ELAZIĞ'DA... HARPUT'TAN KEBAN'A, ÇIRÇIR'A..
Ağustos ayının son günlerinde, sabah bulutların üstünde güneşin doğuşunu izlediğim uçak az sonra Elazığ havaalanına inecek. Bir anda çıkan üç günlük iş gezisi sırasında; Yukarı Fırat Bölgesi'nde tarihi Harput Kenti ve Kalesinin eteklerinde kurulan Elazığ'ı, tarihi Harput'u, dünyanın en genç şelalesi Çırçır'ı ve uzak ilçe Keban'ı tanıma imkanı buldum. Doğu Anadolu'nun kıraç steplerini yemyeşil bir vahaya dönüştüren Fırat Nehrinin hayat verdiği Yukarı Fırat Havzası, süprizli doğasına gizlenmiş sırlarıyla beni bekliyor. Toprağı aziz, insanı aziz, kendisi aziz olarak bilinen Elazığ'a ve Harput'a gidiyor olmak heyecan verici...
Geçmişi olmak ve geçmişe dayanmak her şehir için övünç ve gurur kaynağı olmuştur. Tarihi olan şehirler, bu tarih dokusunu taşıdığı oranda varlık ve anlam kazanıyorlar. Eski şehirler ruhunu, o şehirler için yapılan tılsımlardan alıyorlar ve bu tılsımlarla bu ruh korunuyor... Her şehir belli bir ölçüde tarihiyle yaşıyor. Tarihin, insana şehirle ruh verebilmesi bir inanış olarak gerçekse; insanın bu hissi yaşaması için, zamanı kırabilmesi, geçmiş - bugün - gelecek çizgisini aşıp bir şehrin tarihine ruh katabilmesi de o kadar gerçektir.İlk gün; Fabrika ziyaretleri, toplantılar, teknik değerlendirmeler ile geçti. Gün sonunda, Elazığ ile gerçek anlamda ilk tanışmam Elazığ Lezzetleri ile oldu. Akşam yemeği için '' Gedik Restaurant '' a davetliydik.
Gedik Restaurant da her menü; bir lezzet efsanesi ve farklı diyarlara götüren bir ziyafet yolculuğu gibi. Ana yemek olarak, Elazığ yöresinden bir lezzet tercih ettim. Yoğurtlu Kavurma... Tadı damakta kalan enfes bir lezzetti.
Masa da Elazığ' özgü Ata'lardan, Dede'lerden kalan tohumlarla üretilen bölgenin endemik bir türü olan '' Keban Biberi '' masanın yıldızlarındandı. Elazığ'ın Keban ilçesinden adını alan '' Keban Biberi '' şekli ve aromasıyla harika bir lezzet. O akşam, közde yapılarak getirilen hali ile sık sık yenilenerek hep masa da oldu...
Bir sonraki gün, Akgün Otel Elazığ'da bu manzarayla güne Merhaba dedim.
Elazığ'a bir daha yolum düştüğü zaman Akgün Oteli yine tercih edeceğim için oteli gezdim. Salon fazlalığı ve çeşitliliği çok fazla. Havuz başı salonu, Harput salonu, Altın Kubbe salonu, Hazar salonu, Fırat salonu, Keban salonu, Cam salon, Kürsü Başı salonu...
Yaz sıcaklarında oluşturduğu doğal klima etkisiyle Çırçır Şelalesi, serinlemek için bölgenin kaçış yerlerinden.Dünya'da,1974 yılından beri doğal bir şekilde oluşan başka bir şelalenin olmaması, onu daha da etkileyici kılıyor.
1974 yılında Keban Baraj Gölü'nün oluşması sırasında meydana gelen ve Çırçır Şelalesi olarak bilinen şelale, dünyanın en genç şelalesi sayılıyor. Şelale baraj kurulduktan sonra meydana gelmiş ve barajdaki çatlaktan oluştuğu ihtimaline karşı araştırmalar yapılmış ve araştırmalar sonucunda çıkan suyun tamamen kaynak suyu olduğu tespit edilmiş. Fırat Nehrinden akan suların barajın altında kalması ve o basınçla yönünü değiştirmesiyle oluşmuş.
Çırçır Şelalesi, Keban Alabalık Tesisleri'nde alabalık ile yapılan; Dolmadan katmere, pideden kavurmaya, karnıyarıktan köfteye kadar 23 çeşit alabalık lezzeti menü de bulunuyor. Bir gün Elazığ'a ve Keban ilçesindeki Çırçır Şelalesi'ne gelirseniz bu lezzetler arasından seçiminiz zor olacaktır. (Alabalık kızartma, Alabalık ızgara, Alabalık kavurma, Alabalık nugget, Alabalık sote, Alabalık güveç, Alabalık kuşbaşı, Alabalık katmer, Kiremitte Alabalık, Çırçır menü, Soslu Alabalık göğüs, Izgara soslu alabalık fileto, Terayağlı Alabalık fileto, Alabalık köfte, Alabalık Adana, Alabalık pide...)
Şelalenin üstünde gibiyim... Alabalık Kavurmayı seçtim. Beklediğime değdi. Doğayla iç içe bir mekanda, dünyanın en genç şelalesinin hemen yanı başında, usta ellerin özenle hazırladığı bu nefis alabalık lezzetiyle orada harika zaman geçirdim.
Saniyede 7 m3 lük su akımıyla görkemli görsel şölen, yemek boyunca eşlik ediyor.Keban Barajı, Fırat Nehri üzerine 1965 yılında inşa edilmeye başlanmış. İnşaat süresi tam 10 yıl sürmüş ve 1975 yılında baraj tamamlanmış.Temiz havası ve çevresini kuşatan geniş yeşil alanları ile Çırçır Şelalesi, Elazığ'ın gizli Cenneti olarak biliniyor.
Hafızamdan çıkmamasını istercesine, bu güzellikler arasında yürüdüm. Ayrılık zamanı gelmişti... Adım adım Çırçır'ı arkamda bırakarak girişine ilerledim.
Alabalık üretiminin büyük bölümü Avrupa Ülkeleri, Amerika, Rusya ve Kanada'ya ihraç ediliyor ve '' Türk Somonu '' adıyla bu ülkelerden talep görüyor ve çok beğeniliyormuş.
Keban İlçesi, 6200 nüfusu ile Doğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Fırat bölümünde yer alan küçük bir ilçe. Yol tabelaları, sağ istikamette; Ağın, Arapgir ve Malatya'yı gösteriyor. Keban Baraj Gölü, Balık restaurantları da bu tarafta. Ama yine zamanım çok az... Buraya kadar gelmişken Keban İlçesini tanımak için kendime bir saat zaman verdim... Ülkeyi gezerek bitirmek yaşamımıza sığmaz... Her yer de bir hikaye var...
Keban, ince uzun bir şerit halinde küçük bir suyun kenarında ve dağların arasında bir yerleşim.İlçe merkezi; Doğudan batıya doğru uzanan Bezirgan Deresi, Nallı Ziyaret Tepesi, Bendin Taşı ve Seftil tepesi arasında sıkışmış bir vadide. Bu vadi 2.5 km kadar uzanıyor ve meyve bahçeleri ile kaplı. Fırat Nehri ise ilçeyi adeta kıskaca almış.
Keban Barajı'nın yapımı ve burada meydana gelen büyük göl, ilçenin ikliminde fark edilir derece de bir sıcaklık değişimi meydana getirmiş. Tamamen karasal iklimin yaşandığı ilçede mevsim şartlarının zamanla değişmesi sonucunda ilçede bugün deniz iklimine yakın bir iklim görülüyor.
Keban Baraj Gölü; 125 km uzunluğunda ve 675 km2 alana sahip Türkiye'nin en büyük yapay göllerinden. Özellikle üç ilçeye feribotla geçiş veren gölün iskeleleri ve Elazığ-Bingöl karayolu üzerindeki sahilde çok sayıda balık lokantası hizmet veriyor.
Esnafa, Keban'ın tarihi eserlerini soruyorum. Yer tariflerine göre önce, Yusuf Ziya Paşa Camii'ne gittim.Keban; 18. yy dan, 1834 yılına kadar Eyalet Merkezi olmuş. Bu Eyalet Merkezinde Yedi Paşa'nın ikamet ettiği de rivayet ediliyor.
Keban Eyalet Merkezinde görev yapan yedi Vali içinde en şöhretlisi, daha sonraları Sadrazamlık'ta yapan '' Yusuf Ziya Paşa '' imiş. Yusuf Ziya Paşa, Keban'ın imarı için uğraşmış ve bununla ilgili olarak bir çok eser yaptırmış. Kendi adıyla anılan ve bugüne kadar ihtişamından hiçbir şey yitirmeyen Cami, bunun delili olarak halen dimdik ayakta duruyor.
Cami; Medrese, kütüphane, şadırvan ve hazire'den meydana geliyor. Ziyaret ettiğim dönemde restorasyon çalışması nedeniyle Caminin içini gezemedim.
Bir kilisenin de olduğunu, kilisenin Emniyet Müdürlüğü bahçesi içinde olduğunu öğreniyorum. '' Gezilmesine çoğu zaman izin vermiyorlar '' diyorlar. Ben yine de şansımı deniyorum. Uzaklardan geldiğimi söylüyorum, izin alıyorum. Hatta refaket bile ediyorlar.
Restarosyan ile turistlerin cazibe merkezlerinden olabilecek o kadar tarihsel değerimiz ve yapımız var ki...
Elazığ'a gelişim, uzaklardaki Keban'ı tanımama neden oldu. Keban'da olmaktan mutlu oluyorum. Elazığ'ı ve en önemlisi tarihi Harput'u görmek için de acele etmem gerekiyor.
Elazığ'ın Tarihi Kapalı Çarşısı içinde çok ünlü bir yere geldim. Elazığ'ın Tarihi Kapalı Çarşısının ilk iş yeri olan ''Asırlık Fırın'', sadece Elazığ'a özgü meşhur ''yağlı'' ve ''peynirli'' ekmek üretiyor. Ermeni Ustalarca 1928 yılında yapılan 95 yıllık tarihi fırında, açıldığı andan bu yana sadece bu iki ekmek yapılmış. Ramazan ayı dışında ise, Elazığ'a özgü patila (kıymalı ya da peynirli) ve lahmacun da yapılıyor.
Çarşı Fırını, özgün dokusu ile dikkat çekiyor. Ermeni ustalarca 1928'de yapılan fırının dış bölümü, zamanın izlerini taşırken, iç bölümü ise 1999'da getirilen fayans zorunluğu nedeniyle eski özelliğini kaybetmiş. Sadece meşe odunu kullanılarak pişirilen ürünler; kargo ile İstanbul, Ankara, İzmir dahil farklı illere gönderiliyormuş.Görüntüdeki peynirli ekmek, sanılanın aksine şekerli bir ekmek. Ekmek dedikleri ise yine bizler için ''pide'' formunda. Peynirli ekmek Elazığlılar için bir ara öğün ya da atıştırmalık değil, aslında bir ana öğün lezzeti.
Elazığ'ın bu lezzetini bu tarihi mekanın önündeki, Elazığ'a özgü taburenin üzerine oturarak tattım ve çok beğendim. Ismarladıkları çay ile harika bir ikili oldu...
Yağlı ekmek ise yedikçe daha çok yemek isteyeceğiniz; yağlı ve tuzlu bir lezzet efsanesi... Yağlı ekmek yanına bir de Elazığ'ın tulum peyniri, zeytin ve çay alın; dünyadaki en iyi lezzet eşleştirmelerinden biri olacaktır emin olun...
Tarihi Hükümet Konağı'nın güneybatısında bulunan Çarşı'nın; iki adet kuzey-güney, dört adet doğu-batı giriş ve çıkışı var. Günün her vaktinde kalabalık ve hareketli olan bu tarihi pazar yeri, 1928 yılından beri hizmet veriyor. Hemen her çeşit yöresel ürünün bulunabileceği bu renkli, tarihi ve özel dünyanın içinde aynı zamanda ''Bakırcılar Çarşısı'' ve ''Kasaplar Çarşısı'' da bulunuyor.
Kadayıf Tatlısı ve Künefe yapımı için kullanılan Tel Kadayıfı, özel pişirme saçlarında taze olarak üretip satan kadayıfçı dükkanları da var.
Elazığ'ın dillere destan; Salamura Köy İnek Peyniri, Tulum Peyniri, Tuzlu-tuzsuz Köy Terayağı, Salamura Köy Koyun Peyniri, Salamura Köy Keçi Peyniri çok güzel görünüyor.
Çeşit çeşit üzümün yetiştiği kentte üzüm suyu ile hazırlanan Şıra, Harput bölgesinde bulunan beyaz toprakla mayalandırılarak kazanda kaynatılıyor.
Tortusu kevgirle alınan şıra süzülerek farklı bir kazanda tekrar kaynamaya bırakılıyor. Bu sırada başka bir kap içerisinde ayrılan bir miktar şıraya un katılarak elde edilen ve '' livinç '' adı verilen karışım, kazanda kaynayan şıranın içerisine yavaş yavaş dökülerek bulamaç kıvamına gelene kadar kaynatılıyor.
Elde edilen bulamaca, ipe dizilen ceviz içlerinin belirli aralıklarla 3-4 kez batırılması ve güneşte kurutulmasıyla hazırlanan Orcik için böylesine uzun bir uğraş gerekiyor.
Cevizli dut pestilleri, Ağın Leblebisi, Cevizli Dut Orciği, Cevizli Üzüm Orciği, Orcik Şekeri gibi bir çok doğal ve yöresel ürün, Kapalı çarşı ve Elazığ'ın her yerinde aynı zamanda görsel bir şölen de oluşturuyor. Özellikle, Hititler bu yöreye köklü bir bağcılık kültürünü miras bırakmış. O tarihlerden beri üzümleriyle anılan Elazığ'ın bu zenginliği ''Elazığ Öküzgözü Üzümü'' 2008 yılında. ''Elazığ Boğazkere Üzümü'' ise 2019 yılında coğrafi işaret olarak tescillenmiş. Öküzgözü üzümü ismini tanelerinin iriliğinden alıyor. Etli, sulu ve iri taneli bir üzüm. Yörenin ikliminden ve toprak yapısından kaynaklı kendine özgü tada sahip, orta kalın kabuklu ve bol şıralı bir tür. Sofralık, şaraplık ve kurutmalık olarak değerlendiriliyor. Boğazkere üzümü ise yenildiğinde, boğazda yanma-ekşime tadı bıraktığından bu adla anılıyor. Taneleri orta büyüklükte, yuvarlak ve kalın kabuklu bir üzüm çeşidi.
Tarihte pek çok uygarlığa kucak açan bölge, MÖ 10.000' li yıllara kadar inen zengin bir kültürel birikimin mirasçısı. Onlarca antik kentin izleriyle dolu havzanın kalbi konumundaki Elazığ'da bulnduğum sürede bu havayı hissediyorum. Doğu Anadolu bölgesinin dağlık coğrafyasında düz bir araziye kurulmanın avantajını değerlendiren kent, geniş bulvar ve caddelere yayılmış. Çok katlı iş merkezleri, ışıklı vitrinler ve modern giyimli gençlerin gezindiği caddeler ile kıraathanelerin önüne dağılmış taburelerde gün boyu çay, kahve ve nargile içen pala bıyıklı ve kasketli topluluklar, Elazığ usulü bir Doğu-Batı sentezi sergiliyor. Kent merkezindeki lokanta ve restoranlardaysa et yemekleri ağırlıkta.
Elazığ'da günün diğer yarısında keşfetmek için can attığım yere '' Harput '' a doğru yola çıktım. Harput, şehir merkezine beş kilometre uzaklıkta yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş. Elazığ'ın en eski yerleşim merkezi, Anadolu'yu dünyaya bağlayan ticaret yolları üzerindeki konumuyla asırlar boyunca bir eğitim, kültür, din ve yönetim merkezi olan Harput'un tarihi MÖ 2000'li yıllara uzanıyor.
Kervan yollarının değişmesi ve Celali İsyanları (16. ve 17. yüzyıllar) ile giderek gözden düşen şehir, 19. yüzyılda Elazığ kurulunca adım adım terk edilmiş. Geçmişte Harput, Müslümanlar ve Hıristiyanlar başta olmak üzere farklı inançtan ve kültürden insanların dostça bir arada yaşadığı bir barış şehriymiş. Görkemli zamanların sessiz tanıkları olan camileri, medreseleri, kiliseleri, manastırları, kümbetleri, hamamları ve türbeleriyle Harput, Anadolu'nun doğusunu daha yakından tanımak için mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
Harput'un bir tarih geçidi sunan taş sokaklarında yürüyorum. Yabancı olduğumu gören Harputlular, ''hoş geldin'' sözünü esirgemiyor benden. Bu konukseverliği Keban'da ve Elazığ'ın genelinde insanlarla diyaloglarımda da görüyorum..
Geçmişte çok korunaklı ve stratejik bir kale konumundaki Harput, Türklerin 1085 yılındaki fethiyle şehirleşmeye başlamış. Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat'tan Diyarbakır'a gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yolda Bingöl ve Muş üzerinden Van'a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaymış. 16. ve 17. yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler önemli bir meblağ tutar. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi konumundadır. Dericilik, demircilik, bakırcılık, kumaş boyacılığı çok gelişmiş. 17. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi, Harput'ta 600'den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir. Bu dükkan sayısı müthiş bir rakam...
Şemseddin Sami, '' Kamus'ul Alam '' isimli eserinde 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, sekiz kilise, sekiz kütüphane, on iki han ve doksan hamamın olduğundan bahseder. Harput, 19. yüzyılda 17 si Müslüman, 5 tanesi de Hıristiyan olmak üzere 22 mahalleden oluşuyordu.
Batılı Seyyah ''Vital Cuinet'' 19. yüzyılın sonlarına doğru Harput'ta; 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks'un yaşadığından bahseder. Kalesi, camileri, türbeleri, tarihi evleri, çeşmeleri, hamamları, diğer tarihi kalıntıları ve piknik alanlarıyla yerli ve yabancı turistler için çok gözde bir yer.
Eğri minaresi ve avlu revaklarıyla ünlü Ulu Cami, Anadolu'nun en eski Camileri arasında. Artuklu sanatının incelikli detaylarını simgeliyor. Eğri minaresi, tuğla parçalarından yapılmış bitki motifleriyle bezeli.
Caminin çevresindeki sokaklarda nereye adım atsam tarihi bir yapıyla karşılaşıyorum.12. ve 13. yüzyıl tarihli sekizgen Artuklu kümbetleri , betonarme yapıların arasında yükseliyor.Harput Kalesi ; Roma, Sasani ve Bizans Dönemlerinde ''Ziata Castellum'', Araplarda ise ''Hısn-ı Ziyad'' adı ile anılıyordu. 17. yüzyılda kalede bir Osmanlı mahallesi kurulmuş. Mahalle halkının, 1830 ve 1920 yılları arasında yeni kurulan Elazığ şehrine göç etmesi ile bölgede yerleşim sona ermiş.
Tarihi Harput evlerinin sıralandığı dünya güzeli sokakların ucu, Harput Kalesi'ne çıkıyor. Gerçek dokusunu bozan taşlar kullanılarak yapılmış restorasyonuna karşın görkemini koruyan Harput Kalesi, Elazığ'a hakim bir noktaya kurulmuş. İlk inşası, Urartular dönemine tarihlenen kale, 12. yüzyılda Artuklu Sultanı Fahrettin Karaarslan tarafından bugünkü görünümüne kavuşturulmuş.
Osmanlı döneminde onarılan dikdörtgen planlı kale, iç içe iki sur arası örülerek içi toprakla doldurulmuş. Kalenin ortaçağ şatolarını anımsatan görkemli burçları hala sapasağlam. İnşası sırasında harcına su yerine süt konulduğu rivayet edilen yapı, bu nedenle yörede '' Süt Kalesi '' olarak da anılıyor.Dışarıdaki sıcak hava aşağılara indiğim her adımla daha da soğudu. Işıklandırılmış zindan oldukça geniş ve bir çok bölüme ayrılmış.
Bugüne kadar gördüğüm benzer örneklerinden farklı, yüzeyden çok aşağılarda ve her anlamda bir Zindan'a tanık oldum Harput Kalesi'nde... Bir gün Harput'a gelirseniz Kalenin Zindan'ına mutlaka inin.Kalenin burçlarında oluşturulmuş güvenli seyir alanlarından, Elazığ Kenti'nin bir bölümü görünüyor. Diğer yönlerden de Harput Kalesi'nin çevresini izledim.
Elazığ Müze Müdürlüğü ve Fırat Üniversitesi'nden Prof. Dr. İsmail AYTAÇ Başkanlığında halen devam eden kazılarda, 5. bölge (Orta Mahalle) ve Artuklu Sarayı'nın yer aldığı 1. bölgede kazı çalışmaları yapılmaya devam ediyor. Kale içinde Urartu, Bizans, Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine tarihlendirilen yapı kalıntıları ortaya çıkarılmış.
Bu yapılar arasında; Su sarnıçları, tandırlar, ocaklar, sedirler, nişler, metal, cam ve seramik atölyeleri, camii ve mektep yer alıyor. Kale içinde yaşanmışlığı gösteren arkeolojik buluntular (cam bilezik parçaları, askeri eşyalar, lüle parçaları, ok uçları, çeşitli mutfak eşyaları, sırlı-sırsız seramikler, boncuklar, porselen parçaları,metal ve kemik objeler, mancınık taşları, alçı süslemeler) çalışmalarda tespit edilmiş. Harput, 2017 yılı Mayıs ayında, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmiş.
Harput'un günümüze ulaşabilen geleneksel mimari yapılarından biri olan ve Ulucami'nin hemen yanındaki bu yapı, Gülsan Firması tarafından öncü bir örnek olarak kente kazandırılmak üzere satın alınmış.
Tarihi kimliğine uygun olarak onarılan bu konağın bilinen geçmişi 19. yüzyılın başına dayanıyor. ''Harput Şefik Gül Kültür Evi'' 2005 yılında '' Müze Ev'' olarak halkın ziyaretine açılmış.
Yayınlarda ve Elazığ ile ilgili yazılarda rastladığım ''Ensar Mangal Vadisi'' Harput'un Meydanı'nda gezerken karşıma çıktı. 2000 yılında kurulan işletme; açık alanı ve tarihi ''Cimşit Hamamı'' olan kapalı alanıyla da ilgi çekici ve lezzet düşkünlerinin Elazığ'daki uğrak yerlerinden. Pirzolacı Yusuf Usta'nın meşhur tarifleri ve ustalığıyla; Harput Kebabı, Patlıcan Söğürtme, Karışık Tepsi ve daha bir çok et lezzetiyle ünlü. Yöresel ''Dolanger Tatlısı'' ve ''Elazığ Kadayıf'' tatlısının güzel örnekleri de Ensar da bulunuyor. Keban da Çırçır Şelalesi'ndeki Alabalık ziyafetinden sonra tok olduğum için Ensar için hazır değildim... Bir başka zamanda, umarım Ensar'ın dillerdeki lezzetleriyle tanışırız.
Harput'ta her adımda tarih gezisi bitecek gibi görünmüyor. Şimdi de karşıma; '' Sarahatun Camii '' çıkıyor. Cami, ilk defa Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın annesi Sarahatun tarafından (Hicri 773, Miladi 1463'te) ahşap olarak, Hicri 993 yılında III. Murat devrinde ise Hacı Mustafa tarafından tamir edilerek yeniden yaptırılmış. Harput Müftüsü Hacı Ahmet Efendi'nin gayretleri ve halktan toplanan yardımlar ile 1843 yılında bugünkü durumuna getirilmiş. Cami kare planlı, orta kısmının üzeri dört kalın sütuna dayanan kubbeli, kenarları ise tonozla örtülü. Mihrabı mermerlerden olup sade niş halinde. Minberi ise taş işçiliğinin en güzel örneklerinden. Minaresi 1898 yılında iki renk körpe taşından yapılmış.
Oluşturulmuş Cam Seyir Teras üzerinden, Harput'u ve Elazığ'ın bir bölümünü izlemek güzeldi.Balak Gazi Parkı'nın hemen yakınındaki '' Alacalı Cami '' Artuklu Dönemine ait ve 1203-1204 yıllarında Artukoğullarının son hükümdarı Nureddin Artuk Şahın babası ''Hızır Bey'' tarafından yaptırılmış. Tavandaki ahşap işçiliği dikkat çekici. Caminin batısında bulunan kapısı yonca yaprağı şeklinde. Kapı üzerinde minareye çıkılan bir merdiveni bulunuyor. Minare şerefeye kadar sıra ile siyah-beyaz kesme taşla, şerefe üstü ise dama şeklinde siyah-beyaz taşla örülmüş.
Gün akşama doğru ilerlerken Harput'tan ayrıldım. Harput'ta yaptığım hızlı geziye rağmen tarihi Harput'un küçük bir bölümünü gezebildim...
Elazığ'da köfteciler sokağı diye bir sokak var. Bu sokağın tamamı köftecilerden oluşuyor. Ünü Elazığ'ı aşıp Ülkeye yayılan ''Salça Soslu Köfte'' yi denemeden Elazığ'dan ayrılmak istemiyorum.
Basit bir kızartma ocağında, ince köfteler hızlıca pişirilip ekmeğin arasına konuyor.Ekmeğin içine salça sürülüyor. Soğan, tuz ve baharat (paprika) sonrası tost makinesine giren ekmeğin üstüne bu kez salça sürülüp servis ediliyor.
Elazığ'a gelipte Orcik almadan dönülmezdi... Elazığlılar çoğunlukla ''Orpek Gıda'' yı tavsiye ettiler.Elazığ'ın yöresel ürünleri ile ilgili bilgiler aldığım Orpek'ten Cevizli Orcik..Ve Dut Pestili satın aldım..Çok güzel bir yaz akşamı, Keban, Çırçır, Harput ve Elazığ'la geçen yoğun günün sonunda yeşil Elazığ'da yürüyerek otele döndüm.
En son söz olarak bunları da söyleyeyim :: Tarih boyunca Harput, Ma'muratül -Aziz, El-Aziz gibi pek çok isimle anılan ''Gakkoşlar'' diyarı Elazığ çoğu tarihçiye göre yanı başında bulunan Harput'un devamı niteliğinde görüldüğü için tarihsel açıdan bir bütünün ayrılmaz parçaları. Elazığlı olanlar birbirlerine hitap ederken ''Gakgoş'' veya ''Gakgo'' kelimelerini kullanıyorlar. Elazığ ağzında bu kelimeler kardeş, ağabey gibi anlamlara gelmekte. ''Gakgoş'' sözcüğü yöresel olarak kullanılsa da zamanla ülkemizin her yerinde kullanılmaya başlanarak evrensel bir tabire dönüşmüş.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder