Sayfalar

8 Ocak 2023 Pazar

ŞANLIURFA - TARİHİN SIFIR NOKTASINDA ANILAR BİRİKTİRMEK

'' Gelen ağlar, giden ağlar '' derlermiş Urfa için. Önce nereye geldim ben diye sonra da nasıl ayrılırım buralardan diye ağlarlarmış. Olağanüstü bir tarihi var Urfa'nın. Babil'den Hitit'e, Pers'ten Roma'ya uzanan ve tam anlamıyla bir uygarlıklar beşiği. Adem'le Havva'nın cennetten kovulduktan sonra geldikleri yer, avcı toplayıcı yaşamdan tarım toplumuna geçilen ilk yer. Hristiyanlığın devlet dini olarak kabul edildiği ilk yer. Urfa'nın çok dinli ve kültür mozaiği yapısı kaçınılmaz biçimde mutfağına da yansımış. Urfa'da güne Ciğer Kebabı ile başlanıyor ya da buraya özgü Tirit ile. Köylerinden gelen yöresel ürünleri sunan kahvaltıcıları da unutmamak gerek. Olması gerektiği gibi, uzun yollar aşarak Urfa'ya sabah namazı vaktinde geldiğimize göre, benim için tüm zamanların en iyi kahvaltıları arasına giren ''Köprübaşı Kahvaltı Salonu'' na geçelim. Bu mütevazi yer bir daha ve bir daha gittiğimiz yerlerden. Görüntü sizleri aldatmasın. Urfa'nın başka kahvaltı alternatiflerini denerken bile aklımda hep olan yerlerden... 
Mütevazi ve küçük bir mekan. Ancak çok hareketli, kahvaltılık almaya gelen esnaf, memurlar istedikleri kahvaltılıklardan alıp işlerine gidiyorlar. Lezzet şölenine hazırız. Siz de hazırsanız, masamıza geçelim...
Sade ve basit bir masa. Ama her biri bir lezzet efsanesi. Oralarda tırnak ekmek denen ve masaya oturur oturmaz sıcacık gelen bizim bildiğimiz adıyla tırnak pide. Hem de hemen yanlarındaki fırından geliyor.
Fırında közlenmesi için, esnaf tarafından ya da civardaki evlerden tepsilerle getirilen Urfa Patlıcanı ve Urfa biberlerine, özellikle de İsot biberine dikkatinizi çekmek isterim. Sızma zeytinyağı ile hafif yağlanan biber ve patlıcanlar fırında közlendikten sonra Urfa kahvaltı masalarının vazgeçilmezlerinden oluyorlar. Köprübaşı Kahvaltı Salonu'nun masalarında közlenmiş biber ve patlıcan hiç eksik olmaz.
Masadaki enfes tatlara ayrı ayrı değinmezsem haksızlık yapmış olurum. Önce; isot reçelli (isot biberi salçalı) omlet, tam bir lezzet başyapıtıdır...

Urfa'nın köylerinden gelen süt kaymağı eşsizdir...
Kaymak, üzerine yörenin süzme balı ile masanıza gelir.
Urfa'nın çeşit çeşit köy peynirlerinden karışık bir tabak ile masa daha bir zenginleşir..
Fırından gelen sızma zeytinyağlı isot biberi, yörenin zeytinleri ve domates tabağı da masa da yerini alır..
Urfa kahvaltılarında inek-koyun sütü karışından yapılan köy süzme yoğurt da olmazsa olmazlardandır. Tadı mükemmeldir..
Daha ne isteyebilir ki insan... Ortaya çıkan kahvaltı; özlenen, hep hatırlanan, uzaklarda kalan bir kahvaltıdır.
Sahipleri ve çalışanları candandır, güler yüzlüdür.. Tezgahlarındaki köy ürünleri harika, bir bakan bir daha bakar...

Peynir çeşitliliğine her defasında şaşırıyorum. Urfa'nın hangi yöresinden hangi köyünden geldiğini sorarım, anlatırlar da aklımda kalmaz. Yani hepsi, Urfa gibi çok özel...
Bu arada çayları da çok iyidir. Devamlı tazelenir, sınırsız gelir.
Haliliye'de Kamberiye, Melik Cabbar Caddesi No:4 de bulunan Köprübaşı Kahvaltı Salonu, hep akıllarda kalacak lezzetler vadediyor.
 Hakkında sayısız şiir, destan ve metinler yazılan Urfa, mistik atmosferi, otantik yapısı ve özgün mirası ile şairlere, sanatkarlara, bilim insanlarına hala ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Şanlıurfa tarihten gelen müzik ve kültür mirasıyla, dünyada ve ülkemizde önemli bir konuma sahip. Urfa'yı birkaç konu başlığı ile ifade etmek istersek, bu başlıklardan birinin kesinlikle müzik olması gerekir.
Urfa Halk Müziği, ezgilerindeki müzikalite, söz zenginliği, eser sayısı kaliteli ve sistemli icrasıyla Türk Halk Müziği içinde seçkin bir konuma sahip olmuş ve bu özelliklerinden dolayı Urfa'ya açık konservatuar gibi çok güzel benzetmeler yapılmış. Düğünlerde, kına gecelerinde, asbap gecelerinde, dergah ve tekkelerde, mevlitte, dağ yatılarında ve nihayet sıra gecelerinde bu açık konservatuarın usta hocaları, okuyucuları, meraklılarına ders niteliğinde meşkler yapmışlar.
 Urfa müzik meclislerinde Klasik Türk Müziği, çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki meşklere, ahenklere başlanırken günümüzde kısmen - ama eskiden mutlaka - geleneksel Türk Sanat Müziği ile başlanırmış.
Urfa şehrini çevreleyen ve günümüzden 50 yıl öncesine kadar ayakta olan şehir surlarının ve kapılarının inşa tarihi kesin olarak bilinmiyor. Günümüze sağlam olarak gelebilmiş tek sur kapısı olan ''Harran Kapısı'' ndan geçtik. M.S. 408 yılında Piskopos ''Diogenus'' bu kapının yakınlarına şehit ''Barlaha'' anısına bir kilise yaptırınca kapı ''Barlaha Kapısı'' adıyla anılmaya başlanmış. Harran'a açılan bu kapıya ayrıca ''Güney Kapısı'' , ''Güneşevi Kapısı'' , ''Tanrının Oğlu Kapısı'' ,  ''Bab El-Harran'' gibi isimlerde kullanılmış.
 Urfa Müzik Meclislerinde, başta peşrev alınır, sonra kar, beste, semailer, şarkılar icra edilir, sonrasında gazellerden türkülere geçilirmiş. Osmanlı döneminde başşehirlere uzak olmasına rağmen Urfa'da geleneksel Türk Sanat Müziği icra edilmesi çok yaygın ve ileri düzeyde olmuş. Bunda şehrin Osmanlı İmparatorluğu idaresine geçmesinden sonra payitahttan sürgüne gönderilen devrin ünlü musikişinaslarının burada ikamet mecburiyetinde bırakılmalarının payının büyük olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla yörede kullanılan çalgı profilinin de geleneksel Türk Sanat Müziği sazları olması tesadüf değildir. Musiki, Urfa'da her zaman büyük ilgi ve değer ifade etmiş, yöredeki kanaat önderlerinin, bölgenin ileri gelenlerinin müziğe bakış açısı Urfa'da musikinin gelişmesinde etkili olmuş. Okuyucular ve sazendeler, bulundukları toplumlarda daima hürmet ve takdir görmüşler. Özellikle hafız, hoca, aydın, tarikat ehli kişiler öteden beri yörenin meşhur okuyucuları ve Urfa'da müzik katarının lokomotifi olmuşlar.
Bir zamanlar Şanlıurfa müziğinin kalbinin attığı Harrankapı'daki ''Yasin'in Kahvesi'' ni kamulaştırarak restore eden Şanlıurfa Belediyesi tarihi mekanı ''Müzik Müzesi'' ne dönüştürmüş. Şanlıurfa Belediye Meclisi üyelerinin oy çokluğu ile müzik müzesine İbrahim Tatlıses'in ismi verilmiş. 25 Eylül 2011 tarihinde, İbrahim Tatlıses'inde katılımıyla açılışı yapılan ''İbrahim Tatlıses Müzik Müzesi'' nde, Şanlıurfalı sanatçıları yakından tanımak mümkün.

Şanlıurfa'nın zengin müzik kültürünü tanımanın bundan daha iyi yolu olamazdı. Müzik Müzesinde günümüzde müzik yaşamına devam eden ve vefat eden sanatçıların resimleri ve mumdan yapılmış heykelleri sergileniyor. İbrahim Tatlıses'ten, Kazancı Bedih'e, Nuri Sesigüzel'den Mukim Tahir'e kadar bir çok sanatçının heykeli bulunuyor.


Müzede; geçmişten günümüze çalgı aletleri, sanatçıların fotoğrafları, onların hayatını anlatan yazılar, şiirler, plaklar, kasetler, kıyafetler, kullandıkları tespihler sergileniyor.

Müzede gezerken sanatçıların eserlerini dinleyebileceğiniz ortamlar hazırlanmış, kulaklık ile dinleyebiliyorsunuz.
Siirt'e dönüş yolunda, Urfa'nın ilçesi Siverek'in hemen Diyarbakır yönüne çıkışında, yolun sağında ve solunda park edilmiş araç konvoyları gördük. Günlerden 4 Mayıs 2022... Düğün, başkaca bir eğlence, ağaç dikme töreni ya da başka ne olabilir diye düşünürken merakımıza yenilerek bizde uygun bir yerde durduk.
Şanlıurfa'nın Siverek İlçesindeki volkanik ''Karacadağ'' eteklerinde bulunan uçsuz bucaksız arazilerde renk cümbüşü oluşturan gelincikleri fark etmekte gecikmedik. Görüntüsü gelinciklere benzeyen bu devasa doğal bahçedeki çiçeklerin ''Anemon'' çiçekleri olduğunu öğrendik.

Göz alabildiğince uzanan bu özel güzellik içinde yoldan içerilere uzun süre yürüdük. Urfa bizi yine şaşırttı, bir anda masalsı dünyalara çekti...
1952 metre yüksekliğindeki Karacadağ'ın eteklerindeki bu doğal bahçeye hayran kaldık. Fotoğraflarla anı ölümsüzleştirdik. Bir gün yine baharın gelişini müjdeleyen Anemon çiçeklerini görmek için orada olup, Karacadağ'a doğru yürüyeceğiz...
Bayram tatili olduğunda Şanlıurfa lezzet listemdeki bir çok mekan kapalı. Yerel halkın damak zevki çok gelişmiş, bunu biliyorum... Sorduğumuz çoğu Urfalı ''Livva Restaurant'a gidin... '' diyorlar.
Doğru da tavsiye etmişler. ''Livva Kahvaltı ve Restoran'' yöresel yemekler, kahvaltı, kebap alanındaki başarısını Türk mutfağının vazgeçilmezi olan tatlıda da geniş çeşitleriyle sunuyor. Urfa fıstığı ve Urfa sade yağının kullanıldığı tatlıları harika..
Urfa'ya özgü lezzetlerden vazgeçmiyoruz. Tercihlerimiz; Urfa işi lahmacun, tereyağlı lokum et, sade kebap ve içli köfte oluyor.
 

Tatlı hakkımızı kullanmak için yeniden eski Urfa merkezine döndük..
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ve hemen yakınındaki Haleplibahçe Müzesi'ne gelirseniz hemen karşılarında bulunan görkemli kaya mezarları mutlaka dikkatinizi çekecektir. Burası ''Kızılkoyun Nekropolü''. Nekropolisler, Eski Yunanca'da Nekros = Ölü ve Polis = Şehir kelimelerinden oluşan, antik Yunan ve Roma kentlerinde kent merkezleri dışında yer alan mezarlık alanlar anlamına geliyor.
Kızılkoyun Nekropolü, Balıklıgöl'ün kuzeyinde, Haleplibahçe'nin doğusunda yer alan ''Tılfındır Tepesi'' yamaçlarında kurulmuş. Antik Yunan ve Roma kültürünün Edessa kent merkezinde yer alan en önemli kalıntılardan biri sayılıyor.

Bu mezarlar, M.S. 2. - 4. yüzyıl arasına tarihlendiriliyor. Kızılkoyun Nekropolü'nde gerçekleştirilen kamulaştırma çalışmaları ile 389 gecekondu yıkılmış. Şanlıurfa Müze Müdürlüğü ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin yürüttüğü ortaklaşa yürüttüğü arkeolojik kazı ve temizlik çalışmaları ile 103 kaya mezarı gün yüzüne çıkartılmış.

Kolay şekillendirilebilen kireçtaşı ana kayanın belirli bir sistemle oyulmasıyla mezar odaları oluşturulmuş.
Mezar odaları genel olarak kare planlı.
Bir mezar odası içine beraberce adım adım girmeye ne dersiniz ?



Bir mezar odasının içinde; Nekropolün tarihini, o dönemki aile yaşamını, ölü gömme merasimlerini anlatan animasyon görüntüleri seyrettik. Bu görüntüleri bir kaya mezarı odasında seyretmek daha bir anlamlı geldi...
Kaya mezar odalarının içerisinde, sayıları o dönemin gömü ihtiyacına göre değişiklik gösteren klineler, yani ölü yatakları bulunuyor. Ölülerin bu klinelerin içerisine yatırılarak üzerinin kapak taşı ile kapatıldığı bilinmektedir.


Bazı mezar odalarının içerisinde mitolojik ve dini sahnelerin yer aldığı kabartmalar bulunuyor.
Mezarlıklarda ölünün yanı başına çeşitli hediyeler bırakılmakta, dönem dönem sunular yapılarak kurbanlar kesilmekteymiş.
M 13 no lu kaya mezarından ilginç bir detayı paylaşmak isterim... Kaya mezarının batı duvarı ve giriş kısmı çok fazla tahrip olmuş. Mezarın doğusunda alınlık cephesinin ortasına tavus kuşu bezemesi işlenmiş. Tavus kuşu kısmen tahrip olmuş ancak; gövdesi, kanatları, boynu ve başı görülebiliyor. Tavus kuşunun sağında ve solunda da bezemeler yer alıyor.
Edessa Kentinin önemli Nekropollerinden olan Kızılkoyun, mezar büyüklükleri, mezar süslemeleri ve buluntuları bakımından oldukça sıra dışı. Kızılkoyun Nekropolü'nün turizme kazandırılmasını sağlamak amacıyla Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından güzel bir çevre düzenlemesi yapılmış.
Tatlı hakkımızı Edessa' da kullanacağız. Edessa Künefe, Balıklıgöl'e yürüme uzaklığında.
Özel Urfa peyniri ile hazırlanan üzeri çıtır, şerbeti tam kıvamında bir künefe. Urfa'lılar buna; sıcak kadayıf, hasır künefe ya da hasır künefe diyorlar. Ama daha çok ''Hasır Kadayıf'' olarak biliniyor.
Peyniri öyle bildiğimiz künefelerdeki gibi uzamayan, günlük taze köy inek peyniri ile yapılan, çiğ süt kaymak tadı gelen özel bir tatlı. Malzemeleri basit. Taze kadayıf..
Günlük taze köy inek peyniri (tuzsuz)...
Lezzetin sırlarını hazırlanırken soruyorum, anlatıyorlar. Hasır Künefe (Hasır Kadayıf), herkese sıcak sıcak hazırlanıyor. Künefe tepsisi tabanına sade yağ ve pekmez sürülüyor. Üzerine hasır şeklinde kadayıf özenle diziliyor.
Üzerine ince bir kat taze kadayıf ve onun da üzerine bol köy peyniri..
Üzerlerine yine taze kadayıf ilavesi yapılıyor. Oluşan katlar çok fazla sıkıştırılmıyor. Bu önemli noktalardan biriymiş..
Sonra alevin eşit dağıldığı bir ocakta altlı üstlü ustaca pişirme ve kızartma işlemi geliyor. Sıcak şerbet ilavesi, dilimleme, bol fıstık ilavesi..

En sonunda, Urfa'nın hasır kadayıfı enfes tadıyla hazır...
Urfa ile tanışmak için en güzel yollardan birisi sokaklara karışmak, doğunun gizemini hissederken efsaneleri hatırlamaktır. Herhangi bir sokakta beklenmedik bir tarihi eser karşınıza çıkıveriyor. Bu ilginç çeşme; Viyana'da, Roma'da, Paris'te, Londra'da, Prag'da ya da Avrupa'nın diğer şehirlerinde olsa ilgi gören, ziyaretçileri çeken bir yer olurdu. Urfa'da böyle o kadar çok yer var ki... Urfa'nın parlatılması ve tarihin kasvetinden çekip çıkarılması gerekli...
Şimdilik, gelecekteki o parlak anlarını bekliyor gibi duruyor. Urfa'daki yaşamla bütünleşmiş sayısız tarihi değerden birisi daha...

Sanki kervanlarca mal gelmiş, hoş kokulu baharatlar, rengarenk kumaşlar dört bir yana saçılmış hissine kapılmak an meselesi.
1566 yılından günümüze ulaşan bir kervansaray olan Gümrük Han'da kahve molası verip, başlarında keyfiyeleriyle kürsü denen taburelere oturan Urfalıların oynadığı dama ya da satranç oyunlarını izleyin.
Gümrük Hanı, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1566 tarihinde Urfa Valisi ''Behram Paşa'' tarafından kervansaray olarak yaptırılmış.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde ''Yetmiş Hanı'' olarak isimlendirilmiş.

Kazzaz Han'a uğrayıp İran ve Ortadoğu esintileri yansıtan şallara, Urfa'ya özgü rengarenk, allı pullu elbiselere göz atarak yürümek keyif veriyor.
Halı, kilim, battaniye gibi ürünleri görmek için hemen yanındaki Sipahi Çarşısı'na geçin.
Urfa'da yan yana dizilmiş hanlar.. Barutçu Hana geldik.
Barutçu Han'ı Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde 18. yy. da inşa edilmiş. ''Delilan'' Hanı adıyla da biliniyor.
Baharat kokulu otantizmiyle gizemli bir ayna, ışık huzmelerinin çağrısı, geçmişin geleceğe mirası, bambaşka bir dünya Urfa Çarşısı.
Tıpkı Bilge Karasu'nun dediği gibi, ''ancak girilebilir bir dünyadır Doğu'nun çarşıları; çıkışı yoktur. Siz içine girdiniz mi bir kere, dışı kalmaz geriye.'' Geçmişi bugüne, bugünü geleceğe taşıyan farklı bir dünyadasınızdır artık... Öyle ki yaşam kadar renklidir sokakları... Hatta yaşanmayanlar kadar hüzünlü ve buğulu... Urfa Çarşısı hem Mezopotamya'yı hem de İran'ı ama en çok Anadolu'yu çağrıştıran renkler, sesler ve kokular barındırır. Asırları devirmiştir çoktan ama hala capcanlıdır. Çarşısının akustik ve görsel mücevherlerinin tadına varmak, adeta Binbir Gece Masalları'nı dinlemek gibidir. Daracık ve çıkmaz avlulara açılan sokaklar, çözülemez bir bilmeceyi zorlamayı, sonsuz bir labirenti arşınlamayı anımsatır. Dükkanlar boyu çoğalan, çoğaldıkça sonsuzluğa uzayan çarşılar, engin denizlere yelken açmak demektir. Her adımda yeni sürprizlere açılan bu harikalar diyarını üç sözcükle ifade etmek gerekirse; Keçe, isot, poşu denebilir.


Yine Urfa Çarşısı'nın zenginliğine karışma zamanı... Tarihi Urfa Çarşısı, herhangi bir yerde gördüklerinizden değil; zengindir. Çünkü burası asırlardır nerdeyse hiç bozulmayan, birbirine paralel ve dikey sokaklar labirentiyle bağlı devasa bir açık hava pazarının tam kalbi. Yüzyılların yükünü sırtlayarak günümüze ulaşan mekan, elliye yakın sokağı, hanları, açık hava kahveleri, koyu gölgeli avluları ve binlerce çalışanıyla Anadolu'nun doğusunda görebileceğiniz en renkli çarşılardan biri.

Tam sekiz Kapalı Çarşı'nın iç içe girmesiyle oluşan Tarihi Urfa Çarşısı'nda her bölümün bir adı var. İsotçu, Kazancı, Kınacı, Kürkçü, Keçeci gibi... Çarşının en gözde zanaatlarından biri olan bakırcılar, hala dövme çekiç tekniğiyle çalışmaya devam ediyorlar.

Büyüklüğü ve hareketliliğiyle Doğu coğrafyamızın en zengin yerel alışveriş adreslerinden biri olan çarşı, başlı başına bir şenlik vaat ediyor.

Urfa' da yolumu her defasında mutlaka Balıklıgöl'e çıkarıyorum. Balıklıgöl Urfa'nın simgelerinden biri. Kutsal kabul edilen balıklarını ve Rizvaniye Camii'nin suyun üstüne düşen muhteşem aksini izlemenin mistik bir büyüsü var.
Bulunduğu yerde iki göl Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman yer alıyor. İnanışa göre Nemrut'un putlarına savaş açıp tek Tanrı inancını yaymaya çalışan İbrahim Peygamber'in ateşe atıldığı yer bir göle dönüşmüş, odunlar da balık olmuş.

Peygamber de hemen yanındaki gül bahçesine düşmüş. Hz. İbrahim'in hemen arkasından kendini ateşe atan Nemrut'un kızı Zeliha'nın düştüğü yerde bir başka göl olup, Aynzeliha adını almış.
Hz. İbrahim'in ateşe atıldığında düştüğü makam olan yere doğru ilerledik.

İçeride bir pınar halinde akan suyun şifalı olduğuna inanılıyor.


Urfa Hristiyanlığın bir devlet dini olarak kabul edildiği ilk yer. Rivayete göre Hz. İsa, yüzünü sildiği mendiline çıkan suretini Urfa Kralı Abgar'a göndermiş. Bu mucizevi mendil sayesinde ölüm döşeğinde olan Kral iyileşmiş ve İsa'nın Peygamberliğine ve getirdiği buyruklara inanmış. Hristiyanlığı da devlet dini ilan etmiş. Yaklaşık 12.000 yıllık tarihe sahip kentte Adem, Eyyüp, İbrahim, Şuayip ve Elyasa Peygamberlerin yaşadığına inanılıyor.
Kentin geçmişine doğru çıkılan yolculuğu çok daha eskilere götürmek isteyenler için Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi doğru seçim. Geniş bir alana yayılan modern binasına 2015 yılında taşınan Şanlıurfa Müzesi, 1965'den beri hizmet veriyor.
Türkiye'nin en fazla arkeolojik kazı yapılan şehri olan Şanlıurfa'daki Arkeoloji ve Mozaik Müzesi'nde 74 bin eser var. Büyük bölümü kazılardan çıkarılmış bir kısmı da yöre halkı tarafından tesadüfen bulunarak bağışlanmış. Zengin bir geçmişi olan Şanlıurfa ve çevresinden çıkan eserleri sergileyen müze ''neolitik dönem'' açısından uluslararası öneme sahip.
Türkiye'nin en büyük 5. Müzesi. Yakın dönemde gezdiğim Van Arkeoloji Müzesi ile birlikte gördüğüm en büyük ve modern müzelerden. Müzenin bir başka çok önemli özelliği de Dünya'nın en eski tapınağı Göbeklitepe'ye ait eserleri bulundurması. Tarihi açıdan büyük değer taşıyan pek çok yerleşim bölgesi, höyük ve ören yeriyle çevrili Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, coğrafyasının hakkını sonuna kadar veriyor. Adını aldığı ovada M.Ö. üç binden M.S. 15. yüzyıla dek kesintisiz iskan edilen ve kendine özgü sivil mimarisiyle ilgi toplayan Harran ve çevresinden çıkarılanlar müzenin belkemiğini oluşturuyor. Atatürk Barajı, Birecik Barajı ve Kargamış Barajı göl aynası altında kalan yerleşimlerde yapılan kurtarma kazıları buluntuları da ziyaretçilerini bekliyor.
Giriş katındaki ilk salon Asur, Babil ve Hitit çağlarına ait taş eserlere ayrılmış. Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç dönemlerine ait çok önemli buluntular sergileniyor. Etnoğrafik eserler bölümünde ise yörenin özelliklerini taşıyan giysiler, gümüş ve bronz takılar, el sanatlarından örnekler, oymalı kitabeli ahşap kapılar ve pencere kanatları ile el yazması Kuran-ı Kerim'ler yer alıyor. Müze bahçesindeki teşhir alanında ise hayvan tasvirlerinin yer aldığı bir mozaik havuzu yer alıyor.
Benim çok sevdiğim her nerede olursam olayım yapmaya çalıştığım zamanda yolculuk gezilerine Şanlıurfa Müzesi'nde, dönemlere geçiş yapılan kapılardan geçerek devasa salonlarında gezerek devam edelim... 
Şanlıurfa ve çevresi, ilk çağlardan itibaren yaban koyunu, keçi, ceylan, yaban sığırı gibi otçul hayvan sürüleri kadar, meyveler, kökler, yabani otlar ve kabuklu yemişler gibi çok çeşitli bitkileri bünyesinde bulundurması nedeniyle de avcı ve toplayıcı topluluklar için çekici bir coğrafya oluşturmuş. Daha sonraları tarımı yapılacak olan arpa, buğday gibi tahılların, mercimekgillerin yabani türleri bölgede tarlalar halinde bulunmaktaymış. Doğal çevrenin sağladığı bu zengin ortam, tam olarak besin üretimine geçmeyen toplulukların yerleşik yaşama geçmesine ve ilk tarımsal denemelerin başlaması ile hayvanların evcilleştirilmesine olanak sağlamış.
Kayaaltı Sığınağı canlandırması ne kadar da gerçekçi görünüyor.. Avcı-toplayıcı topluluklar Paleolitik çağ boyunca, doğal ortamın sağladığı kaynaklara, meyve, yemiş, ot, kök ve yumruların yetiştiği mevsimlere, avladıkları hayvan türlerinin bulunduğu bölgelere bağlı olarak göçebe bir yaşam sürdürmüşler. Bu düzen içinde olumsuz koşullardan, doğada karşı karşıya kaldıkları tehlikelerden korunmak ve barınmak amacıyla mağara ve kaya sığınaklarını kullanmışlar. Denetim altına aldıkları ateş yaşamın merkezi olmuş, Buzul Çağlarının zor koşullarına dayanabilmelerini ve ısınmalarını sağlamanın yanı sıra, yabani hayvanlardan korunma ve yaşam alanlarını genişletmelerine de olanak sağlamış.
Avcı-toplayıcı toplulukların yaşam alanlarına bağlı olarak çeşitlilik gösteren ceylan, yaban domuzu, geyik, sığır, keçi ve koyun gibi yabani hayvanların avlanmasında çeşitli ağ ve tuzakların yanı sıra, zaman içinde ok ve mızrak gibi aletler de kullanılmaya başlanır. Çoğunlukla çakmaktaşı ya da obsidyenden yapılan mızrak uçları, ağaç ya da hayvan kemiğinden saplara sabitlenerek kullanılmış. Av sonrasında ise kemikleri parçalama, eti kesme, deriyi sıyırma gibi işler için farklı aletler yapılmış.
Paleolitik Çağ boyunca, beslenmek için topladıkları bitkilere ve avladıkları hayvanlara bağlı göçebe bir yaşam sürdüren insanoğlu, mağara ve kayaaltı sığınaklarının olmadığı yerlerde doğada hazır olarak bulunan ağaç, taş, kemik gibi hafif malzemelerden açık havada geçici barınaklar yapmışlar; üstlerini hayvan postları, çalı çırpı ve ağaç dallarıyla örterek oluşturdukları bu basit yapılar, yalnızca barınma işlevi taşıyan tek mekanlı yapılardır. Neolitik Çağ ile birlikte kalıcı barınaklar, çok mekanlı ve işlevli konutlar ortaya çıkmış.
İnsanlık tarihinin iyi korunagelmiş, doğal büyüklükteki en eski heykeli Urfa / Balıklıgöl Heykeli en önemli değerlerimizden biri sayılıyor. Uzun bir süre önünden ayrılamadım... Balıklıgöl'ün hemen kuzeyinde, eski Urfa evlerinin altında bulunan bu heykel, Çanak Çömleksiz Neolitik Döneme ait yerleşimde 1990' lı yıllarda bulunmuş. Yerleşim yerinin varlığı, terazzo türü tabanlar ve o döneme ait çakmaktaşı aletlerden anlaşılmış. Kireçtaşından yapılmış olan heykel, 1.80 metre boyunda olup derin betimlenen göz yuvalarına siyah obsidyen parçalar yerleştirilmiş. ''V'' biçimli kolyeyi andıran çizgiler dışında heykel çıplak görünümde ve elleri önde birleştirilmiş. Heykelin alt kısmı bir yuvaya yerleştirilecek şekilde ''U'' biçiminde yontulmuş.

Şanlıurfa, Bereketli Hilal'in tam merkezinde sayılır. Yukarı Mezopotamya olarak tanımlanan bölge, doğuda Zagros Dağlarından ve kuzeyde Mezopotamya'ya hayat veren Dicle ile Fırat nehirlerinin aktığı çok sayıda ovayı içine alarak Lübnan'a kadar uzanan yüksek dağlık kesimin ön bölgesini kapsıyor. ''Bereketli Hilal'' kavramı ilk kez 1938' de Amerikalı Mısırolog J.H. Breasted, Neolitik Çağ yaşam tarzının ilk adımlarını, nehirlerin beslediği ova kenarlarında kurulan yerleşmeler olmadığını Bereketli Hilal'in dağlık kenar bölgeleri olduğunu saptamış.
Karasal / Yarı Akdeniz iklimine sahip bölge, bitki ve hayvan türlerindeki verimin artmasına ve hasat zamanı çeşitliliği için uygun bir ortamın oluşmasına kaynaklık etmiş ve yeni bir yaşam tarzının dinamiklerini oluşturmuş. Bu değişim, bütün dünyayı etkileyecek olan Mezopotamya'nın büyük ve köklü uygarlıklarını yaratmış. Bu bölge üzerinde yapılan araştırmalar, bölgenin, yabani bitki ve hayvanların doğal yaşamı olan çekirdek bölge olduğu sonucunu ortaya koymuştur.
Neolitik Çağ boyunca toplumsal yaşamda meydana gelen değişim, bazı zanaatlarda uzmanlaşmaya yol açmış. Yapımı bilgi ve deneyim gerektiren kesici, kazıyıcı vb. yontmataş aletlerde, boncuk, heykel, taş kap, bilezik gibi sürtmetaş işçiliğini yansıtan buluntularda ve deniz kabuğundan, kemikten ve taştan takı yapımında gözlemlenen özenli işçilik, Neolitik Çağın ilk evrelerinden itibaren uzmanlaşmanın varlığını göstermektedir.

Bakır ve kireç yapımı gibi teknolojiler ise madenciliğe giden süreçte yine uzmanlık gerektiren önemli aşamalardır. Bu gibi uzmanlık gerektiren nesnelerin geniş bir coğrafi alan içinde değiş tokuşunun da yapıldığı bilinmektedir.


Bölgedeki Neolitik yerleşimlerde konutların yanı sıra, tören gibi toplumsal işlevlere yönelik kamusal yapı ve alanların bulunduğu anlaşılıyor; bunlar bazen tören alanları ya da bazen ''Nevalı Çori'' , ''Göbeklitepe'' örneklerinde olduğu gibi içlerinde anıtsal dikilitaşların, heykellerin, sekilerin yer aldığı dönemlerinin en görkemli yapılarıdır.

Ortak işgücünün yönlendirilmesiyle yapılan bu yapıların daha sonraki dönemlere ait tapınakların öncüleri olduğu anlaşılmış.
Göbeklitepe'nin etkileyici bir replikasının olduğu bölüme geldik.. Göbeklitepe kazılarından çıkan sanat eserleri ve heykelcikler burada sergileniyor. Tapınak yapılarındaki leopar rölyefi, yaban domuzları, leylek, tilki, ceylan, akrep, yılan ve kafası olmayan insan kabartması, dönemin inançlarıyla ilgili çok önemli bulguları önümüze getiriyor.

Şanlıurfa ile ilk buluşmamızda önce Göbeklitepe'ye gitmiştik. Göbeklitepe ve Urfa ile ilgili detayları, 28 Temmuz 2021 tarihli blog yazımda yayınladım...
Göbeklitepe, Şanlıurfa il merkezinin 15 km, Karaharabe (Örencik) köyünün 2.5 km kuzeydoğusunda, Germuş sıradağlarının Harran Ovası'na ve çevreye hakim en yüksek tepesinin üzerinde yer alıyor.
Göbeklitepe Nevali Çori gibi kazı yerleri ilk neolitik toplulukların konutların yanı sıra tapınakların öncüsü olarak adlandırabileceğimiz özel yapılara da sahip olduklarını gösteriyor. Bu yapıların tabanlarının su geçirmez hale getirilmesi için özel bir çaba gösterilmiş bazen taş bloklarının sürtülerek parlatılmasıyla bazen de çok gelişkin bir teknolojiyi yansıtan kirecin söndürülerek sertleştirilmesi ve sürtülerek parlatılmasıyla yapılan ''terazzo'' adı verilen tabanlar yapılmış.
Bereketli Hilal olarak tanımlanan bölgenin kuzey kesimi, tarımı yapılan tahıl ve mercimekgillerin doğal olarak bulunduğu bölgedir. Karacadağ eteklerinde bugün de yetişmekte olan yabani arpa ve buğday, dünya üzerinde tarıma alınan ilk türlerdir. Buzul çağlarının sona ermesiyle oluşan yeni iklimsel koşullarda gerçekleşen ve insanlık tarihinde köklü değişimleri getirecek bu süreç tarım devrimi olarak da adlandırılıyor. İlk olarak yabani bitki türleriyle deneysel olarak sınırlı ölçüde başlayan tarım süreci, tohumlarda seçiciliğin yanı sıra, mutasyonla bugünkü türleri ortaya çıkarmış. Bu süreç iyileşen fiziki koşulların yanı sıra, insanoğlunun akıl ve deneyimlerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.


Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nde 14 adet ana sergi salonu ve 33 adet canlandırma alanı bulunuyor. Arkeopark alanındaysa kronolojik sıralanmış, dönemin mimari özelliklerini yansıtan yapı örnekleri ve deneysel arkeolojik çalışmalara uygun kazı eğitim alanı bulunuyor.


Nevali Çori Tapınağı, Göbeklitepe, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait en önemli eserler arasında geziyoruz.

Müzede çakmak taşından kesici aletler, deliciler, taş idoller, kaplar, pişmiş topraktan boyalı ve boyasız geometrik desenli seramikler, mühürler, ölü gömme küpleri (pithos), fayanstan yapılmış kolye taneleri; pişmiş topraktan mühür baskılı küp parçaları, silindir ve damga mühürler, figürinli kap parçaları, hayvan figürinleri, madeni eşyalar, takılar ve heykeller göz kamaştırıyor..






M.Ö. 3. binyılda Anadolu ve Mezopotamya da değerli ve gündelik metal kullanımında büyük bir artış olmuş. Madenci ustalarının alet ve silah yapımında ağırlıklı olarak arsenikli bakır kullanmalarına karşın, bakır ile kalay alaşımı olarak üretilen tunç kullanımı da giderek yaygınlaşmış.
Üretimde döküm, tavlama, kaynak ve kaplama teknikleri geliştirilmiş. Bu tecrübeler zamanla demirin de ergitilmesi ile daha da gelişmiş.

Şanlıurfa Müzesi Türkiye'nin kapalı alan ve sergi salonu olarak en büyük müzesi olması, canlandırma sayısı olarak Türkiye'nin en büyük, Dünyanın da sayılı müzeleri arasında yer alması, gezi güzergahı olarak 4.5 km ile Türkiye'nin en uzun gezi güzergahına sahip olması gibi pek çok ilki bünyesinde barındırıyor.



Uzun süren müze gezimiz sırasında, iç mekan tasarımında gözetilen mekansal zenginliği farkediyoruz. Teşhir salonları, birer metre kot farklarından oluşan, birbiriyle sürekli sürprizli görsel ve fiziksel ilişkiler kuran onlarca platform olarak projelendirilmiş. Bu kadar kot farkına rağmen hiç merdiven adımlamadan sürekli rampalarla bütün sergiyi gezebilmek heyecan verici bir deneyim yaşatıyor.

Çağlar arasında tasarlanan tarih tünelleri vasıtasıyla ziyaretçilerin çağları daha iyi hissedip kavramaları hedeflenmiş.

Bebekli adak heykelciği, Süvari heykelciği, İnsan figürini (terracota), At heykelciği..

Sfenks.. (Bazalt- Demir Çağı)
Boğa Kaidesi .. (Taurus Pedestal)

''Eros ve Psykhe'' Kabartması önündeyim...  '' Psykhe, Miletos kralının üç kızından en güzelidir. Güzelliği nedeniyle Aphrodite'nin öfkesini üzerine çekmiştir. Tanrıça, onun tek başına bir dağa bırakılmasını ve bir ejderle evlendirilmesini emreder. Oğlu Eros'tan bu dileği yerine getirmesini ister. Ama Eros, Psykhe'yi görür görmez ona aşık olur ve onu bir saraya yerleştirip geceleri gizlice yanına gelir. ''
'' Ancak Eros sevgilisine hiç görünmez ve ondan kendisini görmek için herhangi bir girişimde bulunmamasını ister. Ama Psykhe bu öğüdü dinlemez ve bir gece Eros kanatlarını yaymış uyurken kandili yakar ve yanına gelip ona bakar. Sevgilisinin Tanrı olduğunu görünce, Psykhe'nin elleri titrer ve kandilin içindeki kızgın yağ, Eros'un omuzuna damlar. Bunun üzerine Eros uyanır ve sevgilisini terk eder. Uzun bir süre sevgilisinden ayrı yaşamak zorunda kalan Psykhe, Eros'u bulmak için Tanrılara yalvarır. Psykhe'nin bu durumuna üzülen Eros, onu yanına alır. Birlikte Tanrılar katına yükselirler. ''  Mitolojide yer alan bu aşk hikayesi, Antik Çağ'da pek çok anıtsal yapının ve lahit mezarın cephe süslemelerinde, Orta Çağ'da ise resim ikonografisinde kullanılmış.
Üzgün Psykhe Kabartması.. (Roma Dönemi)
Triton Kabartması.. (Roma Dönemi)


İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden olan Şanlıurfa, Göbeklitepe'deki keşiflerle birlikte her geçen gün daha da önemli hale geliyor.

Cam İşleme Atölyesi'nde Antik Çağlar'da Şanlıurfa'da gelişen cam işleme sanatı ile ilgili sunumları, animasyonları ilgiyle takip ettik.


Efsaneye göre insanın ilk ayak bastığı, sabanın ilk kullanıldığı, öküzün ilk çifte koşulduğu yer ''Harran Ovası'' Uzun süren yolculuklar ile ulaştığımız Şanlıurfa gezilerinde Harran'ı görme fırsatı bulamadım. Müzede, Harran Evleri canlandırmaları arasında dolaşarak, Harran'ı göreceğimiz günlere kadar teselli buluyoruz...
'' Bölgeye özgü, konik tuğla kubbeli Harran Evleri'ni görürseniz zamanın içinde kaybolursunuz '' ifadesini gördüğüm Müze de, Harran'a gitme isteğim iyice arttı.
Urfa gibi sıcak bir iklimde gerçekleştirilecek müze projesi nasıl olmalıydı ?..  Ana karar olarak istenmeyen hava koşullarından korunmak adına mümkün olduğunca kompakt, avlu, revak gibi yerel mimari değerlerden de faydalanan, gerek kentsel bağlamda, gerek iklimsel bağlamda arazisine referans veren bir proje düşünülmüş. Arkeoloji Müzesi, avlulu bir plan şemasına sahip. Müze harici, restoran, atölyeler ve çok amaçlı salon gibi birimleri barındıran yapı da tüm mekanlara iç avludan ulaşılıyor. Yerel Urfa taşıyla, bina da özgün bir yapı kimliği yaratılmış.
Urfa gezilerimden, gördüklerimden çok görme fırsatı bulamadıklarımı arkamda bırakarak ayrılıyorum. Urfa, her yönüyle çok fazla detaya ve tarihsel birikime sahip. Her defasında kendine hayran bırakıyor ve şaşırtıyor. Urfa yazıları, yazdığım en zor yazılar oldu. Urfa, bu dikkati, özeni ve hassasiyeti sonuna kadar hak ediyor...



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder