyetlerini ileriye taşıyarak koleksiyondan ve koleksiyon dışında sergilerin yanı sıra farklı sanat disiplinlerinden gösteri ve etkinliklere ev sahipliği yapmaya başlamış.


Arter'de gezerken enteresan görünümde çok kısa boylu bir güvenlik görevlisi ile karşılaştık. Daha sonra bu küçük adamın balmumundan yapıldığını anladık..
Her türlü tehlike, kaza ve hasar olasılığını azaltmak için alınan bu tedbirlerin en görünürü diyebileceğimiz özel güvenlik görevlisi balmumundan yapılmış hiper-gerçekçi bir heykel formunda ve küçültülmüş boyutlarda hem sergiyi oluşturan eserlerin hem de ziyaretçilerin güvenliğinin emanet edildiği bir minyatür figür. İcra ettiği mesleğin alışık olduğumuz standartlarına pek de uymayan ölçüleri nedeniyle ilk bakışta biraz çocuksu, neredeyse sevimli görünse de, bir o kadar tuhaf, yadırgatıcı ve tekinsiz haliyle pek de güven telkin etmiyor.



Binada sergi alanlarının yanı sıra; performans salonları, öğrenme ve etkinlik alanları, kütüphane, konservasyon laboratuvarı bulunuyor.



Mimari tasarımı İngiliz Grimshaw Architects tarafından yapılan bina, toplam 18000 m2 kapalı alana sahip. 

Arter gezisinde süreli sergiler bölümünde değişik sanat yaklaşımlarına tanık olduk.


Arter de yeme içme alanları da bulunuyor.

Ayrıca sanat yayınlarına odaklanan bir kitabevi de var.
Beşiktaş, Beyoğlu, İstiklal Caddesi ve Dolapdere de geçen dolu dolu saatlerden sonra günün son durağına doğru yola çıkıyoruz. Emirgan da bulunan Sakıp Sabancı müzesi günün son sanat durağı olacak. Ancak bu rotada boğazın güzellikleriyle buluşarak anın tadını çıkarmak için önce Tarabya ya doğru ilerliyoruz.
Kuruçeşme de Atatürk'ün yatı Savarona demirlemiş..



Kasım ayının ortalarında sık sık araçtan inerek kısa yürüyüşler yaptık.




Ve Tarabya' dayız... Yazımın başlarında Yeniköy'den ve özellikle Yeniköy Koy'una ve Boğaz'a bakan, yeşilçamın en güzel yıllarında bir çok filme mekan olmuş Büyük Tarabya Oteli'den kısaca bahsetmiştim. Burada bulunmak benim için her zaman bir ayrıcalık oluyor.
Tarih mi Coğrafyayı seçer, yoksa Coğrafya mı tarihi belirler ?
Büyük Tarabya Oteli, şehrin bu çok önemli semtinin sembolü haline gelerek yıllardır bir çok nesile ev sahipliği yapıyor. İstanbul'un en özel lokasyonunda eşi ve benzeri olmayan panoramik deniz manzaralı oteli, Büyük Tarabya Oteli.
Semte ismini veren ve ''terapi'' anlamına gelen ''therapia'' kelimeleri gibi Büyük Tarabya Oteli temiz sahil havası ile zarif atmosferli bir yerde.
1800' lerin başında Rumların yaşadığı bir balıkçı köyü olan sonrasında ise şehrin ayrıcalıklı isimlerinin tercih ettiği, gözde bir sayfiye yeri olarak ünlenen Tarabya, Boğaz'ın kıyısındaki konumuyla gerçekten İstanbul'un en özel noktalarından biri. Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında Amerikan ve Avrupa konsolosluklarının da bulunduğu semtin önemli sakinleri, akşamüstü çayları ve şık balolarda bir araya geliyorlarmış. Bugünse temiz havası, bol yeşili ve mavisiyle Tarabya'nın ruha iyi gelen havası halen belirgin bir şekilde hissediliyor.
Sahil şeridi balık lokantalarına, yeşil yamaçları ise şehrin görkemini hatırlatan tarihi yalılara ev sahipliği yapmaya devam ediyor.
Beyoğlu'nun ünlü otellerinden Tokatlıyan Oteli'nin yazlık yeri 19. yüzyılın sonlarında Tarabya'da hizmet vermeye başlamış. 1914 yılında İstanbul'da elektrikle aydınlatılan nadir yapılardan biri olan Tokatlıyan oteli, II. Dünya Savaşı sonrasında el değiştirir ve Konak oteli ismini alır. 1954 yılında çıkan bir yangın binayı küle çevirince yerine Büyük Tarabya Oteli inşa edilmiş. Bu kadar hayranı olduğum bu otelde halen kalma fırsatı bulamadım. Ama uygun zamanda olacak...

Emirgan'ın sembollerinden Atlı Köşk'e geldik. Yani Sakıp Sabancı Müzesine.. Atlı Köşk'ün bahçesinde iki at heykeli bulunuyor. Köşk'ün bahçesinin ana kapı girişinde bulunan at heykeli, 1204 'te Haçlı kuvvetleri tarafından Hipodrom'dan (bugünkü Sultanahmet) alınarak Venedik'te San Marco Kilisesi'nin önüne yerleştirilen dört bronz attan birisinin dökümü. Heykel, 1957'de Atlı Köşk'ün bahçesine yerleştirilmiş.
(GEZENEREN de 29 Mart 2018 tarihli yazımda Sabancı Müzesini geniş anlamda tanıttım. Bu gezimizde daha çok süreli sergilerini gezdik ve olağanüstü bahçesinde uzun zaman geçirdik)

Köşk'ün ana binasına doğru bu Cennet bahçesinden ilerledik..


Sakıp Sabancı Müzesi Mobilya ve Dekoratif Eserler Koleksiyonu 20. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen Atlı Köşk'ün, Sakıp Sabancı Ailesi'nin yaşadığı haliyle korunan odalarında teşhir ediliyor. 18-19. yüzyıla ait Napolyon armalı Sevres vazolar, Bohemya avizeler ve onları tamamlayan pek çok aksesuardan oluşan koleksiyon, Osmanlı Devleti'nin son döneminde toplumda ve sosyal hayatta yaşanan dönüşümü yansıtıyor.
Sakıp Sabancı (Ö. 2004) başta ünlü hattatların güzel yazı (hüsnühat) örnekleri ve kuran nüshaları olmak üzere sanatlı el yazma kitaplar koleksiyonu yapmaya Sultan II. Mahmut'un yazmış olduğu bir levhayı satın alarak başlamış. Sakıp Sabancı Koleksiyonu 1980'lerde satın alınan özel koleksiyonlar da katkısıyla zenginleşmiş. 1989'dan itibaren yurtdışındaki önemli müzelerde sergilenip büyük ilgi görmesi, Sakıp Sabancı ve ailesinin koleksiyonu geliştirme ve müze oluşturma düşüncesini güçlendirmiş. Atlı Köşk, 1998' de müzeye dönüştürülmek üzere Sabancı Üniversitesi'nin kullanımına tahsis edilmiş ve 2002' de Sabancı Üniversitesi Sabancı Müzesi adıyla ziyarete açılmış. Atlı Köşk'ün alt katı Aile salonları adıyla, Sabancı ailesinin köşkte yaşarken kullandıkları eşyayla birlikte, o dönemin hatırası olarak korunmuş.
Köşkün hemen önünde yer alan ''At'' adlı heykel, 1864' te heykeltraş Louis Doumas tarafından Paris'te yapılmış. Heykel, Moda'daki Mahmut Muhtar Paşa'nın, mermer konağının satışı sırasında Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınarak, Emirgan'daki köşkün bahçesine yerleştirilmiş ve burasının daha sonra '' Atlı Köşk '' olarak anılmasına yol açmış.. 

Sakıp Sabancı Müzesi'nin '' Tanzimat'tan Cumhuriyet'e: Ressam Hocaların Ressam Öğrencileri '' isimli sergisi, SSM Resim koleksiyonunda yer alan; Hoca Ali Rıza, Halife Abdülmecid Efendi, Hüseyin Zekai Paşa, İvan Konstantinoviç Ayvazovski, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya Güran'ın yanı sıra öncü kadın sanatçılardan Mihri (Müşfik) Hanım'ın aralarında olduğu sanatçıların 115 eserini bir araya getiriyor.

1915 ve 1925 yıllarında Hollandalı bir yayın kuruluşu tarafından çekilen renklendirilmiş İstanbul filmlerini ilgiyle izledik. O dönemin insanları mahcup ama etkili tebessümleriyle bize ve geleceğe gülümsediler... 



Sergi, hoca ve öğrenci ilişkisi üzerinden, kuşaklar arası etkileşim ve değişimi görünür kılıyor;  ustaların ve onların izinde yürüyerek ustalaşan öğrencilerin eserleri birlikte sunuluyor.

Sergi; geç keşfedilen, ancak hızlıca benimsenen resim sanatı üzerinden ülkenin toplumsal, sosyal ve ekonomik dönüşümünü izleme olanağı sunuyor.

Sakıp Sabancı Müzesi Resim Koleksiyonu, erken dönem Türk resminin seçkin örnekleri ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde İstanbul'da çalışmış yabancı sanatçıların eserlerinden oluşmaktadır.

Sakıp Sabancı'nın 1970'lerde oluşturmaya başladığı koleksiyon, ülkemizde resim sanatının gelişip serpilme sürecinin başlangıç evresine dair önemli ipuçları veren kültürel bir birikim.

Bu yönüyle Müze'nin Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu'nun tarihsel süreçteki devamı niteliğini taşımakta. 1850-1950 arasında üretilen eserler ağırlıkta.


Sabancı Holding desteğiyle gerçekleştirilen sergi ''Dün Bugün İstanbul '' yolu Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programından geçmiş 22 sanatçının İstanbul'a dair çalışmalarını bir araya getiriyor.


Mekana özel hazırlanan çalışmalar çevre, hayvan popülasyonu, kentsel dönüşüm, toplumsal yaşam, tarihi mekanlar, su kaynakları, ulaşım ve ütopya/distopya kavramlarının da aralarında bulunduğu temalar ışığında, kent dinamiklerine dair yorumlar içeriyor. 


Sergi seçkisi yağlı boya resim, çizim, enstalasyon, fotoğraf, video ve serigrafi baskıyı içeren geniş bir mecra yelpazesinden oluşuyor.


Ayrıca, Sakıp Sabancı Müzesi Abidin Dino Arşivi, sanatçının kaleminden çıkmış teknik çizimler, taslak metinler, heykelleri için yaptığı çizimler ile eşi Güzin Dino ve dostlarıyla yaptığı yazışmalardan oluşuyor.
Sergi görme ve işitme engelli bireyler için erişilebilir bir içerikle hazırlanmış.
Sabancı Müzesi'nin satış mağazası da her zamanki gibi kaliteli ve ilgi çekiciydi..
Daha sonra akşam, Atlı Köşk'ün teraslarından Emirgan'dan Boğaz'ı izledik. Bahçesinde gezindik..


Sakıp Sabancı Müzesi Emirgan Arşivi , 1900' ların başından itibaren Emirgan ve çevresinin fotoğraflarını kapsıyor.
Atlı Köşk ve Emirgan günün bu saatlerinde de bizlere çok güzel görüntüler sunuyor..


Günlük yaşam, vapurlar, sahil sarayları, ahşap konakları gösteren fotoğraflar 20. yüzyılda bir Boğaz köyünü ayrıntıları ile belgeliyor. Emirganlıların özel aile fotoğrafları ve portreler de bu Boğaz köyü sakinlerinin yaşam biçimini sergiliyor.


Bugünkü çok dolu rotanın son durağı için Yeniköy'e doğru yola çıktık. Uzun zamandır Yeniköy de gidilecekler listemde olan '' Emek Mantı Evi '' akşam yemeği için güzel bir alternatif.
1988' den beri İstanbul Boğazı'nın en seçkin semtlerinden biri olan Yeniköy' de hizmet veren Emek Mantı Evi, Türk mutfağının geleneksel ve yöresel lezzetlerini bir arada ve ev atmosferinde sunan bir mekan. Mantılar hijyenik koşullarda üretiliyor ve % 100 dana eti ile üretilen ve her türlü isteğe uygun mantı çeşitleri bulunuyor.
Bizim tercihlerimiz; Kıtır Saray Mantısı ve Kayseri Mantısı'ndan yana oldu.

Unutulmaz tatları farklı sunumlarla denedik.

Kayseri mantısı, Kıtır Saray mantısı, Emek Spesiyal Kuş Ağzı, Özbek mantı, Sinop mantısı, Fırınlanmış Domatesli mantı, Enginarlı mantı, Körpe Ispanaklı mantı, Karışık mantı gibi geniş mantı seçeneklerine sahipler.

Kahvaltı, tatlılar, salatalar, sıcak başlangıçlar, soğuk başlangıçlar ve ızgara çeşitleri gibi seçenekleriyle de özgün hizmet veriyorlar.

Daha sonra Yeniköy yürüyüşleri yaptık.. Artık bir sonraki gün için dinlenme zamanı. Ortaköy de Boğaz köprüsünün ayaklarının hemen yanı başında ve Kız Kulesi manzaralı bir sabaha merhaba diyebilmek için kalacağımız '' Symbola Bosphorus Hotel'e '' doğru yola çıktık.


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder