Sayfalar

3 Eylül 2024 Salı

 KÜTAHYA'DAN İZMİR'E TREN YOLCULUĞU - HARİKA DOĞA...

Kütahya'nın adını her duyduğumda, yıllar önce babam ve dedem ile Kütahya'ya yaptığım o ilk yolculuklar aklıma geliverir. 70'li yıllarda bir çok Kamu işi vilayetten görülürdü. Kütahya'ya nostaljik bir gezi yapmak ve İzmir'e dönüşümde de bir zamanların vazgeçilmezi ve çokta alternatifi olmayan güzel tren yolculuklarımızdan birini yapmak için yola çıktım. Üniversite yıllarıma kadar çok defalar gittiğim Kütahya'nın sembol tarihi eserleri, eski lezzet durakları arasında o yılları tekrar yaşadım. Özellikle Kütahya - Balıkesir arasındaki demiryolu hattında gördüğüm muhteşem doğal güzellikler aynı yolu yürüyerek geçme isteğimi tekrar artırdı. Tren yolculuğumun Balıkesir'den İzmir'e kadar olan bölümü ise, Ege'nin güzelliklerini tren penceresinin önüne getirdi. Geçmiş zamanları gözlerimin önüne getiren, anıları yaşadığım bir film perdesine yansıyan çok güzel bir film gibi yol akıp gitti. Cemal Süreya'nın dediği gibi : '' Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim... '' günlerde bir yolculuk oldu. 



İzmir'den başladığım otobüs yolculuğu ile Kütahya Otogarına 31 Ağustos 2024 günü sabah saat 03.45 de geldim. Otogardan şehir merkezine yürümeye başladım. İlk defa Kütahya'nın gecesinin en sessiz anlarındaki haline tanık oluyorum. Gece ve ışıltılı caddeler, binalar yürüyüşümü daha keyifli hale getiriyor. 30 Ağustos kutlamalarının izleri Kütahya'nın her yerinde. Yeni Belediye binası bir başka güzel görünüyor.

Kısa bir süre sonra Şehir Merkezine geldim. Çinili Vazo gece harika görünüyor. Sadece bana tek kişilik bir gösteri yapar gibi...

Sevgi Yoluna girerek yürüyorum. Tarihi Ziraat Bankası binasının  görüntüsü çok göz alıcı.
Dönenler Cami (Mevlevihane) önündeki dönen Mevlevi anıtının önünde anın keyfini çıkarıyorum. Saat çok erken olduğundan Dönenler Camisi'nin içine girdim. Bir köşesine oturdum ve tarihi ortamının verdiği huzuru hissettim.

Bir süre sonra dışarı çıktım. Kütahya'nın eski çarşılarında yürümeye başladım. Kütahya Kalesi'nin gece ışıkları altındaki hallerini hayranlıkla seyrettim. Pek bilinmiyor ama, Kütahya Kalesi, 72 burcu ile Ülkemizin en büyük 3. kalesi. Antik devirden başlamak üzere Kütahya'nın en eski yerleşim yeri olduğu kabul edilen ve bugün Hisar Tepesi olarak anılan, şehre hakim tepenin üzerinde bulunuyor. Evliya Çelebi, Kütahya Kalesi'nin etrafının üç bin adım geldiğini ve kalenin 72 burca sahip olduğunu belirtmiş.

Kuruluşun ve Kurtuluşun Kenti Kütahya'nın eski binaları arasında gün doğumuna doğru yürüdüm... Octavio Paz'ın bir eserinde dediği gibi : '' Şimdi'nin baskınlığı geçmişle bağlarımızı zayıflatıyor. Basın, televizyon ve reklamlar şu dakikada bizimkine komşu semtte olup bitenlerin günlük imajlarını sunuyor bize. Hiç durmadan parıldayan ve bize sürekli hızlanma duygusu veren bir şimdiye gömüldük. Ama bir yere gidiyor muyuz gerçekten ? Yoksa hep aynı yerde mi dönüp duruyoruz ? ''


Kütahya Germiyan Beyliğine 130 yıl başkentlik, Anadolu Beylerbeyliği'ne 400 yıl merkezlik yapmış. 
Tarihi lezzet mekanları arasında yürüdüm..

Güneş hala doğmadı ancak hava aydınlandı. Neredeyse 50 yıl önce geldiğimiz bir yerin önündeyim. Bugün ilk müşteri de benim sanıyorum. Hatırladığım kadarıyla ilk defa 1975 yılında babamla Kütahya'ya geldik. Her gelişimizde '' Santral Çorba ' 'ya gelirdik. İşkembe çorbasını babam sayesinde tanıdım ve sevdim.
İşkembe Çorbasının yıllar içinde lezzetinin aynı kalması sevindiriyor. Orada babam ile anılarımızı tekrar yaşıyorum. Can Yücel'in '' Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim '' şiiri aklıma geliyor. Son bölümü şöyledir :
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
   Santral Çorba'da nostaljiler artık onsuz...
Kütahya'dan İzmir'e dönüş treninin kalkışına 3 saat var. Güneş doğdu. Tekrar merkeze döndüm ve Kütahya'nın gündüzüne tanık olmak için hızlandırılmış bir geziye başladım. UNESCO'nun '' Yaratıcı Şehir '' unvanına layık gördüğü Kütahya; tarihi, sanatı ve nice güzellikleri barındıran bir şehir. Tarihin en güzel yaşandığı ve yaşatıldığı yerlerin başında ise 19. yüzyıl sivil mimarinin en güzel örneklerinin yer aldığı Germiyan Sokağı geliyor.

Hızla yükselen binalara inat hala tarihi dokusunu ve güzelliklerini koruyan tarihi konaklarıyla geçmişten günümüze ayna tutan Germiyan Sokağı, kent merkezine sadece 5 dk uzaklıkta.

Arnavut kaldırımlarında ilerlerken ve o tarihi konaklara bakarken geçmişe uzanıp bu tarihi evlerin ne hikayeler sakladığını, kimlerin neler yaşadığını hayal ediyorum.

Kendine özgü iki ve üç katlı mimarileri, ahşap payandalı çıkmaları, pencere düzeni ve geniş saçaklarıyla eski konak kültürünün en güzel örneklerinin güzelliğine hayran olmamak mümkün değil.

Sokağın tarihinin en eski tanığı olan konaklar restore edilerek günümüze kazandırılmış ve bugün hala hepsi ayaktalar...
Zamana meydan okuyan ve kendine hayran bırakan görüntüleriyle misafirlerini bekliyor, yan yana sıralanmış rengarenk halleriyle bana da unutulmaz anlar yaşatıyorlar.
Pirler Mahallesi Germiyan Sokağı'nda yer alan en büyük konaklardan birisi olan '' Ispartalılar Konağı '' muhteşem görünüyor. Kitabesi bulunmayan konağın hangi tarihte yaptırıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak konağın, Ispartalızadeler sülalesine, mensup olan Mehmet Giyas Ispartalı ailesi olarak tanınan aile tarafından yaptırılmış olduğu bilinmekte ve 19. yüzyıla tarihlendiriliyor.
Germiyan Sokağı'na geldiğinizde o sıcacık evlerin kapılarının hep açık olduğunu göreceksiniz. Kimi yöresel lezzetlerin sunulduğu bir ev, kimi müze, kimi sanatçının en güzel eserlerini ürettiği bir atölye, kimi ise eğitim yuvası...
Germiyan Sokak'ta bulunan, kitabesinden 1912 yılında yaptırıldığı anlaşılan Şapçızade ve Karaca Konakları restore edilerek Kent Tarihi Müzesi olarak açılmış. Kent Tarihi Müzesi, tarihi çok eskilere dayanan Kütahya şehrinin, geçmişten günümüze gelene kadar geçirdiği değişim ve dönüşümün sergilendiği; kentin kimliğinin güçlü, etkileyici ve anlaşılır biçimde anlatıldığı bir müze.

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından sağlığında '' Yaşayan İnsan Hazinesi '' ödülü alan, dünyaca ünlü çini sanatçısı merhum Sıtkı Olçar'ın anısını yaşatmak üzere kurulan '' Sıtkı Olçar Çini Müzesi '' de Germiyan Sokak'ta bulunuyor.


Müzede Sıtkı Olçar'ın 170 adet kişisel eşyası, 305 adet eseri, UNESCU Yaşayan İnsan Hazinesi ödülü başta olmak üzere 112 adet plaket ve yaklaşık 90 parçadan oluşan kişisel şapka ve meşhur yelekleri sergileniyor. Müze de hızlı bir gezi yaptım. Daha sonraki gelişlerimizde bu güzel müzeye daha fazla zaman ayıracağım.

Dedem ile Kütahya'ya gelişlerimizden bir mekan '' Nefis 43 Köfte '' nin önünden geçiyorum. Sabah saatleri olduğundan köfte yeme imkanı yok.
Ben bu defa lezzetlerini tadamadım ama siz giderseniz böyle görüntüler ile karşılaşacaksınız...


Manda Kaymaklı Ekmek Kadayıfı dedem ile gelişlerimizde köfteden sonra mutlaka olmazsa olmazlarımızdandı...
Esas kahvaltı için Kütahya'nın sembol mekanlarından birine gidiyorum.
1964 yılından bu yana hizmet veren Benli Fırın'ının her ürünü akılda kalacak lezzettedir. '' Dikkat ! Bu fırında Taze Simit Satılmaz '' afişinin hikayesini ben anlatmayayım. Kütahya'ya yolunuz düşerse sorarsanız anlatacaklardır...
Aldığım sıcak ürünlerle birlikte Simitlerin Efendisi ! Benli Fırın'ının yakınlarındaki bir kahveye geldim. Tesadüfen bulduğum bu mekan Kütahya'nın tanınmış kişilerinin ve müdavimlerinin buluşma mekanıymış. Çok güzel çay ile kahvaltı yaptım.



Yıl 1986... Ara tatil dönemi, Ocak ayı... Kütahya bu aylarda çok soğuk olur. Meşhur ayazı iyiden iyiye hissettirir. O dönemde dershaneler yeni yeni açılıyor. İki hafta süre ile Kütahya'da Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu, Seyitömer Linyitleri İşletmesi'nin misafirhanesinde kaldım. Her sabah İstasyon Caddesi'nden başlayan yürüyüşümüz önce merkeze Çinili Vazo'ya ve sonra şimdilerin Sevgi Yolu'ndan geçerek Akdemirler İşhanı'na kadar sürerdi. Dershane Akdemirler'in 5. katında idi. Karşıdan binayı izledim. Tam 38 yıl olmuş. Üniversitenin kapılarını açan iki hafta... O zamanlarda gezdiğim yerlerde dolaşmaya devam ediyorum.


İzmir tren saati yaklaşıyor. Adımlarımı hızlandırıyorum. Kalan sürede daha çok yer görme ve anıları yaşama isteği heyecan veriyor. Kütahya merkezinden Ulu Cami'ye doğru son bir yürüyüşe hala zaman var..
Kütahya'nın simgesi olan Çini Vazo, şehrin merkezinde Zafer Meydanı'nda yer alıyor. Eski Belediye binasının önündeki bu meydan, vazonun yapıldığı dönem itibariyle çevre illeri bağlayan yolların kavşağı durumundaydı. Çini Vazo, 16 Temmuz 1970 tarihinde Abdurrahman Necati Karaa'nın Belediye Başkanlığı döneminde yaptırılmış. Çini Vazonun fikir babası ve mimarı Ahmet Fuat Gürel. Vazonun üzerindeki mozaik kaplama çini ustası İbrahim Gürsoy ve Adem Uzakgören tarafından yapılmış. 
Eski valilik binası yıkılarak yeni bina 2019 yılında hizmete girmiş. Meydana farklı bir güzellik katıyor.

Gece karanlığında gezdiğim Dönenler Cami ve Ulu Cami'ye doğru yürüdüm. Her iki eser birbirine çok yakın.
Yine pek bilinmez ancak Kütahya, Mevleviliğin önemli merkezlerinden biridir.
Ulu Cami'nin doğusunda, meydanın başında bulunan Dönenler Cami, 14. yüzyılda Mevlevihanenin semahanesi olarak inşa edilmiş.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinin özgün örneklerinden olan Kütahya'nın bu ilk Mevlevihanesi iki kez onarım görmüş ve günümüze semahane ve derviş hücreleri kalmış.

Bugün cami olarak kullanılan yapı, kareye yakın dikdörtgen planlı, sekizken kasnaklı.
Yapının bitişiğinde '' Kütahya'nın Selçuklu Dönemi Fatihi '' olarak bilinen '' İmadüttin Hezar Dinari '' tarafından yaptırılan mescid Mevlana'nın torunu Ergun Çelebi'nin buraya defnedilmesi ile Mevlevihanenin türbesi haline gelmiştir.
Semahanenin duvarındaki kitabeden, 1227 H. - 1812 M. VE 1257 H. - 1841 M. yıllarında tamir gördüğü anlaşılıyor.

Semahaneye daha sonraki bir tamiratta mihrap ilave edilerek cami haline getirilmiş. Halk arasında Dönenler Cami olarak biliniyor.
Zeminin hemen merkezindeki su kuyusu dikkat çekici. 7 metre derinliğindeki kuyunun suyunun şifalı olduğuna inanılıyor. Kuyunun suyu cami duvarında bulunan çeşmeden akıyor.
Gerçekten bakmayı başarabildiğimizde gerçek hazineleri de fark edebiliriz. Ulucami ana girişinin hemen karşısında bir çok sebilin olduğu çeşme çok dikkat çekici.
Kütahya'ya gelişimin ilk saatlerinde karanlıkta da hayranlıkla izlediğim ve suyunu içtiğin çeşmeler '' Kütahya Ulucami Sakahanesi '' olarak adlandırılıyor.

Sakahane de yer alan mevcut kitabede hem çeşmenin hem de sakahanenin Hicri 1179, Miladi 1765/66 tarihinde yaptırıldığı yazılı.

Çeşmenin duvarında Aizanoi Antik Kentinden getirilmiş Roma Dönemi plakalar hemen dikkat çekiveriyor.

Son olarak Ulucami'ye girdim. İçeride bir süre oturdum... 14. yüzyılın sonunda Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmaya başlandığı bilinen yapının onun ölümünden sonra oğlu Musa Çelebi tarafından 15. yüzyılın başında tamamlanmış olduğu kabul ediliyor.
Minaresi 1554 tarihinde yaptırılmış. Kesme taş malzemeden uzun dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiş olan yapı, ortada kurşun kaplamalı iki tam kubbenin yanlarda 6 yarım kubbe ile desteklenmesiyle oluşturulmuş bir örtü sistemine sahip.
Geceden gündüze tanık olduğum Ulucami (Yıldırım Beyazıt Cami) görüntüleri...
Ulucami, Kütahya'da bulunan tek padişah camisi.. Vakfa '' Sultan Bayezid Yıldırım Han Cami Şerifi '' olarak kayıtlı.

Kanuni Sultan Süleyman 1 Temmuz 1522'de Rodos Seferi'ne giderken Kütahya'da Ordusu ile birlikte üç gün kalmış ve Mimar Sinan'a bu güzel camiyi tamir etmesini emretmiş. 1 Temmuz 1534'de yine Kanuni Irak seferine çıktığında dört gün Kütahya'da kalmış ve namazlarını bu camide kılmış.
II. Selim şehzadeliğinde Kütahya Valisi iken (1558 - 1566) babası Kanuni'nin vefatını öğrendiğinde 27 Eylül 1566'da Cuma Hutbesi'ni kendi adına okumasını hatibe emretmiş ve böylece padişahlığını bu camide ilan etmiş ve cuma namazından sonra İstanbul'a hareket ederek tahta oturmuştur.
İç mekan genişliği bakımından bugün bile Kütahya'nın en büyük cami olma özelliğini sürdüren yapı, ortalama 1125 metrekarelik bir alana oturuyor.
Cami içindeki büyük sütunlar Aizanoi Antik Kenti'nden getirilmiş.
İç kısımda küçük bir şadırvan var.
Şadırvanın üstüne dört sütunlu müezzin mahfili yapılmış. Ahşap mimberi hiç çivi kullanılmadan yapılmış muhteşem bir eser.
Ulucami'de otururken günü değerlendirdim. Babam ve dedemle olan anılardan bir mekana zamanım kalmadığı için gidemedim. Döner Gazino ya da Döner Restoran...
Tarihi Kütahya Kalesi içerisinde 1973 yılında yapılan Döner Restoran, şehre hakim bir tepede bulunuyor. Restoran içerisindeki alan 45 dakikada 360 derece tur attığında, tüm ziyaretçiler oturdukları yerden Kütahya manzarasını izlerken Kütahya yemeklerinin de  tadına bakabiliyorlar. Babamla birkaç defa burada yemek yediğimizi hatırlarım...
Dönemin Belediye Başkanı Abdurrahman Karaa Almanya'nın bazı kentlerindeki belediye çalışmalarını izlemek için Almanya'da iken bir kentte gördüğü döner gazinonun benzerinin Kütahya'da da inşa edilmesi için çalışma başlatır. 1973 yılında inşaat biter ve Döner Gazino hizmete girer. Yerli ve yabancı turistlerin kent merkezine çekilmesi için yaptırılan Döner Gazino, mevcut yapısı korunup günümüzde restoran olarak hala hizmet veriyor.
Kütahya'da anılarla dolu kısa saatler çabuk geçti. Tren Garı'na doğru Ulucami'den yürüyüşe geçtik. Bu yolda bile anılar var... Merkezdeki Saat Kulesi'ne geldim bile.
Çini Vazo'nun yakınında bir anıt. Yeni yapılmış. '' Orgeneral Asım Gündüz Heykeli ''. 1880 Kütahya doğumlu olduğunu öğreniyorum. Eğitimini sırasıyla; Kütahya Rüştiyesi, Kuleli Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisinde tamamlıyor. Mustafa Kemal Atatürk ile sınıf arkadaşılar. Alman Harp Akademisinde stajını yapmış.1920 de Anadolu'ya geçiyor ve Mustafa Kemal Paşa'nın ekibine katılıyor.1921'de Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevine atanmış. Kurtuluş Savaşı sonuna kadar bu görevini sürdürmüş. Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz planlarını hazırlayanlardan. 14 Ocak 1970 de İstanbul'da vefat ediyor.
İstasyon Caddesi'nin başındayım. Bu uzun yolun sonu Tren Garı'na çıkıyor. İstasyon Caddesi'ni çok eskilerden bu yana çok severim.


Kütahya Kapalı Spor Salonu da benim için önemli bir yere sahip. 1985 yılında Lise de okulun basketbol takımındaydım. Tavşanlı'daki liseler arasında yapılan turnuvada ilçe birincisi olduk ve Kütahya İl Turnuvası için üç gün Kütahya'da kaldık. 16 yaşımda güzel deneyim ve heyecanların tanığıdır Kütahya Kapalı Spor Salonu. Her ne kadar sonuç bizim için çok iyi olmasa da... Çünkü sondan üçüncü olmuştuk...
Dedem de (sol başta) Moymulspor Kulübü Başkanlığı sırasında, 1973 yılında Kütahya'da düzenlenen İl Voleybol turnuvası için salonu parkelerine adım atmış. Ne tesadüf...

Babam Kütahya Endüstri Meslek Lisesi'nden mezun olduğunu anlatırdı. Kütahya'ya gelişimizde bir kaç defa okulunu göstermişti. O yıllarda Tavşanlı'da Endüstri Meslek Lisesi olmadığı için yatılı okulda kalırlarmış. Hafta sonları Tavşanlı'ya gittiklerini anlatırdı. İstasyon caddesinin hemen solunda Endüstri Meslek Lisesi Binalarını izliyorum.


Dönüş yolunda bu sevimli dost beni uğurluyor gibi...


Dünyaca ünlü masal babası Ezop ile Seyyah Evliya Çelebi'nin memleketi olan Kütahya'ya tekrar gelerek uzun süreli gezi yapmak için kendi kendime söz veriyorum.
Kütahya tren Garı'na geldim.


Tren tam zamanında saat 10.00 da perona girdi. İzmir'e varış 19.45 de görünüyor. Uzun bir yolculuk beni bekliyor.


İç Batı Anadolu'dan İzmir'e yolculuk güzel başladı. Öğlen ve akşam yemeği olarak Benli Fırını'ndan Simit ve Kütahya'ya özgü mercimekli ve patatesli Tosunum Böreği aldım. Yolluklar da hazır...
Benim için tüm zamanların yürüyüş rotası hayali olan, harika doğaya sahip bölgelere doğru devam ediyoruz. İlk durak memleketim Tavşanlı...

Trenin pencereleri yıkamadan kalan su benekleri nedeniyle iyi görüntüler almama engel oluyor. Durulan istasyonlarda kısa aralarda görüntüler alabildim...
2016 yılında hayalim olan tren yolu rotasında bir yürüyüşe başladım. 90 km olan etaba 59. km de ara verdim. Bu yol hikayesini de oralara geldiğimde anlatayım.
Kütahya'dan Balıkesir'e kadar olan rotamız şöyle..

50 km lik bir yolculuktan sonra Tavşanlı'ya geldik. Yolcular indi, yolcular bizdi. Tren 5 dk sonra hareket etti.
Demiryolları inşa edildikleri yıllardaki coğrafi özellikleri büyük ölçüde koruyorlar. Ormanlardan, vadilerden, kanyonlardan, dağlardan, nehir kenarlarından geçen demiryolu hattı üzerinde yolculuk geçmiş zamanlara götürür.. 2016 yılı Eylül ayı sonunda hayallerimde olan yürüyüş için İzmir'den aracım ile yola çıktım. Dursunbey'e geldim ve otogara park ettikten sonra otobüs ile Tavşanlıya geldim. Planım; Tavşanlı - Dursunbey arasını demiryolu hattı üzerinden yürümekti. Aradaki mesafe 112 km. 3-4 günde yürüyebilirim. Konvansiyonel hattın elektrikli hatta çevrilme çalışmaları nedeniyle hatta trenler de çalışmıyor. Bu da bir şanstı. Çünkü hat üzerinde bir çok tünel var. Hatta tren trafiği olmaması riskleri azaltıyordu.
Tavşanlı'dan yol için özellikle gıda ve su aldıktan sonra saat 13.30 gibi tren yolu hattı üzerinden 13 km ilerideki ilk istasyon Emirler'e doğru yürümeye başladım. Emet Yolu ile tren hattı uzun süre yan yana devam etti. Emirler'den sonra Eğrigöz Dağı'nın muhteşem görüntüleri ile ve sık orman içinde devam eden hattın güzel bölümlerinden birinde yola devam ediyorum. Sık sık durarak manzaranın ve ortamın tadını çıkarıp, bol bol fotoğraf çıktım.


Hava karardı, baş lambam ile sık ormanın içinde yaklaşık 2 saat tren raylarının tam ortasından yürüdüm. Tarifsiz duygular yaşadım... Tünellerden geçtim ve Tavşanlı'dan yola çıktıktan 27 km sonra ikinci istasyon olan Demirli'ye saat 20.30 civarında geldim. Hemen istasyonun bitişiğindeki yeşil alana çadırımı kurdum ve gece en güzel yemeklerimden birini yedim.
Tolstoy'un dediği gibi: '' Mutluluğun ilk şartlarından biri de insan ile doğa arasındaki bağın kopmamasıdır. ''
Kütahya'nın en ıssız coğrafyalarından birindeyim ve muhteşem bir doğadayım. Çok mutluyum... Gece 23.45 sıralarında bir uğultu ve sarsıntı hissettim, çadırdan çıktım. Kısa bir süre sonra bir yük treni istasyondan geçip gitti. Anladım ki : Ana hat ve bölgesel yolcu trenleri hatta işlemiyor ancak yük trenleri geçiyorlar. Yürüyüşümde daha dikkat etmem gerekecek. Yüksek rakımdaki orman içinde çok güzel uyudum. Sabah 06.00 uyandım, çok dinlenmiş ve enerjik hissediyorum. Gazlı ocağım ile çay yaptım, kahvaltımı yaptım. Çok geçmeden toparlandım ve tekrar rayların arasından yürümeye başladım. Bugün ilk hedefim 12 km lik bir yürüyüşten sonra Değirmisaz'a ulaşmak. Muhteşem ormanların içinde yolun bir o yanına bir bu yanına geçen nehirin yanından harika yürüyüş yapıyorum. Öğlen saatlerine doğru Değirmisaz Köyü göründü. Bir zamanların Kömür Madeni ile 1940' lar dan itibaren çok canlı bir yaşamı olan Değirmisaz, 80 lerde Kömür rezervinin azalması ve ekonomik olarak işletilmesi mümkün olmayınca eski zamanların anılarında kalan bir yerleşim yeri oldu.
Trenin penceresinden bakarken 7 yıl öncesinin bu çok bildik coğrafyasında tekrar yürüyor gibi oluyorum. 
Değirmisaz'a ulaşmak için yürürken uzun yürüyüşlerde çok karşılaşmadığım bir problem ile karşılaştım. Sağ ayağımın altında bir kaç yerde su toplama belirtileri hissediyorum. Nehir de soğuk su ile ayağımı sık sık buluşturup etkiyi azaltmaya çalışıyorum, ayağımı sık sık havalandırıyorum ve yürüyüş çoraplarımı değiştiriyorum. Bu türden sıkıntılar için mucize kremimi de uyguluyorum ama yürüyüşüm devam ettikçe ve özellikle Değirmisaz'ı geçtikten sonra ayaktaki su toplaması büyük bir problem haline geliyor... Değirmisaz'dan sonra 10 km ileri deki Balıköy istasyonuna ulaşana kadar ayağımın altında çok acı hissettim. Bir gün önce Tavşanlı'dan saat 13.30 de başladığım yürüyüşümde tam 49 km yürüyerek saat 15.30 civarında Balıköy'e geldim. 26 saatte 49 km yürüdüm... Moral ve motivasyonum ile enerjim üst seviyede... Dursunbey'e planladığımdan daha önce ulaşabilecek bir tempodayım. Ancak bu beklenmedik aksilik ile yürüyüşümü bitirme kararı alıyorum. Bulduğum bir araç ile Dursunbey'e gittim. Ve aracım ile İzmir'e döndüm.
Her zorluk sonrasında bazı tecrübeler edinmeyi ve çok değerli geri bildirimleri beraberinde getiriyor. Demiryolu üzerindeki yürüyüşün doğadaki yürüyüşlerden bazı farklılıkları var. İki rayın arasındaki traverslere basarak yürümeye çalışmak bir adımda iki adım atmak gibi bir durumu gerektiriyor. İki travers arası mesafe uzun. Bu durum da bacak kaslarını hep geriyor ve farklı çalıştırıyor. İkinci en önemli durum. Rayların arasındaki iri balast taşları.. Ayakkabınız ne kadar iyi olursa olsun bu balast taşları ayakta su toplamanın en büyük nedeni. Bundan sonraki yürüyüşlerde ayakta su toplamayı önlemek için neler yapmalı konusunda uzman oldum diyebilirim... Hat her ne kadar elektrikli hale gelmiş olsa da, bu yürüyüşümü bir gün mutlaka tamamlama isteği hep var. Ve sonra daha ilerisine de. Dursunbey-Balıköy etabını da (89 km) yürümek istiyorum.
      
Kütahya -  Balıköy hattına geçmişten gelen ve anlatmaya çalıştığım özel ilgim nedeniyle hattın tarihçesi dahil daha bir çok bilgiyi yıllardır araştırıyorum. Bu yolculukta eşsiz Anadolu manzaraları adeta görsel bir şölene dönüşüyor. Trenin penceresinden bir karpostal gibi beliren rayların doğası, unutulmaz yolculuk yaşatıyor.
1 Kasım 1925 tarihinde meclisin ikinci dönem üçüncü toplanma yılı açılış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk'ün; '' Ulaştırma olanaklarından yoksun bölgelerdeki sosyal ve ekonomik aksaklıkları giderebilmenin ilk yolu, demiryolunun oraya ulaştırılması olmalıdır... ''
'' ... Demiryolları memleketin tüfekten, toptan daha mühim bir emniyet silahıdır... ''
(Atatürk'ün Kütahya ziyaretlerinden görüntüler..)
'' ... Türkiye'de iktisat hayatının yüksek inkişafları ancak demir yollarla olacaktır. Milletin saadeti, istiklali bu yollardan geçecektir. Burada mühim olan nokta Türk milletinin bu hakikati bütün müşküllerine rağmen takdir etmesi ve ona sahip olması keyfiyetidir... ''
'' ... Demiryolları ülkeyi medeniyet ve refah nurlarıyla aydınlatan kutsal bir meşale... '' sözleri, dönemin demiryolu politikasını belirlemiştir.

15 Haziran 1927 tarihinde Alman Julius Berger Şirketi tarafından çalışmalar başlamış. Kütahya - Tavşanlı - Emirler bölümü 1929, Tavşanlı - Değirmisaz bölümü 1930 yılında bitirilir. Kütahya ve Balıkesir'den aynı anda başlayan hat 1931 yılında birleştirilerek tamamlanır. Toplam 20 istasyonu bulunan hattın açılışı 23 Nisan 1932 yılında gerçekleşir. İç Ege bölgesinde yer alan Kütahya; Ege, Marmara ve İç Anadolu'nun kesiştiği bir noktada bulunmasından dolayı önemli jeopolitik konuma sahip. Kentin verimli topraklarının ve madenlerinin olması demiryolu yapımında öncelik verilen şehirler arasına girmesini sağlamıştır. 
Kütahya - Balıkesir hattı üzerinde; çeşitli uzunlukta 37 tünel var ve toplam uzunlukları 6100 metreyi buluyor.
Tren Gazellidere istasyonunda arıya nedeniyle 45 dk bekledi. Balıkesir'den gelecek lokomotifi bekleyeceğiz. Trenden aşağıya inmeye izin verildi. Güzel bir mola oluyor.
Alman firması tarafından 1927 - 1932 yılları arasında yapılan 20 istasyon binası hatta görsel güzellik katıyor. İstasyon sahalarında; yolcu binaları, lojmanlar, su depoları, mal depoları (ambarlar), hangarlar, işçi evleri ve tuvaletler bulunuyor. İstasyon yapısında yer alan yapılar genellikle tren hattına paralel olarak konumlandırılmışlar.
Kütahya - Balıkesir tren hattı üzerinde yer alan istasyon binaları genel olarak plan ve mekan anlayışı, yapı malzemesi ve tekniği, yapı elemanları ve süsleme açısından birbirlerine benzer özellikler gösteriyor. Tip proje olarak inşa edilmiş yapılar genellikle dikdörtgen planlı ve iki katlı.
İstasyon binalarında yapı malzemesi olarak taş, tuğla ve ahşap bir arada kullanılmış. Yapıların örtü sistemleri ahşap konstrüksiyonlu beşik veya kırma çatı olup, Marsilya tipi kiremitle kaplılar. Sade ve basit olan binalarda süsleme unsurları az.

Yeni lokomotif nihayet geldi. Yolculuk tekrar başladı. Bu hatta benim sevdiğim bölümlerden biri olan; Gazellidere - Dada - Kireç - Mezitler - Sarfaklar arasında ilerleyeceğiz. Eskilerde bu bölgede bir trajedi yaşanmış...
27 Ekim 1964 - 28 Ekim 1964 bağlayan gece, saat 18.00 de Ankara'dan hareket eden İzmir Ekspresi gece saat 02.48 de Balıkesir'e 61 km mesafede Gazallidere - Dada köyleri arasında Değirmendere mevkisinde aşırı hız ve viraj sebebi ile trenin lokomotifi, furgunu, 2 vagonu raydan çıkarak, derin yardan aşağı dereye devrilmiş. Tren makinistleri; Abdullah Ergin, Mustafa Tunç ile birlikte 7 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmış.
Birbiri ardına tünellere girilen ve neredeyse kapalı gibi çok yüksek kaya duvarlı kanyonlarda ilerleyen bu bölgeler bir doğa harikası.
1957 - 1958 yılları arasında 5 adet alınan Türkiye'nin ilk dizel lokomotiflerinden DE 20 003 bu kaza sonrasında genç yaşta ıskat olmuş.
TCDD' nin 1958 yılında I. Milli Sanayi Sergisi için hazırladığı karpostalda DE 20 001' i orijinal renkleriyle gösteren resim..
Gazellidere Köyü yakınlarındaki Değirmen Deresi mevkisinde, 1964 yılında meydana gelen tren kazasının arkasından bölgede söylenen türkü hala dillerde...

Gazelli'den geçti tren bozuldu
Anlımıza kara yazı yazıldı.
Ağla ay Anam ağla kara kara kuzuna
Yürekler dayanmaz körpe kuzuna.

Mezarımı Dursunbey'e kazdılar
Etlerimi sandıklara koydular
Öldüğümü hep dostlarım duydular
Ağla ay Anam ağla kara kara kuzuna
Yürekler dayanmaz körpe kuzuna.

Dada ile Gazellinin arası
Çok mu derin şef trenin yarası
Zehir oldu sirkecinin parası
Ağla ay Anam ağla kara kara kuzuna
Yürekler dayanmaz körpe kuzuna.
Balıkesir'e geldik. Bundan sonra Savaştepe'ye kadar yine dağlar ve çıkışlar olacak.





Savaştepe istasyonundan sonra Soma ve Kırkağaç istasyonları gelecek.
 
Soma, çalışma yaşamımın beş yılının geçtiği bir ilçe. Tren Soma'da 5 dk durdu ve hareket etti.
Geçmişimin izlerini, anıları takip ettiğim bu uzun tren yolculuğunda, Tolstoy'un '' İnsan Ne İle Yaşar '' adlı kitabı aklıma geliyor. Tolstoy'un kitabında, çiftçi Pahom'un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom'a '' Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. '' der.
'' Yoksa bütün hakkını kaybedersin. ''
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takati. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken , Pahom'un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz.
Reis olanları izlemektedir.
Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom'u bu mezara gömerler. Reis Pahom'un mezarının başında durur şöyle der : 
'' Bir insana işte bu kadar toprak yeter ! ''
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev... Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük !  

Dağları ardımızda bıraktık. Akhisar'a ilerlerken zeytinlikler ve üzüm bağları pencerenin önünden geçiyorlar.


1 yorum :

  1. Kutlarım akıcı ve bilgilendirici bir yazı 👏👍

    YanıtlaSil