2008 yılı yazında yine Eğirdir'deyiz. Eğirdir çarşısında yürürken bir kitapçının camındaki afişte eski Eğirdir görüntüsü ve '' Bir Yaşam Yolculuğu '' yazısı dikkatimi çekti. Kitapçıya girdim, afiş ile ilgili bilgi almak istediğimi söyledim. Afişteki görüntünün bir kitap kapağı olduğunu, yazarının yıllarca Eğirdir'de öğretmenlik yapmış saygın, sevilen bir kişi olduğunu anlattılar.
Hemen bir kitap satın aldık. Elimizden düşüremediğimiz bu kitabı adeta soluksuz okuduk. Sonrasında bir kaç defa daha okudum. '' Bir Yaşam Yolculuğu '' kitabı benim başucu kitaplarımdan oldu..
Kitabın yazarı, Recep Bozkurt. Yıllarını ve yüreğini bu ülkenin çocuklarının yetişmesine adamış bir eğitimci. Bir bilge insan..
1968 yılında askerlik görevi için geldiğinde Eğirdir'le tanışır. 1969 yılında Öğretmen olarak tayini yine Eğirdir'e çıkar. Ve '' Bir Yaşam Yolculuğu '' başlar..
Akpınar Köyü'nde başlayan Öğretmenlik günleri, Pazarköy yılları, Yeşilada'ya atanma ve Yeşilada yılları, 1978 yılında Isparta Eğitim Enstitüsü'nü bitirme ve Akpınar Köyü öğretmenliği ile başlayan öğretmenlik serüveni Ağustos 1982 de Eğirdir Lisesi Müdürlüğü ile daha bir anlam kazanıyor.
Eğirdir doğasına tutkusu, öğrencileriyle ve Eğirdirliler ile olan güzel ilişkiler, çalışma azmi, sosyal yaşama katkıları, çok sevdiği Eğirdir ve öğrencileri için yaşadığı zorluklarla mücadele ve yılmadan çalışma...
Anlatmak yeterli değil. '' Bir Yaşam Yolculuğu '' kitabını alın okuyun...
Recep Bozkurt Öğretmenin kitabını okuduktan sonra her Eğirdir'e gidişimde çok sevdiğim bu ilçeye daha farklı bir göz ile bakmaya başladım.
Bir projemde ilerleyen günlerde; '' Bir Yaşam Yolculuğu Kitabının izinde Eğirdir '' gezileri ile baştan sona kitabın izinden gitmek.
Samimi, akıcı bir yazımla kaleme alınmış kitap okuyucuyu Eğirdir geçmişinde unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Her satırı anlamlı..
Kitaptan etkileyici anlatımla dolu satırlardan örneklerle devam etmek istiyorum..
'' Bir saat kadar sonra süren bir yolculuktan sonra tren birden yavaşlıyor. Hemen kompartımanın pencerelerine koşuyoruz. Karşımızda inanılmaz bir manzara var ! Lokomotif yokuş aşağıya yavaş yavaş ilerlerken sabah güneşinde pırıl pırıl parlayan rengarenk bir göle doğru iniyoruz... ''
'' Resmi işlemler biter bitmez ayrılıyorum.
Sokağa çıkar çıkmaz önüme ilk gelene soruyorum:
'' Akpınar Köyü'ne nasıl gidebilirim ?.. ''
Hemen karşımızdaki görkemli dağı göstererek::
'' İşte orada !.. İstersen yürüyerek bile gidebilirsin ya da çarşıdan araç da kiralayabilirsin. Bak, şu karşıdaki cip bu işler için... ''
380 liralık maaşımı yeni aldığım için ciple gitmeye karar veriyorum. Şöförle pazarlık ediyoruz. 7.5 liraya anlaşıyoruz. O zaman için büyük para !..
Cip, eski püskü bir araç ama o dik yokuşları canavar gibi tırmanıyor! Bir ara yırtık naylon pencereden dışarı bakıyorum, başım dönüyor. Bir uçurum ki, dibi başı gözükmüyor !..
Kafamı yukarı kaldırıyorum, koca kayalar üzerimize yıkılacak gibi! Yol dar mı dar. Araç değil karşımıza küçük bir hayvan çıksa geçemeyiz.
Şöföre dönüyorum:
'' Yol da çok bozukmuş !.. ''
Şöför:
'' Korkma!.. '' diyor, '' Buraları ne ki ?.. Biz nerelere gidiyoruz. Alışırsın!.. Hayrola, ne yapacaksın burada ?.. ''
'' Öğretmenim. Bu köye atandım da... ''
'' Neyse bahar çabuk geldi. Akpınar kırları binbir çiçekle donandı. Gözüm hep Sivridağ'ın zirvelerinde. Bir an önce oralara tırmanmak istiyorum. Her fırsatta öğrencilerimi kırlara götürüyorum. Soğuksulu pınar başlarında, koca meşe ağaçların altında, ders yapmayı çok seviyorum... ''
Eğirdir'e geldiğimde tanıyıp sevdiğim ikinci kişi de Maarif Hanı'nda berber dükkanı olan Giritli Hüseyin Efendi'dir. İlk girdiğimde dükkanını pek gözüm tutmamıştı. Gösterişsiz, eski püskü bir yerdi. Sıramı beklemek için oturduğum ceviz tahta sandalyede şöyle bir çevreyi gözlediğimde, traşını yaptığı müşterisi için kullandığı havlunun sakız gibi temizliği, berber araçlarının bakım ve düzeni hemen farkediliyordu. Güler yüzlü, tatlı dilli bu koca ustanın traş yaparken aynadaki görüntüsüne dikkatle bakınca birden babama benzetmiş, hayretle:
'' Usta, siz nerelisiniz ?.. ''
'' Giritliyim... ''
'' Biz de Selanikliyiz... ''
'' O yıllarda asfalt nerede, yollar toz toprak içinde. Pazarköy'e gidinceye kadar giysilerimiz, saçımız başımız tozdan görünmüyor ! Kamyon okulun tam karşısında duruyor, İniyoruz. Yolculuğumuz bir saat sürdü sürmedi ama sarsıntıdan Gülten'i araba tuttu ! İçimiz dışımıza çıktı ! Benim halim de perişan !.. Birbirimize bakıp bakıp gülüyoruz !.. ''
'' Aksu - Anamas yaylalarında sonbahar geceleri epey serin geçiyor. Geç vakitlere kadar uyuyamıyoruz. Pilli radyomuz, sessizliğimizi bozuyor. Dışarıdan bir türlü kesilmeyen köpek sesleri geliyor. Tuvalet ihtiyacımızı gidermek için dışarıya çıkmak zorundayız. Eşimin korktuğunu fark ediyorum, çaremiz yok; el fenerimizi alıp çıkıyoruz. Berrak bir gece. Ay ışığı yok; ama yıldızlara elimizi uzatsak değecekmişiz gibi. Dışarıda kaldığımız kısa süre içinde üşüyoruz. Hızla yatağımıza dönüyoruz. ''
'' Okulun temizliği hafta içinde öğrenciler tarafından kabaca yapılıyor, genel temizliği cumartesi günleri bayrak töreninden sonra yapıyoruz. Diğer arkadaşlar tören biter bitmez okuldan ayrılıyorlar. Her öğretmen kendi sınıfının temizliğinden sorumlu olmasına rağmen, daha fazla geç kalmamaları için buna bilerek göz yumuyorum. ''
'' Pazarköy'e kış erken geliyor. Aralık ortalarında şiddetli kar yağışları başlıyor. Odunumuz bol olmasına rağmen lojmanı bir türlü ısıtamıyoruz. Odaların tavanı hem çok yüksek yapılmış hem de tahta tavanlar ısıyı tutmuyor; tahta aralarından yıldızları sayıyoruz !.. Sobayı ne kadar yaksak boş !..
Bir gece hiç unutmam, şiddetli bir kar fırtınası vardı. Hanımla birbirimize sarıldık yatıyoruz. Dışarıda çakal-kurt sesleri köpek seslerine karışıyor; donacağız diye korkuyoruz. Sobayı sabaha kadar söndürmemeye çalışıyoruz. Gün ışıdığında bakıyoruz ki, battaniyemizin üzerinde bir parmak kalınlığına yakın kar var !.. ''
'' Onu, ''Taşlılar'' dan taksitle alıp eve getirdiğim zaman eşim kızdı: ''Recep, alacağımız o kadar eksiğimiz varken bu pikaplı radyo da nerden çıktı, Allah aşkına ?.. ''
Gülten bunları söylerken ambalajı dikkatle açıyorum; pikaplı radyomuzu çıkarıyorum; masaya koyuyorum; pikap kapağını kaldırıyorum; o yılların çok ünlü olan ve bizimde çok sevdiğimiz sanatçı Berkant'ın ''Samanyolu'' plağını güzelce yerleştiriyorum. Plak dönmeye başlayınca eşimin beline sarılıyorum; başlıyoruz dans etmeğe...
Plağı defalarca tekrarlıyoruz; yoruluncaya kadar dans ediyor, şarkıyı birlikte söylüyoruz: ''Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek. Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek...''
'' Aile dostumuz Müslahattin Savran'ın motosikleti var, onu alıyorum. Motosiklete binmesini seviyorum, iyi de kullanırım sayılır. Atlıyorum motora; basıyorum gaza; ''Çamyol Yokuşları'' , altımdaki ''java'' ya, bana mısın demiyor!..
Kereste Fabrikasına yakın bir yerde Köprüçay'ın üzerinde tahta bir köprü var. Aynı zamanda keskin bir viraj. Tam buraya geldiğimde, nasıl olduğunu anlamıyorum, motosiklet altımdan kayıyor ! Üç dört metre aşağıdaki şarampole uçuyorum ! Çevredeki tarlalarda çalışanlar koşup geliyor. Uçtuğum yer, yeni sulanmış bir fasulye tarlası. Üstüm başım çamur içinde. Motor bir tarafta ben bir taraftayım ! Burnum çok şiddetli bir şekilde ağrıyor. Köylülerin yardımı ile ayağa kalkıyorum. Tanrıya şükür kırık çıkık yok ! Motosikleti hep birlikte yola çıkarıyoruz. Evraklar naylon bir torba içinde olduğu için bir şey olmamış, buna çok seviniyorum. Köprüçayı'nda üstümü başımı üstünkörü yıkamaya çalışıyorum. ''
Eğirdir Gölü: 517 kilometrekarelik yüzölçümü, 50 kilometre uzunluğu, yer yer 2 ile 10 km. arasında değişen genişliği ile ülkemizin 4. büyüklükteki tatlısu gölü...
Ve içinde; bir inci gerdanlıktan koparılmış gibi, turkuaz renkli sularda yüzen iki adacık: Canada ve Yeşilada..
Canada'da kimsecikler yok !..
Vatanımızı kurtaran büyük Atamıza Eğirdirlilerin canı gönülden armağan ettikleri bir inci tanesi !...
Yeşilada ise bir avuç insanın yaşadığı bir cennet köşesi ki, vurgunu olmamak mümkün değil !...
İşte buraya atanıyorum...
1971 yılının 18 Kasım'ına kadar yalnızca uzaktan gördüğüm ve özlem duyduğum bir yer !...
Şimdi buraya öğretmen olarak gidiyorum; hayalimde görsem bile inanamayacağım bir şey !.. ''
'' Ön taraflarda bir yere oturuyorum. Sahili takip ederek ilerliyoruz. Gölden seyrettiğim Eğirdir'in manzarası inanılmaz güzel. Size nasıl anlatsam ki ?!..
''Kaleburnu'' denen bu yarımadanın ''Lodos Sahili'' nde, adeta birbiri üzerine eğilmiş gibi duran ahşap evlerin bacalarından çıkan dumanlar bu görkemli ahşap yapıları, sanki usta bir ressamın fırçası ile pastel bir gri renge boyuyor !..
Lacivert sulara değecek kadar göle yakın olan bu evlerin bulunduğu yarımadada sanki sokak yok !.. Peki, insanlar bu evlere nasıl ulaşıyor?!.. Dalıp gidiyorum... ''
'' Akşam, 18.00 - 19.00 sularında güneş Bedre Koyu üzerinden Barla Dağı arkasına dolaşırken; Sorkuncak Tepeleri'nde büyük bir gümüş tepsi gibi parlamaya başlayan ve yavaş yavaş yükselen Ay; Eğirdir Gölü'nü ipek bir şal ile örtmeye başlar !...
Bu saatlerde adalar, inci taneleri gibi ışıl ışıl parlarken; Sivridağ'ın yamaçlarına çekilmiş olan Eğirdir evleri de sisler içinde pastel renkli bir tablo gibidir !..
İşte tam bu saatlerde bu görkemli manzarayı seyretmek isterseniz; Sorkuncak yamaçlarında olmalısınız !..
Kendinizi yeryüzü cennetinde hisseder; böylesine güzel bir yörede yaşadığınıza dua edersiniz... ''
'' Öğle teneffüslerinde adayı ev ev, sokak sokak dolaşıyorum, bu gezilerim sırasında karşılaştığım adalılarla konuşuyorum, tanışıyorum; ilginç olaylar yaşıyorum. Bunlardan biri de atölyesine uğradığım tekne yapım ustası İbrahim Yıkılmaz. 70 yaşlarında, ince uzun boylu, kısa beyaz sakallı, başında, yer yer rengi uçmuş, sararmış eski bir kasket; atletik duruşlu bir adam. Evinin bahçesinde oluşturduğu atölyesinde, sipariş aldıkça yeni kayıklar yapıyor, eskilerini onarıyormuş. Ben gittiğimde elindeki tohumları, daha önceden küçük bez torbalarına doldurduğu toprakların içine birer ikişer koyuyordu.
''Usta, kolay gelsin. Ne yapıyorsunuz böyle ?.. ''
''Selvi fidanı yetiştireceğim, onları hazırlıyorum. ''
Böylesini ilk defa görüyordum; sert kozalakları, küçük bir tahta çekiçle kırıyor, sağlıklı olanları ayırıyor, bunları ıslak bir bezin üzerine seriyor; sonra da küçük bez torbalara yerleştiriyordu. ''
'' İbrahim Amca, okulun girişinde, kilisenin hemen arkasındaki küçük bir alan var, oraya bir çınar ağacı dikmek istiyorum. Fidanlık Müdürlüğü'nün elinde yokmuş, nereden bulabiliriz ?.. ''
'' Buluruz buluruz. Karşı sahillerde çok. Zarar vermeden oralardan alır geliriz. Ben gideceğimiz zamanı sana haber veririm.. ''
Bugün eğer Yeşilada'ya yolunuz düşer, Özel İdare'ye ait konukevi ile kilise arasından geçip; karşınıza koca bir çınar ağacı çıkarsa; işte o günlerde diktiğimiz ağaçtır o ! Serin gölgesi altında oturup, turkuaz renkli göl sularını seyredebilirsiniz !..
Belki inanamayacaksınız; ama, hemen yanındaki yıkık dökük durumdaki bina bizim ''Küçük Evimiz !..'', çevresinde göğe yükselen sedirler de küçük öğrencilerin diktiği ağaçlardır !..
Ben her Yeşilada'ya gidişte özellikle bu çınar ağacını, o sedir ağaçlarını okşar; rahmetlik İbrahim Amca'yı hatırlarım...
Okula ise hiç bakamam !..
Öğrencisi kalmamış, yer yer yıkılmış bu ''Küçük Ev'' in bugünkü durumunu görmemek için başımı çeviririm !..
Gözlerim dolar, hüngür hüngür ağlamaya başlarım; arkamı döner, buradan kaçar gibi uzaklaşırım !.. ''
'' O gün okulda yine tek başınayım. Öğlen paydosu yapmış, öğrencileri evlerine göndermiştik. Küçük odamda oturmuş kitabımı okuyorum. Kapı çalınıyor. ''Buyurun!..'' diyorum. İçeriye, saçı sakalı uzamış, pejmürde kılıklı; bir elinde büyük bir şişe, - şöyle beş litrelik kadar - diğer elinde içi kırmızı istakozla dolu bir teneke; tanımadığım biri giriyor. Tenekeyi yere koyarken:
''Ben Kaptan Alaattin!..'' diyor. Elindeki şişeyi de masamın üzerine bırakıyor.
''Hoş geldiniz, buyurun oturun!..''
.....''Daha önce nerelerdeydiniz?..''
''Türk Hava Yolları'nda idim; ama - masamdaki şişeyi göstererek - şu zıkkım yüzünden işimden de eşimden de oldum! Şimdi tek başıma ayakta kalmaya çalışıyorum.''
''Yeşilada'da kaldığım dört yıl süresince Kaptan Alaattin ile aramızda sıkı bir dostluk oluşuyor. Her karşılaştığımda bana dünyayı anlatıyor; ufkumu genişletiyor. Ada'ya gelen konukları ile tanıştırıyor.
Yeşilada'nın ''Sit Alanı'' kapsamına alınabilmesi için mücadele edilmesinin şart olduğunu; burada yaşayanlarca Ada'nın değerinin şimdilik bilinmediğini; ama gelecekte mutlaka anlaşılacağını; bundan dolayı kültürel dokusunun ne yapıp yapıp korunması gerektiğini; Adalıların kendisini bir türlü anlamadıklarını hatta düşman olduklarını; Ada'nın geleceğinin turizmde olduğunu onlara her fırsatta bunu anlatmamızın yararlı olacağını; bu işi benim iyi yapabileceğimi, çünkü Adalıların beni sevip saydıklarını, hemen hemen her konuşmamızda yılmadan usanmadan tekrar ediyor. ''
''1975 yılının Kasım ayında adadan ayrılıncaya kadar Kaptan Alaattin'in bu mücadelesinden hiç vazgeçmediğini görüyorum; başkalarının ne dediğine bakmadan, gücüm yettiği kadar onun yanında olmağa çalışıyorum; birlikte çok anlamlı günlerimiz geçiyor; ondan çok şey öğreniyorum.
Kaptan Alaattin, kendine özgü bir adamdı; içi fırtınalarla doluydu; yalnız yaşadı; ölümü de yalnız oldu!..
Bir kış günü gecesi adalılar onu sokakta ölü buldular! Alkol komasına girdiği için düştüğü yerde kalmış! Kar üzerini beyaz bir ipek şal gibi örtmüş! Duyunca, ağladım... ''
''Sonbahar Eğirdir'in en güzel mevsimlerinden biridir. Bugünlerde gölün yedi rengi uçup gider, geriye devasa bir gümüş tepsi kalır! Bu mevsimde ada yolculukları sabahları sis ve pus içinde olurken, öğleden sonraları solgun güneş altında Eğirdir'in silueti suyun yüzüne vurur. Anlatılmaz bir güzellik içinde eve dönerim.
Ekim başlarıydı. Kayıkta Mehmet Kaptan'la birlikteyiz. Eve dönerken yorgunluğum yüzüme vurmuş ki, Mehmet Kaptan:
''Müdür öğretmenim, bugün çok yorgun görünüyorsun. Gel seni bir yere götüreyim de biraz dinlen '' diyor. Daha cevabımı beklemeden kayığın burnunu Canada'ya çeviriyor. Kıyıya yaklaşıyoruz.
''Şunları görüyor musun? Biz bunlara Canadaçiçeği diyoruz ''
Dikkatle bakıyorum. Aman Tanrım, böyle bir şey olmaz !..
Canada'nın her tarafını ışıl ışıl sarı çiçekler kaplamış !.. ''
'' Bir sohbet sırasında kayıkçı İbrahim Amca anlatmıştı: Güya eskiden adaya yol varmış; sular nasılsa birden yükselmiş; hem bu yol hem de adaların bir kısmı su altında kalmış; insanlar hayvanlar telef olmuş.. daha epey bir şeyler anlattı.
Bir pazar günüydü. Kafama koydum; bu adalara yol olup olmadığını kontrol edeceğim. ''
'' Pantolonumun altına mayomu da giyiyorum. Kaleburnu'na kadar yürüyorum. O yıl bahar aylarından itibaren Eğiridir'e hemen hemen hiç yağmur yağmadı. Su seviyesi görünür bir şekilde düştü. Gerçekten, suyun altına doğru bir yol gidiyor gibi ! Pantolonumu, üstümdeki tişörtü çıkarıp koltuk altıma alıyorum. Bu yolu takip edip, gerekirse yüzerek Canada'ya, oradan da Yeşilada'ya geçeceğim. Su bir ara omuzlarıma kadar çıkıyor sonra yine belime kadar falan geliyor. Bu arada biraz soluklanayım diyorum; ama birden yol kayboluyor, dip gözükmüyor. Çamaşırlar başımın üzerinde, yüzerek Canada'ya geçiyorum. ''
'' Yine o günlerde ortak dostlarımız olan Mehmet Savaş ve Uğurtan Ataç'la oluşturduğumuz bu dörtlü grup, 20 yıldan fazla bir süre; Eğirdir, Beyşehir, Eber, Burdur Gölleri arasındaki coğrafyanın dağlarında, yaylalarında, mağaralarında ayak basmadık yer bırakmıyoruz !..
Her fırsatta, ''Yeşil Yürüyüşler'' yapıyoruz. Şimdilerde, ''treking'' denilen bu yürüyüşler, o zamanlar yaygın değil. Yine de, bizim bu dağ-taş demeden yaptığımız geziler çevrede ilgiyle karşılanıyor. Pek katılan yok; ama daha sonra, bu grubun oluşturduğu çekirdek kadro, bugün Eğirdir'den dünya çapında dağcıların yetişmesine ve ETUDOSD (Eğirdir Turizm Tanıtma ve Dağ Sporları Derneği) gibi yüzlerce üyesi olan bir doğaseverler grubunun oluşmasına neden oluyordu.
Grubumuzdan, rahmetlik olan Mehmet Savaş adına her yıl Mayıs ayı içinde düzenlenen ''Dedegöl Dağcılık Şenlikleri'', ülke çapında büyük ilgi görüyor, Eğirdir'in tanıtımına ve ekonomik yaşamına katkıda bulunuyor...
Ne güzel !.. ''
HER ŞEYE YENİDEN BAŞLIYORUZ...
'' 1 Nisan 1979 yılında, Eğirdir Lisesi'nde Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak göreve başlamam, sanki bir ''Nisan Şakası'' gibiydi. Atanma kararnamemi elime aldığımda, dört yıla yakın çektiğim tüm sıkıntıları unutmuştum. Başka okullara da olabilirdi; ama, Liseye atanmayı gerçekten istiyordum. Bu dileğimin gerçekleşmesinden de ayrıca mutlu olmuştum. ''
'' İlkokul öğretmenliği yaptığım dokuz yıl ve büyük sıkıntılar içinde geçirdiğim son dört yıl, bana inanılmaz yaşam deneyimleri kazandırmıştı.
Tekrar öğretmenliğe döndüğüm gün 32 yaşındaydım...
İlk derslerden itibaren öğrencilerle sıcak ilişkiler kurmuştum. Bunda, öğretmenliğe duyduğum içten sevgi ve özlemin payı büyüktü. Öğretim yılının bitimine üç ay kadar bir zamanın kaldığı bir dönemde göreve başladığım için daha ilk günlerde; öğretim yılı başından itibaren birikmiş bazı sorunlarla karşı karşıya kaldım. Bunlardan en önemlisi, rehber öğretmenliğini yüklendiğim '' 6- Tabii Bilimler Sınıfı '' nın durumuydu. ''
'' Yıl sonuna yaklaşıyoruz. Öğrencilerle en çok konuştuğumuz konulardan biri, lise öğreniminden sonra nasıl bir yaşam düşledikleri. Hemen hepsi üniversite öğrenimine devam etmek istiyorlar. Gündeme sık sık meslek seçimi geliyor. Bu konuda uzun tartışmalar yapıyoruz. Kızlar en çok öğretmenlik mesleğini istiyorlar.
Soruyorum:
''Pelikan kuşlarını bilir misiniz? Öğretmenler pelikan kuşlarına benzerlermiş. Bu kuşlar, yavrularına yiyecek bulamayınca yüreğini çıkarıp onlara verirlermiş. Böylesi bir özveriye katlanabilir misiniz?..''
Gözlerinin ışıl ışıl parladıklarını görüyorum...
Duygulanıyorum... ''
'' Size daha önce anlatmıştım; aile yaşantımızın en güzel anılarını çocuklarımızla birlikte yaşıyoruz. Onlar, şaşılacak bir hızla büyürken günlerin, gecelerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile..
Her fırsatta onlarla birlikte kırlara, bayırlara gidiyoruz; en büyük zevklerimizden biri balık avlamak, annemize kır çiçekleri toplamak... ''
''1981 yılı, ''Atatürk'ün Doğumunun Yüzüncü Yılı '' ilan ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı, bunun için tüm okullarda Atatürk'ün yaşamı, Kurtuluş Savaşı ve devrimler konusunda kültürel etkinlikler yapılması kararını alıyor.
Bu etkinlikleri, genç kuşaklara Atatürk'ü tanıtma, düşüncelerini kavratma, ideallerini yaşatma fırsatı olarak gördüğümden, kafamda tasarladığım bir senaryoyu yazmaya başlıyorum. Kurtuluş Savaşımızı, türkülerle, şiirlerle ve canlı tablolarla anlatacağım. Bu çalışma dört aya yakın bir zamanımı alıyor. ''
'' OKUYANIN BAŞI YERE DÜŞMEZ... ''
Çocukluğumda, gençliğimde babamdan duyduğum bu söz, sürekli kulaklarımda çınlıyor; gece yolculuğu yaptığım halde bir türlü uyuyamıyorum.
Babam ve annem çok farklı insanlardı. Yeri gelmişken size onlardan mutlaka söz etmeliyim:
Biz kalabalık bir aileyiz. Dördü kız, dördü oğlan sekiz çocuklu bir aile. Annem, babam bizlere nasıl baktı, besledi, büyüttü, okuttu; bugün bile aklım almıyor !.. ''
'' 14 Şubat günü yanından ayrılmak zorunda kaldık. Ayrılırken söylediği şu sözleri hiçbir zaman unutmadım:
'' Çocuklarını iyi yetiştir. Ailene sahip çık. Dünyada onlardan kıymetlisi yoktur. Bizi merak etme. Bak, ben her gün daha iyiye gidiyorum. Görevine dört elle sarıl. Ekmeğini bu işten yiyor, çoluk çocuğunu bununla geçindiriyorsun. Aldığın parayı helal kıl, oğlum... ''
16 Şubat 1981 günüydü, yani yanından ayrılmamın üzerinden daha üç gün geçmişti ki, bir telefon ihbarı aldım. Dersteydim. Koşup postaneye gittim. Babam ölmüştü.
Çocukları kayınvalideme emanet edip Gülten'le hemen yola çıktık.. Derbent'e vardığımızda kar, neredeyse bir metreye yaklaşmıştı. Onu toprağa verirken de durmadan yağıyordu.
Üstünü örterken, toprak bile beyazdı.
Babamın yaşamı gibi... ''
'' Eğirdir Lisesi, ülkemizin en güzel göllerinden birinin kıyıcığındadır. Canım sıkıldığında, bunaldığım zamanlarda, sahile gidip çakılların üzerinde yürüyor, durgun suya kaydırak taşları atıyor; sakinleşiyorum.
Yine böyle su üzerinde taş zıplatırken Yazla Mahallesi sakinlerinden yaşlı dostum Mehmet Çelik geliyor. O da sahilde yürüyüşe çıkmış. Kendisiyle '' Milli Mücadele Yıllarında Eğirdir '' çalışmamı yaparken tanışmış dost olmuştuk.
'' Müdür Bey, ne yapıyorsun böyle...''
'' Kaydırak kaydırıyorum. Sen de denesene!.. ''
'' Yapmayın, bu yaşta olur mu !..''
'' Neden olmasın, bal gibi olur. Hele bir dene sen !..''
Mehmet Amca, 75 yaşlarında. Yerden güzel bir kaydırak taşı alıp eline veriyorum. Hemen atıyor. Arkadan bir tane, bir tane daha !..
Birlikte hem taş atıyor; hem de taşlar zıpladıkça, yatıyoruz yerlere gülmekten...
Bizi gören olsa, bu adamlar kafayı yemiş derler !..
Kollarımız ağrıyıncaya kadar devam ediyoruz...
Mehmet Amca'yı kahve içmek için okula davet ediyorum. Yürürken:
''Müdür Bey, bu taş atma işi iyi bir spormuş, arada sırada geleyim de bu işi yapalım... '' diyor gülümsüyoruz..
Fırtınalı havalarda ise makam odasının penceresinden turkuaz renkli suların üzerinde oluşan beyaz köpüklü dalgaları seyrederken bir sade kahve içmek beni rahatlatıp dinlendiriyor...
'' Eğirdir' den ayrılacağımız günü dostlarımıza haber verip vedalaşıyoruz. 13 Ekim günü evimiz dolup taşıyor. Dostlarımız, bizi yine yalnız bırakmıyorlar, birlikte eşyalarımızı yüklüyoruz.
Sağ olsunlar, zor günlerimizde olduğu gibi yine bizimle beraberler...
Akşam yemeğimizi son kez kayınbabam ve kayınvalidemle yiyoruz. Saat 23.00 dolaylarında kamyon şöförü geliyor. Şöför mahalline biniyoruz.
Kamyoncu, Barla-Çay-Bolvadin-Emirdağ-Eskişehir-Bilecik üzerinden İznik'e gitmemizi planladığını anlatıyor. İstediği şekilde hareket edebileceğini söylüyorum.
Kamyonun penceresinden, sokak lambalarının solgun ışıkları altında uyumaya başlayan Eğirdir'e son kez bakıyoruz!..
Şöför, nedense lisenin tam yanında yavaşlıyor. Bana dönerek:
'' Hocam, benim oğlan sizi çok seviyordu. Tayininizin çıktığına çok üzüldü. ''
Başımı okula doğru çeviriyorum; binalar hayal meyal görünüyor.
'' Eskiden burada ışıklar vardı, şimdi bunları söndürmüşler. Bu güzel okula karanlık yakışmıyor... ''
Eğirdir-Isparta yolundan ayrılıp Barla yoluna sapıyoruz.
O ana kadar kendini tutan eşim, Altınkum Plajı karşısındaki yarım kalmış evimizin önünden geçerken başını omzuma koyarak sessizce ağlamaya başlıyor... ''
Benim ise boğazımda bir kördüğüm; eşime sarılıp, öylece kalıyorum...
Kamyon, büyük bir homurtu ve sarsıntı içinde Eğirdir Gölü sahillerini takip ederek İznik'e doğru yol alıyor...
'' Bir Yaşam Yolculuğu '' kitabı Eğirdir'e veda ile bitiyor.
Kitap'dan küçük alıntılar yaptım.(kendisinin affını dileyerek)
2008 yılında İzmir'de Atatürk Spor Salonu'nda Arkas-Eğirdir Belediyespor Voleybol müsabakasını izlemeye gitmiştik. Maç sonunda çıkışta Eğirdir kafilesinin yanında Eğirdirliler ile sohbet sırasında tesadüfen tanıştık Recep Bozkurt Öğretmen ile..
Eğirdir takımını yalnız bırakmamak ve maçı izlemek için Foça'dan gelmişti..
Biz bu kısa sohbetten çok keyif aldık..
Recep Bey, yine özellikle gençlere ışık olmaya devam ediyor.
- Yaşadığım ve Yazdığım Kentler İznik-Eğirdir-Foça
- Dün Bugün Yarın Eğirdir
- Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda Eğirdir
kitapları da ülkemize miras eserlerinden..
Bu sabah erken uyandığımdan telefonumda gezinti yapıyordum. Birden karşıma çıktınız sevgili GEZENEREN!!!..
YanıtlaSilKitabımı ne de güzel anlatmışsınız. İnsan kendi yazdıklarını okurken ağlar mı?...Hem de gözlerimden sicim gibi yaşlar inerken.