URFA' DA KAYBOLMAK ZAMANI ...
Tarihin derinliklerinden gelen güçlü seslere ve titreşimlere sahip, enerjisi yüksek yerler vardır. Onları biraz dinlediğinizde, üzerinden örtüsünü kaldırdığınızda size büyüleyici hikayeler anlatır. Güneydoğu Anadolu'nun renkli ve sıradışı kenti Urfa, benim için tam da böyle bir yerdir. Urfa'ya ne zaman gitsem gezmeye doyamam ve neredeyse her adımda kendimi çok iyi hissederim. Görkemli taş konakları, daracık, nemli ara sokakları, esintili yükseltileri, başı dumanlı kebapçıları, asırlık kahvehaneleri, ciğercileri, seyyar satıcılarıyla gelenleri karşılayan Urfa'ya her gidişimde yeni deneyimlerle tanışırım. Sıradan bir yer değil Şanlıurfa. İnsanoğlunun ilk anıtsal tapınağını yaptığı, yerleşik hayata geçtiği, ilk kez tarım yaptığı topraklar burası, bir başka deyişle ''her şeyin başladığı yer''...Urfa'ya gelmenin zamanı yok benim için. Urfa, zamansız bir şehir. Sabah 05.30 da eski Urfa'da Haşimiye Meydanı'na açılan kapalı çarşının içinde, boş sokaklarda ne işim var ki?? Siirt'den araçla en az 5 saat sürüyor Urfa'ya gelmek. Gece hiç uyumadım. Attar Pazarı'ndaki bu küçük dükkanın önünde bu saatlerde olmak gerek, bunun için her şeye değer...
Görüntü çoğu zaman aldatır. Bu da böyle bir durum... Bir güzel insanla tanıştım, nesli artık tükenenlerden Bedir Usta. Yine tezgahının başında oturuyor.
Burası ''Gül Tirit-Çorba''... Michelin Yıldızı için gizli gizli seyahat eden Michelin Müfettişleri buraya geldiler mi bilinmez ama bence üç yıldızı hakediyor. Yani; '' Kariyerinin zirvesinde olan ve yemek pişirme yöntemi bir sanata dönüşen şeflerin yönettiği restoranlara layık görülüyor. '' Bu mütevazi, han odasını andıran dükkan bir restoran değil ama yıllardır müdavimlerinin yıldızlarını alıyor zaten. Böyle yerleri artık bulmak çok zor. Ancak Urfa gibi, parlatılması ve gün yüzüne çıkarılması gereken şehirlerde varlıklarını sürdürüyorlar. Sözü çok da uzatmadan ve sizleri daha fazla meraklandırmadan içeri girelim. Sadece iki lezzeti bulunan bu küçük ama eşsiz mekanın tadını çıkaralım.
'' Sabah kendin yiyeceksin Akşam düşmanına yedireceksin '' diye bir sloganı olan lezzet : '' Tirit '' ama Urfa versiyonuyla. Şanlıurfa ile bütünleşen bu yemek, bağışıklık sistemini güçlendiren, tok tutan ve besin değeri oldukça yüksek bir yemek. Bu besleyici muhteşem lezzet, Şanlıurfa merkezde bulunan ufacık bir dükkandan çıkıyor. Dükkanda iki çeşit çorba bulunuyor. Süzme mercimek ve tirit. İkisinin de ortak özelliği kemik suyundan yapılmaları. Bedir Amca uzun yıllardır işinin başında aynı kaliteyle devam ediyor. Sabah namazından hemen sonra servise başlanıyor ve bir kaç saatte bitiyor tirit.
Önce, kemik suyuyla yapılan süzme mercimek çorbası ile başladım. Bu güne kadar yediğim en iyi mercimek çorbası desem abartı olmayacaktır.
Bu arada Bedir Amca ile de konuşmaya devam ediyorum. Şanlıurfa'da ''Tiritçi Baba'' diye anılan Bedri Gül, '' Halil İbrahim sofrası ve bereketi '' ile özdeşleşen ve unutulmaya yüz tutmuş lezzetlerden tirit yemeğini 50 yıldır babasından öğrendiği asırlık tarifle geleneksel yöntemlerle hazırlıyor. Tirit'in Şanlıurfa'ya özgü bir tat olduğunu ve çoğu yerde bulunmadığını söyledi. Yemeğin geçmişte düğün ve davetlerde ikram edildiğini ve erkekler tarafından hazırlandığını, günümüzde bu geleneğin artık unutulmaya yüz tuttuğunu ifade etti. Gelen her müşteriye aynı ciddiyetle tirit ve mercimek çorba hazırlamasını izliyorum.
Bedir Amca anlatıyor : '' Peygamberimizin 'Seyyid-ul Taam' (yemeklerin efendisi) dediği Tirit'i yapmak için, kasaptan Tosun eti alıyoruz. Daha sonra aldığımız bu eti yumurta şeklinde doğruyoruz. Doğranan etleri bakır kaplarda haşlamaya bırakıyoruz. Sabah işyerimizi saat 05.00 'te açıp müşterilerimize servis ediyoruz.
Bakır tepsilerimiz içerisinde ilk önce lavaş ekmeğimizi altına döşüyoruz, üzerine de eti serpiyoruz. Son olarak da kemik suyu ve et suyunu üzerine döküyoruz.
Bunların üstüne de yoğurtlu-sarmısaklı olarak servis ediyoruz. İsteğe göre içerisine limon sıkılabilir. Tabi ki Urfa'da yemeğin olmazsa olmazı isot'un da taze ve yeşil olanı bu yemeğin yanına çok yakışır.
Urfa'da gezerken adeta zamanda yolculuğa çıktığımı hissederim.... Hiçbir kentte görülmeyen ilklere sahip olan Şanlıurfa'nın tarihi efsanelerle örtülmüş.
Tarihi Ulucami üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen bütün görkemiyle hala ayakta duruyor. 75 kolon üzerine inşa edilen 1200 kişi kapasiteli Kızıl Kilise olarak bilinen Ulucami mimarisiyle adeta tarihi bugüne taşıyor.Yapım tarihi belirlenemeyen Ulucami, '' Kızıl Kilise '' olarak adlandırılan eski bir kilisenin yerine inşa edilmiş. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesini görüyorum. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı '' Mescid ül - Hamra (Kırmızı Mescid) '' olarak isimlendirilmiş. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Ulucami de görülüyor.Eski Urfa'da gözüme kestirdiğim bir sokağa giriverdim. Kökleri çok eskilerde olan bir masalı yaşıyor gibiyim...
Tapınakların, kiliselerin, camilerin kenti olduğu kadar; çarşıların, ticaretin, bereketli toprakların da yurdu Şanlıurfa. Çarşılarında dolaşırken eski çağların kokusu hala hissediliyor.Binlerce yıllık efsaneleri kulağa fısıldayan; Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. Eyyub, Hz. Şuayb, Hz. Yakup ve Hz. Elyasa gibi Peygamberlerin yaşadığı kutsal topraklardayım.Kimlere ev sahipliği yapmamış ki?. Asurlular, Persler, Helenler, Romalılar, Araplar, Haçlılar, Osmanlılar. Binlerce yıl boyunca, birbirinden çok farklı, renkli kültürlere kucak açmış bu eski kent, bugün de Fırat Nehri'nin can verdiği binlerce dönümlük bereketli toprakları, fıstık ağaçları, buğday başakları, canlı ticaret hayatı, çarşıları, rengarenk giyinen ve yüzlerindeki dak'ı (bir tür dövme) gururla taşıyan kadınları, süslü güvercinleri, zarif toynaklı Arap atları, ürkek bakışlı ceylanları, göç yollarını hiç unutmayan kelaynakları ve kutsal balıkları ile ayakta. Hala canlı, hala gerçek, hala yaşıyor...Asurlulardan beri bilinen Urfa (eski adlarıyla Ur, Urhoy, Urhei, Ruha) kenti, çok eski bir tarihe sahip. Bugünkü bilgilerimize göre eski kent yıkılmış ve İskender'den sonra Seleukoslar zamanında ''Edessa'' adıyla yeniden kurulmuş.Birbiriyle kovalamaca oynayan sokaklarında yürüdüm yürüdüm...Gezinirken yanı başımdan akıp giden hayat, renkli bir portreler galerisinden farksız. Genci, ihtiyarı, mevsimlik işçisi, toprak ağası ve daha birçok insanı gözlemlemeye; yaşam öykülerine dair küçük ipuçları bulmaya çalıştım. Şanlıurfa'da; Boyası silikleşmiş, eski, ahşap bir iskemle de oturup gelen geçeni izlemek bile ilham veriyor.
Sokaklar ''Hacıbanlar Evi'' ne getirdi. Kapısı başka dünyalara açıldı... Kapasından adımımı attığımda Anadolu'nun yemek kültürlerinin en iyilerinden birini tanıtan bir yerle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Şanlıurfa Belediyesi'nin restore ederek açılışını gerçekleştirdiği tarihi ev ''Geleneksel Mutfak Müzesi'' ne dönüştürülmüş. Urfa kültüründe geçmişte varlıklı ailelerin benzer konaklarda yaşadığı biliniyor. Sahip olduğu lezzetleri günümüze kadar taşımayı başaran Şanlıurfa'da, ''UNESCO'nun Dünya Gastronomi Şehri'' ünvanını alabilmek için çalışmalar başlatılmış.
Müze binası beş odadan, bir adet mutfak ve üç adet zerzem (kiler) odasından oluşuyor. Odaların tasarımında Urfa'daki yeme içme kültürü, mutfak ve tarihteki yaşam şekilleri de tasvir edilmiş.
Şanlıurfa'da güvercinler ailelerin ve hayatın bir parçası olarak görülür ve çok sevilir. Eski Urfa evlerinde 'Kuş Takaları' bulunuyor.
Başımı biraz yukarıya kaldırdığımda Kuş Takaları'nın en güzellerinden birisiyle karşılaştım. Bunların her biri bir sanat eseri.Kent için öyle bir tutku ki: Güvercin Güzellik Yarışmaları düzenleniyor. Gökyüzünde uçan güvercinleri her zaman görmek mümkün oluyor.Müze rehberi; havuzlu büyük avluya bakan açık odacıkların ikiye ayrıldığını anlatıyor. Doğu yönüne ve batı yönüne bakan açık odacıklar. Yani yazlık ve kışlık açık odacıklar. Ne de hoş yaşam detayları...Gelin Odası'ndayım. Müzede, Gelin odası gibi mekanlarla kentteki yemek kültürünün yanı sıra tarihteki ''Urfa yaşamı'' da anlatılmaya çalışıyor.
''Alet işler el övünür'' atasözümüzdeki gibi doğrama, karıştırma, çırpma işlerimizi mutfak robotlarına teslim edip, pirinç ve tahta havanlarımızı, tahta kepçe ve çömçelerimizi attık. Buğdayların kaynadığı dev kazanlar, yoğurtların yapıldığı bakraçlar, tereyağlarının basıldığı çinko stiller, tahta kürekler, bulgurun çekildiği taş dibekler tarihe karıştı.
Mutfak kültürümüzü somut bir görsellikle anlatan mutfak müzelerini çok önemsiyorum. Bu tür müze evler, zengin mutfak kültürümüzün yaşatılmasını, tanıtılmasını ve sonraki kuşaklara aktarılmasını hedefliyor.
Urfa yöresine özgü kıyafetler giydirilmiş ve balmumundan yapılmış mankenlerle eski sofra düzeni, ocak başında ekmek pişirme, tandır ve çiğ köfte yoğurma ritüelleri anlatılıyor.Urfa sofralarının baş tacı olan, misafire mutlaka yapılan çiğ köfte yoğurma seremonisi temsili olarak canlandırılmış.Çiğ köftenin en önemli ve hazırlanması çok zahmetli malzemesi, isot biberi... Yazın kurutulan Urfa'nın biberleri, çuvallarda terletilir ve rengi karartılarak az miktarda yağla beraber çekilir.Urfa'nın yöresel lezzeti olan ev ekmeği, en çok tüketilen lezzetlerinden biri. Urfa'da hemen hemen her mutfakta, evde ekmek yapmak için ince uzun oklava, kısa ayaklı düz tahta ve pişirmek için saç bulunuyor. Urfa'da evde kadınların yaptığı ve yemeklerde ıslatılıp yumuşatılarak yenen ev ekmeği. Saç üzerinde pişirilen ekmekler yine bakır bir tepsi içinde hem farelerden uzak tutmak hem de küflenmesini önlemek için serin ve yüksek bir yerde tutuluyor.Bir başka odada Urfa'nın geleneksel bir yemeği olan 'ağzı açık' yapmak için toplanmış, konağın ya da mahallenin kadınları. Her biri bir görev alarak yemeğin daha kolay bir şekilde hazırlanmasını sağlıyor. Her şey gerçeğine o kadar uygun şekilde canlandırılmış ki sanki balmumundan yapılmış bu kadınlar birazdan çiğköfteyi sıkıp, elinize uzatacaklarmış gibi...
Her şey usulüne, geleneğine uygun ve tüm ayrıntılar çok ince düşünülerek uygulanmış.
Mutfak Müzesi'nin kileri, konağın bodrum katında ve yazın serin olan bir odada.
En ilginç odalardan birine geldim. Urfa'da Sıra gecesi arkadaş gruplarının haftada bir kez sıra ile yaptıkları sohbet ve müzik icra edilen; geleneksel Urfa mutfağından örneklerin ikram edildiği; Tolaka ve yüzük-fincan gibi oyunların oynandığı geceler.
Genellikle kışın yapılan bu toplantılara genç yaşından itibaren katılan bir Urfalı gelenek ve göreneklerini, müzik kültürünü; örf ve adetlerini, saygıyı ve dayanışmayı öğreniyor.
Sıra gecesi sadece müzikli eğlenceli toplantılar değil... Urfa mutfağının en önemli örnekleri olan Mırra, çiğ köfte ve şıllık tatlısı sunuluyor.
Urfa'ya zulümle hüküm süren Nemrut, İbrahim Peygamberi ateşe atmak için altı ay boyunca deve, at, eşek ile durmadan odun toplatır ve ateş yakmayı yasaklar. Onun korkusundan yemek pişiremeyen halk yemeği çiğ olarak yemek zorunda kalır. Ceylan avından dönen bir Urfalı, getirdiği ceylan etinden eşinin yemek pişirmesini ister. Kadını bir yandan kocasının diğer yandan zalim Nemrut'un korkusu sarar. Kadın ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette önünde duran ceylan etine bakar.Yağsız tarafından bir parça kesip iki taş arasında ezerek lokum gibi yumuşatır, daha sonra içerisine bulgur, baharat, soğan, tuz koyar ve bir kapta yoğurur. Tadına bakıp beğenince kocasına ikram eder.Dövülmüş, macun haline getirilmiş yağsız et, kaynatılmış, kurutulmuş, buğdaydan çekilerek elde edilen bulgur ve kurutulup dövülerek az miktarda yağ karışımı ile yapılan kuru isottan meydana getirilen; ayrıca içinde protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminlerce zengin bir düzine kadar gıda maddesi (domates, salça, soğan, sarımsak, karabiber, tarçın, tuz ve maydanoz) kullanılarak elle yoğrulan, yenilirken genellikle beraberinde ayran içilen otantik bir Şanlıurfa yemeği olan çiğköfte; genellikle doyumluk değil tadımlık yapılır. Daha çok bir ikram yemeği olarak görülüyor.Şanlıurfa geleneksel düğünleri iki ayrı düğün olarak yapılıyor. Avrat düğünü; kız evinin hanımları ile oğlan evinin hanımları arasında; erkek düğünü ise sadece oğlan tarafının tanıdık ve akrabalarının katılmasıyla yapılıyor. Kız tarafından bir erkeğin yapılacak düğüne katılması ayıp sayılıyor.'' Paflar Kebap '' da Mustafa Abi'nin maharetli elleriyle yaptığı ciğer kebabını beklemeye başladım. Çok geçmeden ciğer kebabı geldi, masanın üstü zengin lezzetlerle doldu.
Şanlıurfa yöresinde yapılmaya başlanan Ciğer Kebabı, buradan tüm ülkede sevilen bir lezzet halini almış. Alışılagelmiş lezzetlerden daha lezzetli. Çünkü lezzet açısından oldukça lezzetli ve mükemmel. Özellikle Ciğer Kebabı içerisinde kullanılan kuyruk yağı, bu yemeğe çok daha büyük tatlar katıyor. Urfa'da Ciğer Kebabı, kuzu ciğerinden taze olarak yapılıyor ve taze olarak tüketiliyor. Dürüm şeklinde ve kente özgü biberle servis ediliyor. Öyle ki; Urfa'da bu biberin adı; ''en tatlı acı''...
Urfalıların milli yiyeceği ciğer sabah kahvaltısında başlıyor gece yarısına kadar devam ediyor. Urfa ciğerine Urfa isotu da ayrı bir lezzet katıyor. Bir güzel sloganı daha var Urfalıların : ''Sev biberi, ye ciğeri''... Doğu'da bulunduğum iki yıl içinde Urfa'nın ciğeri mi ?, Diyarbakır'ın ciğeri mi ? sorularına cevap olarak; her ikisi de dedim. Paflar'da yediğim ciğer tadına hayran bıraktı. Urfa'nın ve Diyarbakır'ın ciğerlerini ve mekanlarını Batı'da çok arıyorum...
Soğan Reçeli (reçel salatası).. Burada tam bir lezzet başyapıtıdır. İnce doğranmış soğan, köy domates salçası, pul biber, siyah isot biberi, nar ekşisi, zeytinyağı sabırla karıştırılıyor. Ciğerin yanına çok yakışan soğan reçeli ortaya çıkıyor.Yaz mevsiminde kuru cacık, kış mevsiminde lebeni ikram ediliyor. Nane, maydanoz ve salata eksik olmuyor.Paflar'ın üst katından Urfa Çarşısı'nda akıp giden zamanı seyre daldım...Tam sekiz Kapalı Çarşı'nın iç içe girmesiyle oluşan Tarihi Urfa Çarşısı'nda her bölümün bir adı var. İsotçu, Kazancı, Kınacı, Kürkçü, Keçeci gibi... Çarşının en gözde zanaatlarından biri olan bakırcılar, hala dövme çekiç tekniğiyle çalışmaya devam ediyorlar.
En gözde bakır ürünleri arasında tepsi, ibrik, güm güm denilen yöreye özgü cezve ve duvar süsleri geliyor. Renk renk kumaşlar, eşarplar, kilimler, halılar, heybeler, keçe işleri ve baharatların da aralarında bulunduğu geniş ürün çeşitliliği sunan çarşıda, Urfa yöresine özgü giysi diktirmek bile mümkün.
Büyüklüğü ve hareketliliğiyle Doğu coğrafyamızın en zengin yerel alışveriş adreslerinden biri olan çarşı, başlı başına bir şenlik vaat ediyor.Çevre köy ve beldelerden rengarenk giysileriyle ürünlerini satmaya gelen kadınlar yörenin kültürel zenginliğini yansıtıyor.
Şanlıurfa'ya her gelişimde Mozaik Müzesi'ne geldim. Tarihsel dokuya zarar vermeden yapılan platform ve yürüyüş yolları Antik Roma'nın Edessa (Urfa) kentinde zamanda yolculuğa çıkarıyor.
''Ktisis Mozaiği'' ile yolculuğa başlayalım... Mozaikte kentlerin ve yapıların kurucu ve koruyucusu olarak bilinen Ktisis büstü betimi yer alıyor. Büstün yanında Yunanca harflerle KTI-CIC adı yazılı. Sarı pelerin ve gri stola giysili. Başının üstünde inci ve altın görünümlü taşlarla süslenmiş bir taç tasvir edilmiş. Küpesi de benzer teknikte yapılmış olup altın halkalı ve oval inci görünümünde. Boynunda; sarı, yeşil ve kahverengi taşlarla süslü gerdanlık yer alıyor. Ktisis, iki elinin parmaklarıyla göğsünün üstünde gri renkli ölçü aleti tutuyor. Bu ölçü aleti Roma ayak ölçüsü olup, yaklaşık 29,7 cm. Ktisis'in her iki tarafında omuz hizasında yeşil örtülü payeler tasvir edilmiş.
Panonun ortasında ise ensesinden başının üstüne doğru kan akan yaralı bir aslan acı içinde resmedilmiş.
Panoyu çepeçevre saran geniş bordürde kıvrımlı kenger yaprakları arasında Eros'un av sahneleri ile köşede bereketi sembolize eden kadın maskesi betimlenmiş.Villanın baş odasının tabanını süsleyen bu mozaik M.S. 5-6 yüzyıla tarihlenmekte. Mozaik tekniğinden, sanatından ve 4 milimetrekare ebatında Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılmasından ve benzeri özelliklerinden dolayı uzmanlarca dünyanın en değerli mozaiği olarak tanımlanıyor. Günümüzden 3000 yıl önce Ege'den, Karadeniz'e ve Anadolu'nun içlerine uzanan kültür havzasında, erkek egemenliğine karşı savaşan Amazon kadınlarının av sahnesi mozaiği kadar değerli pek çok mozaik var.
'' Akhilleus'un Mozaiği (Akhilleus'un Hayatı) '' ... Villanın girişinde yer alan dikdörtgen ana panoda, Akhilleus'un hayatından kesitler betimlenmiş. Bunlar sırasıyla; dadının kucağında bebek Akhilleus; anne Thetis'in Akhilleus'un topuğundan tutarak ölümsüz olması için onu Styks Irmağı'na daldırması; genç Akhilleus'un annesine vedası; Akhilleus'un ömür ipliğini büken kader Tanrıçalar Moira'lar; Akhilleus'un bilge at adam Kheiron tarafından eğitilmesi ve Akhilleus'un Troia savaşına gidişini üzgün gözlerle izleyen Thetis betimleridir.. Panoyu çevreleyen bordürde saz çalan figürler, çiftlik evi, koşan, duran ve otlayan atlar ile koyun ve boğa betimleri yer alıyor.'' Kherion '' en yaşlı ve en bilge Kentauros'dur (At Adam). Yunan mitolojisinde adı geçen bir çok kahramanı yetiştirmiştir. Bunlardan en ünlüsü Akhilleus'dur ve ona savaş, avlanma, şifalı bitkilerle tedavi, müzik gibi konularda dersler verir.
'' Hizmetkar ve Zebra Mozaiği '' .. Taban mozaiğinde zebrayı götüren bir erkek hizmetkar tasvir edilmiş. Sola dönük yürüyen erkeğin gövdesi cepheden, beyaz bantlı başı 3/4 sağa dönük olarak betimlenmiş. Sol eli zebranın zincir biçimindeki yularını tutarken, sağ eli omzundaki ucu kıvrık sarı sopayı tutuyor. Gövdesinin üstü ve ayakları çıplak olup birbirine paralel yatay gri çizgili, turuncu peştamal biçimli giysisi gövdesinin altını örtmektedir.
Şanlıurfa'dan yurtdışına kaçırılmış olan '' Orpfeus Mozaiği '' , Dallas Sanat Müzesi'nden önce İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne, daha sonra da Şanlıurfa'ya getirilmiş. Panoda Frig başlıklı ozan Orpfeus sağa dönük oturarak lir çalmaktadır. Solunda etçil hayvanlardan aslan, ayı, leopar ve domuz, sağında otçul hayvanlardan dağ keçisi ve at, sol üst köşede ise kuşlar onun çaldığı liri dinlemektedir. Dikdörtgen panoda Süryanice yazının yer aldığı mozaik, bir zamanlar bir kaya mezarının tabanını süslemekteymiş. Orpfeus Mozaiği, Edessa / Urfa mozaikleri içinde en eski tarihli (M.S. 194) mozaik olmasının yanı sıra mozaikte sanatçı ''Bar Saged'' adının olması nedeniyle de çok önemli sayılıyor.
'' Yol Bilen Mozaiği '' .. Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesi, Yolbilen Köyü'nde bulunan bazalttan yapılan dokuz arkosoliumlu bir mezarın tabanını süsleyen bu mozaik, söz konusu mezarın mimarisiyle birlikte 2013 yılında kaldırılıp, Şanlıurfa Mozaik Müzesi'ne taşınarak burada tekrar kurulmuş. Dalga motifli bordürle çerçevelenen dikdörtgen panoda insan, hayvan ve bitki motifleri resmedilmiş.
Mozaiğin ortasında dairesel çerçeve etrafında dört İncil yazarının sembolleri betimlenmiş. Bu bölümde Matta'yı aslan, Markos'u öküz, Lukka'yı insan, Yuhanna'yı ise kartal temsil ediyor. Bu çerçevenin içerisinde Süryanice '' Bu ev 873 yılında (M.S. 562) manastır reisi Şem'un günlerinde bu kilisenin keşişlerinden Helpidus ve Yuhannus tarafından yapıldı. '' yazıtı yer alıyor. Bunun sağ ve solunda bodur ağaçlar, kuşlar, balıklar, otlayan geyik, ceylan, siyah boğa, dağ keçisi ve kırmızı aslan sırt sırta yerleştirilmiş.
Müze Mağazası'ndan; Göbeklitepe, Mozaik Müzesi, Arkeolojik eserler ve Şanlıurfa tarihi ile ilgili obje, kitap, hediyelik eşyalar alabilirsiniz.Müzenin Kafesinde bir şeyler içerken, Şanlıurfa'nın tarihi merkezinde bulunan Haleplibahçe Mozaik Müzesi'nden etrafı seyrederek keyifli sohbetler yapmak mümkün.Günün sonunda Tarihi Barutçu Han'ında bir kahve arası verdim. Şanlıurfa'yı bir kez daha içime çektim.
Şimdi artık yollara düşme zamanı. Siirt'e doğru uzun bir dönüş yolum var. Neredeyse hiç uyumadan yola çıktığım Şanlıurfa'dan yeni yerler görmenin mutluluğu ile ayrılıyorum. ''Yorularak dinlenme'' gezileri bundan sonra da hep devam edecek...
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder