Sayfalar

12 Ağustos 2022 Cuma

 MARDİN ' İN KIŞINA TANIK OLDUM ...      (MARDİN)

'' İki nehir arasındaki ülke ''... Eski Yunanlılar, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki  bölgeyi böyle adlandırıyorlardı.
İbn Haldun, dünyayı yedi iklime ayırarak ortadaki dördüncü bölgeyi medeniyetlerin gelişmesine en uygun yer olarak gösterir. Mardin bu bölgenin içinde. Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi'nde yer alıyor, verimli Mezopotamya Ovası içerisine kurulmuş ve binlerce yıldır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan tarihi ve masalsı bir şehir. Adını Süryanice de kaleler anlamına gelen '' merdin '' kelimesinden aldığı söylenen bu otantik kenti ilk defa görmek ve Mezopotamya havasını solumak için kar yağışlı bir Mardin sabahında kente geldim. Taşın başkenti olarak bilinen bu şehirde tarih ile insan iç içe.
Sabah, Siirt deki evimin penceresinden bu görüntülerle uyandım. Bir an 'acaba' desem de, Mardin'in bir daha zor görebileceğim kış görüntülerine tanık olma isteği galip geldi.
Mardin'e geldiğimde lapa lapa kar yağışı devam ediyordu. Aldırmadan eski Mardin'in sokaklarında yürümeye başladım. Mardin, eski Mardin ve yeni Mardin olarak ikiye ayrılıyor. Eski Mardin'in tek caddesi olan birinci caddenin başlangıcında bulunan Cumhuriyet Meydanı'na geldim. 

Mardin, İnsanlığın ortak mirası bir kent. Asuri, Keldani, Ezidi, Süryani, Mihellimi, Kürt, Arap ve Türk halklarının kardeşçe yaşadığı bir başka yer...
Mardin, Ermeni ustaların incelikle işlediği taştan yapılarla bir açık hava müzesi görünümünde. Adeta Mezopotamya'yı izler gibi duran Atatürk Heykeli'nin de bulunduğu bu geniş meydanda çok dikkat çekici Mardin Müzesi binasına doğru yürüdüm.
Şimdilerin Mardin Müzesi'nin görkemli binası, 1895 yılında Antalya Patriği '' İgnatios Behnam '' tarafından  '' Süryani Katolik Patrikhanesi '' olarak yaptırılmış. Binanın doğu kısmında Meryem Ana Kilisesi yer alıyor.
Binayı Süryani Katolik Vakfı'ndan satın alan Kültür Bakanlığı, restore ederek 2000 yılında '' Mardin Müzesi '' olarak hizmete açmış.

Bina, güneye (ovaya) bakan U planlı ve üç katlı yapısı ile geleneksel '' Mardin Evi '' mimarisinin tüm karakteristik özelliklerini barındırıyor.

Mardin Müzesi ; çağdaş müzecilik anlayışıyla yenilenen tematik teşhir salonları, laboratuvarı, eğitim alanları ve etkinlik çeşitlilikleriyle iki ayrı binada hizmet veriyor.
Buradan kar yağışı nedeniyle pek görünmeyen Mezopotamya Ovası'na bakmak iyi geldi. Ve daha gezinin başında Mardin beni içine alıverdi...

Mardin Müzesi'nden çıkıp büyük meydanda yürürken tam da soğuk hava şartlarına uyan :) bir yer hemen karşımdaydı. 😀
Yüzyılları barındıran taş bir evde , kar sessizliğinde, içtikçe ısındığın ... '' Siras Süryani Şarapçılık '' ... 
Mezopotamya ruhunu, üzümleriyle bir şişede barındırıyor Siras. Yalnızca şarap alacağınız bir yer değil; müzikler eşliğinde tadım yapıp sohbet edebileceğiniz bir yer. Sahibi Bay Kuryakos ile tanıştım. Mardin ve Süryani Şarapları üzerine hoş bir sohbet yaptık. 
Süryani şarabı, belli bir kesim tarafından şarabın doğduğu topraklar olarak kabul edilen Mezopotamya bölgesinde doğan bir şarap. Her yıl o üzüm, o hasat ne veriyorsa o kadarıyla ve tamamen doğal yöntemlerle şarap yapılıyor. Kimyasal mayalama kullanılmıyor. Her aile kendine özgü şarap yapıyor. Bu sıcak ve dost buluşma ortamında Bay Kuryakos; '' Siras '', '' Olef '', '' Mazrona '', '' Dara '', '' Shiluh '' cinsi şaraplarından tadımlık ikram etti. Hepsi farklı tat, hepsi ayrı bir güzel. Siras ve Shiluh şaraplarından ve ayrıca '' Hibiskus likörü '' satın aldım.
Babil'in Talmud metinlerinde şarapla ilgili şöyle deniyor :  '' Bir insan üç şeyle ele verir kendini; şarap kadehiyle, cüzdanıyla ve gazabıyla ... ''
Mezopotamya da milattan 4000 yıl önce Sümerler tarafından şarap yapıldığı biliniyor. Sümerlerden sonra Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Likyalılar ve Kapadokyalıların yaşamında da şarap yerini almış. Şarabın bu uzun yolculuğu; İnsanoğlunun ufkunu açmış, tutkularını alevlendirmiş, kimi zaman üzüntüye boğmuş, kimi zaman da karşılaştığı felaketlerin sorumlusu olmuş... İşte bu yüzden antik dünya şaraba, yaşamını sağlamak için diğer besinlerden daha fazla önem vermiş. Dinsel bir tema olarak algılanan şarap her toplumda bir de şarap tanrısının var olmasına neden olmuş. Mısırlılar tanrılarına '' Osiris '', Yunanlılar '' Dionysos '', Romalılar ise '' Bacchus '' adını verirler.
Bu sıcak ortamdan çok güzel şaraplar tatmış, Mardinli güzel insanların tanışmış olmanın verdiği mutluluk ve sıcaklık ile yağan kar altında yürüyüşüme devam ettim. Aklımda Nazım Hikmet'in güzel dizeleri...
'' Ve dünya öyle büyük öyle güzel, öyle sonsuz ki deniz kıyıları. ''
'' Her gece hepimiz, yan yana uzanıp yaldızlı kumlara ''
'' Yıldızlı suların türküsünü dinleyebiliriz... ''
Mardin lezzetleri ile ilk tanışma anım... Şahmeran Yöresel lezzetler salonunu tavsiye üzerine tercih ettim. Yeni Mardin de bulunan yerleri; turistik bölgeye uzak, dıştan gösterişsiz gibi görünüyor ancak yerellerin tercih ettiği, kalabalık bir mekan. Mardin tabağını denemenizi tavsiye ederim. Mardin Tabağı (Mardin yöresel lezzetlerinin); Irok (içli köfte), Sembusek (Mardin'e özgü kapalı lahmacun), Kaburga dolması (iç pilavlı, bademli, kaburga etli), etli ekmek (etli pide), dolmalar ve Mardin güveci' nin bir tabakta servis edildiği özel bir yemek.
İlk defa denediğim Mardin lezzetlerini çok sevdim.
Her şeyin bir ilki olduğu gibi; Kibe' yi (Diyarbakır usulü işkembe bumbarı) ve mumbar'ı da denedim. lezzetlerine bayıldım.  
Bu lezzetlerin ve diğer Mardin lezzetlerinin tezgah üzerindeki görüntüleri de çok iyiydi.
Sembusek ... (Mardin'e özgü bir tür kapalı lahmacun) 

Etli Ekmek...


Hepsinin çok güzel olduğuna emin olduğum ve deneyemediğim lezzetler için bile tekrardan Mardin'e gelinir.



Tekrar eski Mardin'e döndüm. Mardin de gezilecek yerler listemde  çok fazla tarihi değer var. Yarım günde hepsini görmem mümkün değil. Acele ediyorum... Bu geziyi, Mardin'e bundan sonraki gelişlerim için tanışma ve keşif gezisi olarak görüyorum.

Olgunlaşma Enstitüsü'nün muhteşem binasının önüne geldiğimde, biraz yukarı da '' Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi '' ve onun da üzerinde '' Mardin Kalesi '' ne de güzel görünüyordu.
Mardin'in simgesi olan kalenin ateşe ve güneşe tapan '' Şad Buhari '' isminde bir kral tarafından ilk kez M.Ö. 330'da yapıldığı söyleniyor. Efsaneye göre, hasta olan kral kalede kaldığı süre içinde iyileşince kendisine bir kasır yaptırıp 12 yıl burada yaşamış, daha sonra ülkesi Babil'den bir çok asker ve sivil getirip Mardin'e yerleştirmiş. 19. yüzyılın ilk yarısında mevcut olan surların bugün yalnızca temelleri kalmış. Şehrin bir zamanlar altı kapısı olduğu biliniyor. Batı da Diyarbakır Kapı, doğuda Savur Kapısı, kuzeyde Bab - ı Şavt, kuzeybatıda Bab - ı Hamara, güneybatıda Bab - ı Zeytun, güneyde Bab - ı Cedid (Yeni Kapı). 
Mardin Kalesi eteğinde bulunan 700 yıllık Muzafferiye Medresesi'nin kalıntıları üzerinde, 11 Mayıs 1892' de Mektebi Rüştiye olarak 2 blok halinde inşası tamamlanan bugünün Mardin Olgunlaşma Enstitüsü'nde Mardin, Siirt ve Şırnak yöresine ait eski dokuma türleri hayat buluyor. 19. yüzyıl sonunda inşa edilen Mardin İdadi Mektebi günümüzde Olgunlaşma Enstitüsü, İdadi Mektebi ek binası ise Gazipaşa İlkokulu olarak kullanılıyor. İki yapıya da, Birinci Cadde'nin kuzeyinde kalan yaklaşık 50 basamaklı bir sokağın sonunda, görkemli taş işçiliği ile yapılmış iki adet anıtsal taç kapı ile ulaşılıyor. Bu anıtsal giriş kapıları, taş süslemeleri ile dikkat çekici. Doğu yönündeki kapı ana İdadi Mektebine, güney yönündeki kapı ise ek binaya ulaşım sağlıyor.
Ermeni Mimarbaşı Lole' nin yaptığı bu bina geometrik mimari ögeleri ve simetrik özelliği sonucu, Rönesans üslubu etkisi ile dikkat çekiyor. Büyük bir avlu çevresinde gelişen ana yapı, iki katlı ve dikdörtgen planlı şekilde inşa edilmiş.
Mezopotamya Ovasını karşılayacak şekilde düzenlenmiş. Yapıya, üst kattaki çıkmayı taşıyan kolonlu portikodan giriliyor. Mardin'de, Rönesans üslubuna rastlanan ender yapılardan olan bina, tamamen yöreye özgü sarı renkli kalker taşından inşa edilmiş. Duvarlar, örtüler, döşemeler ve süslemeler gibi yapıyı oluşturan birimlerin her birinde taşın hakimiyeti görülüyor. Tarihi binada; telkari, ahşap oymacılığı, dokuma, seramik ve cam teknolojisi, sedef kakma, el nakışları, el sanatları, giyim üretimi, gıda teknolojisi, iğne oyası, makine nakışı gibi unutulmaya yüz tutulan sanatlar yaşatılıyor. Enstitü, bugüne kadar yaklaşık 100 usta ile usta öğrenci yetiştirmiş.

İki okul binasını da içine alan avlunun etrafı taştan ihata duvarı ile çevrelenmiş. Okulun güney yönündeki duvarından eşsiz Mezopotamya manzarasını seyrettim.
Mardin, Yukarı Mezopotamya bölgesinde, 270 km boyunca uzanan bir ovaya bakan tepede yer alıyor. Ova, eskiçağda dünyanın belli başlı tahıl ambarlarından sayılıyordu. Bölge bereketli toprakları sayesinde bir çok uygarlığın da doğum yeri olmuş. Tarım ve hayvancılık bu havzada başlamış. İlk efsaneler burada çıkmış. Nuh Tufanı, İdris Peygamber, İskender - i Zülkarneyn, Gılgamış söylenceleri hep bu topraklara atfedilmiş.
Ana binanın hemen yanında bulunan ek bina, ana binaya benzer doğu - batı yönünde düzenlenmiş dikdörtgen plana sahip. Yapıya, güney cephesinde bulunan 7 basamaklı merdivenlerden sonra ulaşılan yoğun süslemeli taç kapı ile giriliyor.
Bina cephesinde güçlü simetri hakim.
Bu iki etkileyici yapıya ve Mezopotamya Ovası'na bakışlarımdan sonra Birinci Caddeye indim. Enfes kokular beni ister istemez ''Beyt Sahım'' e çekti ... 😀 
Beyt Sahım de Mardin'e özgü başka lezzetler karşıma çıktı.
Her an sıcak ve taze, fırından çıkardıkları Süryani Çöreği (hurmalı ya da bademli) baş köşede yerini almış. Mardin'in özel çöreği olan Süryani Çöreği, müthiş baharat karışımları ve süt ile yoğrulması ile oluşan mükemmel bir lezzet.

Bir tarafta '' İkliçe (Mardin Mevlid Çöreği) ... Aslında Ermeni ve Süryanilerin paskalya çöreği olan İklice taziye lezzeti olarak biliniyor. Yapımında tipik Mardin mutfağı özelliği; mahlep ve tarçının başrolü oynadığı müthiş bir tat.
Mardin Çöreği, Kasmus Çörek, Loziye (badem ezme), Tahinli kurabiye, Ceviz ezme diğer enfes lezzetler olarak yerini almış.


Mardin kent mimarisinin gelişmesi Artuklularla başlar, Osmanlılar ile devam eder. Artukoğlu devletinin ilk iki yüzyılında bir çok medrese yapılması eğitime verilen önemin göstergesi. Artukoğulları hem yöredeki farklı inançlara saygı göstermiş, hem de ekonomik ve sosyal gelişmeye hız kazandırmış.
Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılan Sultan İsa Medresesi, doğu ve batı uçlarındaki dilimli kubbeleri ve doğu tarafına rastlayan yüksek anıtsal portalı ile çok uzaklardan bile dikkat çekiyor.
TRT Belgesel ekibi içeri de çekim yaptığından, içeriye giremedim... Eski zamanların Zinciriye Medresesi'ni gösteren çok iyi bir görselini paylaşacağım...
4 ay sonra, Mardin'e bir daha gelişimde içinde çok zaman geçirdik. Dilimli kubbelerinin hemen yanından Mezopotamya'ya bu görüntüden baktık. Daha sonra yazacağım ikinci Mardin yazımda Mardin'in yaz halleri ile beraber Zinciriye Medresesi'nin güzel görüntülerini de paylaşacağım...

Sultan İsa Medresesi, Mardin' de hüküm süren son Artuklu Sultanı '' Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih '' tarafından 1385 yılında yaptırılmış. İlk defa Mardin' de görülen Timur ve ordusu ile savaşmış olan Melik Necmeddin İsa, yenilince bir süre bu medresede hapsedilmiş.
Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi'nin isminin ilginç bir hikayesi var. Kentin ilk kurulduğu yıllarda şehri yılanlar ve akrepler sarıyor. Bir çok insan yılan ve akrep sokması sonucu hayatını kaybediyor. Alimler bir araya gelerek çözüm arıyorlar ve sonunda Medrese ile Ulucami arasına bir zincir çekmeye karar veriyorlar. Rivayete göre, bir daha kimse yılan ve akrep sokmasından ölmüyor. Medresenin içinde bulunan Caminin en önemli özelliği mihrabın ışık geçiren taşları...
Medrese avlusunda bulunan '' Mahşer Havuzu '' nun anlamını anlatmadan geçmemek gerek...
Suyun ilk aktığı yer anne karnı. Suyun taşa çarptığı yer bebeklik. Karşımıza gelen orta büyüklükteki yer çocukluk ve sonra uzun gençlik oyuğundan akıyor su. Gençlikte hayat hiç geçmeyecekmiş gibi geldiğinden burada su yavaş akıyor. Sonra yaşlılık dönemi oyuğuna geliyor su. Yaşlılık dönemi uzun ince bir dönem ve su daha hızlı akıyor. Ve su en son büyük mahşer havuzuna akıyor. Bu havuz mahşer alanını simgeliyor. Bir gün tüm insanların toplanacağı ortak nokta havuz, mahşerdir... Mahşer havuzunun iki deliği var. Mübarek bir insan isen ve amel defterinde iyi şeyler yazılı ise öldükten sonra mahşer havuzunun üstteki deliğinden Cennete gidildiği, günahkar ve amel defterinde vebal çoksa en dipteki delikten Cehenneme gidildiği sembolize edilmiş...
Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi'nin anıtsal kapısı bir mimari harikası. Taş süslemelerin başlıca motifleri; burma, lale, üzüm salkımları ve karanfil.
Zinciriye Medresesi önünden de muhteşem manzarayı izleme fırsatını kaçırmadım.
Mardin kentinde ilk yerleşim kale içinde oluşmuş. Yüzyıllar içinde kent surların dışına yayılır. Kenti ikiye bölen tek caddenin iki yanında yer alan; Cami, medrese, türbe, kilise, hamam, çeşme ve evler, daracık sokaklar, merdivenler ya da yöre de '' abbara '' denilen üstü tonozlu geçitlerle birbirine bağlanmış. Mardin çarşısı da bu caddede. Mardin evleri, kalenin eteklerinden aşağıya doğru, hiç bir evin gölgesi birbirinin üzerine düşmeyecek şekilde yerleştirilmiş. Güneş ışınlarının aksi yönüne doğru açılan dar sokaklar yazın kavurucu sıcağında Mardinlilere gölge sağlıyor. İçinde genellikle birer kuyu bulunan evler, gündüzleri bile ışık yakmayı gerektirecek kadar güneş ışığından yoksun. Taşların özelliğinden dolayı evlerin içi yazları serin, kışları sıcak oluyor.
Mardin' de yüzyıllardır bir arada yaşayan Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin bir çok adeti, küçük farklılıklar olsa da aynı. Doğum, ölüm, evlenme gibi hayatın en önemli olayları karşısında, ayrıca farklı din ve mezheplerin özel dini bayramlarda, halklar arasında dayanışma ve sevgi süregelmiş. Herhangi bir hanede keder günü olduğunda, komşular acılı eve kap kap yemek taşıyor. Taziye günlerinde; okunmuş kesme şeker, tuz ve kahve teselli amacıyla üç gün boyunca dağıtılıyor.
Amerikalı aktris ve fotomodel Marilyn Monroe' ya benzerliği ile ünlenen ve '' Mardinli Marilyn Monroe '' olarak bilinen Melek Karahan'ın sabun mağazası önüne geldim.
 
'' Merdin Monroe '' adı ile patent alarak Mardin' de sabun mağazası açan ve Marilyn Monroe' ya benzeyen görüntüsü ile ilgi odağı olan Afyonkarahisar' lı Melek Karahan girişimci bir iş kadını olarak sıfırdan kendini yapılandıran başarı öyküsüyle hem de Mardin'e turistik katkılarıyla ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.

Jandarma olan eşinin görevi nedeniyle Mardin'e gelmiş. Şehri çok sevdikleri için yerleşmeye karar vermişler. Sabun üretim sektörü çok ilgisini çektiğinden, severek yapabileceği bir iş alanı olarak düşünmüş. Zorlu süreçlerden sonra başardığını düşünüyor.

Yerli yabancı pek çok insan gelip geçerken mutlaka mağazaya uğruyor. Resim çektirip, alışveriş yapıyorlar. Marilyn Monroe ismi ile patent alma sürecinde Marilyn Monroe' nin avukatları buna itiraz etmişler. Sonuçta '' Merdin Monroe '' olarak patent alabilmiş.
Sokak hayvanlarıyla ilgili insanları bilinçlendirmek amaçlı afişler bastırıyor. Mağazasının arka sokağındaki bölümü kiralayarak hayvan barınağı yaptırmış.


Yaralı ve hasta olan hayvanları, tedavi ettirerek yardımcı olmaya çalışıyor. Mardinli Marilyn Monroe olarak bilinen Melek Karahan, kazancının % 90' ını sokak hayvanları için harcadığını söylüyor.
Mardin' de kedi sokağı her haliyle güzel. Sokağın gittiği son noktaya kadar bu güzel görüntülerle yürüdüm.

Birinci Caddede '' Merdin Monreo'' nun sabun mağazasına çok uzak olmayan bir yerde sabun İmparatoru'nun dükkanına da gidelim mi ?
Üç kuşaktır sabunculuk yapan '' Tarihi Sabuncu Mehmet Dede'nin '' yerine girdiğimde bir televizyon kanalı, çekim yapıp kendisiyle röportaj yapıyordu.
Yabani fıstıktan yapılan '' Bıttım Sabunu '' kazandayken açık yeşil renkte sonra limon sarısı daha sonra turuncu renge dönüyor. Fıstığın kokusu daha da belirginleşiyor.

Cilde ve saça çok faydalı olan bıttım sabunu haricinde badem özlü ve menengiç sabunları da var. Yapımlarında kimyasal madde kullanılmıyor.

Mehmet Dede'nin sabun dükkanı, adeta üç kuşağı gösteren bir sabun müzesi gibi. İçerideki sabun kokularının tarifi imkansız. Gidip dükkanın havasını solumak en iyisi... 

Mardin de yaptığım ilk keşif gezisinde öyle bir yere gittim ki : Mardin gezisinin buradan sonra başlaması gerektiğini düşünüyorum... 
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi'nin içinde bulunduğu yapı, II. Abdülhamid (saltanat: 1876 - 1909) döneminde, Diyarbakır Valisi Hacı Hasan Paşa tarafından 1889 yılında Süvari Kışlası olarak yaptırılmış ve uzun yıllar bu şekilde kullanılmış. 
Yapının mimarı, Ermeni asıllı '' Sarkis Elyas Lole ''. 2000 yılında ÇEKÜL Vakfı öncülüğünde yapılan girişimlerle tarihi yapının önemi vurgulanmış ve onarılmasının gerektiği belirtilmiş. Bu doğrultuda Sakıp Sabancı ile görüşülmüş ve binanın onarımı için yardım talep edilmiş. 2004 yılında Sakıp Sabancı'nın vefatının ardından Sabancı Vakfı ve Sakıp Sabancı Ailesi, bu parayı Sakıp Sabancı'nın vasiyeti olarak görmüş ve 28 Mart 2006 tarihinde '' Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi Protokolü '' imzalanmış. Müzenin onarım ve restorasyonunun tamamlanması ile birlikte bugün Sabancı Vakfı'na bağlı '' özel müze '' statüsünde olan Sakıp Sabancı Kent Müzesi; koleksiyonu, eğitim programları, konferans ve seminerleriyle çok yönlü bir müzecilik ortamı sunarken Mardin'in kentsel oluşumunu ve yaşam kültürünü sergilemek ve tanıtmayı amaçlamakta, Dilek Sabancı Sanat Galerisi ise geçici sergilerle, Mardin'de modern ve çağdaş bir sanat platformu oluşturmayı hedefliyor.
Müzenin hemen karşısında tarihi binası ile Mardin Valiliği bulunuyor. Mezopotamya Ovası'nı bir de müzenin geniş bahçesinden seyrettim...

Müzenin kendisi bir mimari şaheser, ana kapı ise ayrı bir güzellik.
Ana giriş kapısının önünde özel bir alanda sergilenen bu otomobilin bir hikayesi var... Benim çok ilgimi çeken '' Mardin' den Bir Otomobil Hikayesi '' ne başlayalım...
MARDİN'İN OTOMOBİLLERİ : Amerika Birleşik Devletleri' nden ve Avrupa'dan ithal edilen otomobiller, 1950'li yıllardan itibaren, başta büyük kentler olmak üzere Türkiye genelinde alıcı buldu. Mardin'e ulaşan ilk ithal araba markalarından biri. Michigan'da üretilen Kaiser - Frazer idi. Ancak Mardin'in bozuk, toprak yolları altı yere yakın olan bu otomobille aşılacak gibi değildi. Chevrolet ve Ford marka otomobiller, kısa süre sonra Kaiser Frazerlerin yerini aldı. Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen yük gemileri, otomobilleri İskenderun Limanı'nda sahipleriyle buluşturuyordu. Başta Adana, Gaziantep, Diyarbakır, Mardin olmak üzere, Güneydoğu İlleri ile Ortadoğu toprakları, Suriye, Irak ve İran için dünyaya açılan kapı İskenderun Limanı idi.
YAYHA MUİN ÖZYARDIMCI VE CHEVROLET DELUXE : Yahya Muin, 1913' te Mardin'de dünyaya geldi. Mardin'de '' yardım eden '' anlamına gelen Muin lakabı ile tanınan ailesi, soyadı kanunu ile birlikte Özyardımcı soyadını aldı. Yahya Muin, 1930' lardan itibaren, kardeşi Salih'le birlikte, Ford, Mercury, DeSoto marka Amerikan otomobillerini, kamyon ve otobüslerini Mardin'e getirdi, alım satımını yaptı. Yahya Bey, taksi olarak çalıştıracağı, Chovrolet kataloğundan seçtiği, kiremit renkli otomobilini İskenderun Limanı'ndan teslim aldı. Aylardır beklediği Chevrolet otomobilini, limandan kendisi teslim alabilmek için bir aya yakın İskenderun'da kaldı ve geminin varışını bekledi. Aynı gemiden, Mardin'e gelmek üzere 12 Chevrolet inmişti. Rengarenk Chevrolet araçlar, konvoy halinde Mardin'e ulaştı. Genel anlatıya göre, o günlerde bir Amerikan arabasına ödenen 11.000 - 12.000 TL ile, Mardin'de iki katlı bir konak satın almak mümkündü. Otomobilin simgesi olan kiremit rengi hiç değişmedi. Aracın ilk plakası MARDİN T - 00318 idi. Yahya Özyardımcı, ekmek kapısı olan otomobili sayesinde 9 evladını yetiştirdi, en iyi okullarda okuttu. 2007' de Mardin'de vefat etti. Otomobili ise, evlatları tarafından 2019' da Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi Dilek Sabancı Sanat Galerisi'ne bağışlandı.
CHEVROLET' İN MİSAFİRLERİ : Yahya Muin'in müşterileri Mardin'in çok kültürlü yerli halkı ve Mardin'e gelen siyasetçiler, bürokratlar, hakimlerdi. Mardin'deki din adamları, milletvekilleri, köy ağaları, güvenilir kişiliğiyle tanınan Yahya Muin ile seyahat etmeyi tercih ederlerdi. Yahya Muin'in müşterilerinden biri de, Mardin Metropoliti Hanna Dolabani idi. Otomobil, Mardin'deki düğünlerinde gelin arabasıydı. Mardin'de adli keşif gezileri de Yahya Muin'in otomobiliyle yapılırdı. Aralarında; İsmet İnönü, Celal Bayar, Hasan Ali Yücel de olan, Türkiye siyasi tarihinin önemli isimleri de Mardin'i ziyaret etmişti. 1950'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı Mardin'e geldiğinde karşılayan araç konvoyunun başını çeken de, Yahya Muin'in sahibi olduğu taksilerden biriydi.
CHEVROLET'İN GEÇTİĞİ YOLLAR : Taksi olarak çalışan otomobillerin güzergahı Mardin ile sınırlı değildi. Mardin'in komşu illerine de yolcu taşınırdı. Mardin'e gelen veya Mardin dışına seyahat edecek yolcular, Diyarbakır Garı ve Diyarbakır Havalimanı'na giderdi. Mardin'de, Bağdat demiryolunun da bir parçası olan, Nusaybin ve Şenyurt istasyonları olsa da, bu istasyonlar yolcu taşımacılığı için değil, posta ekspresi olarak kullanılan hatlardı. Trenle seyahat edenler de, Mardin'e en yakın gar olan Diyarbakır Garı'nı kullanırdı. Yahya Muin'in taksisi de bu güzergahlara yolcu taşırdı. 

Marıdın, Merde, Mardıa, Merdı, Merdo, Mırdo, Merdın, Matedın, Erdobe ve Mardin... Tarih boyunca ne kadar da çok isme sahip olmuş Mardin.

İkon, 20. yüzyıl..


Bazalt taşından aslan tasvirli rölyef, 13. yüzyıl, Artuklu Dönemi..



Mardin mimarisinde kullanılan malzeme taş. Kalker taş yatakları eskiden kentin güneyindeki '' Belsik '' denen bölgedeymiş. 1925' lerde bu taş yatakları tükenir. Ünlü mimar Sarkis Lole, Midyat'ta '' nahit '' taşı yataklarını keşfeder. 

'' Nahit '' Arap ve Süryani halk dilinde kullanılan bir sözcük; '' tıraş etme, kesme '' anlamını taşıyor. Midyat, Ömerli, Viranşehir hatta Antakya'ya kadar bu taşa rastlamak mümkündür. Taş süslemelerinin başlıca motifleri; burma, lale, üzüm salkımları ve karanfil olmuş.

'' Mınkar '' adı verilen çelik kalemlerle çalışan eski taş ustaları ve nakkaşlar; medrese, kilise, cami, manastır, saray, malikane ve köprü gibi bir çok eserle şehri süslemişler. Bazı binaların dış cephelerinde kitabeler de yer alıyor.



Mardin bir yamacın üzerine kurulmuş bir şehir. Bir tepe ve eğimi yüksek olan bir yer. Ve güneye bakan avluların yan yana olduğu daracık sokakların oluştuğu bir yer. Mevsimsel şartlar düşünüldüğünde burada kar yağışının çok yoğun olduğu dönemlerde, insanların birinin avlusu, diğerinin terası... Teraslanmış şekildeki evler. Kar küreme de bile komşuların bir araya geldiği, zorunlu bir araya gelmenin yaşamı birlikte mecbur kılan bir mimarisi var. Bu mimari yapı komşuluk ilişkilerini daha da güçlendirmiş.
Bazı evlerin altında, sokaklarda '' abbara '' denilen üstü tonozlu geçitler, kent içi ulaşımda sürprizli kestirmeler yaratıyor. Sokaklar eğimli arazinin elverdiği ve insanlarla yük hayvanlarının geçebileceği genişlikte. Görece geniş sokaklar '' iskak '' , patika biçimindekiler ise '' zabak '' diye adlandırılıyor. Bazı sokaklar, küçük meydanlara ya da bir kaç evin oluşturduğu sokaklara açılıyor veya bir köşede bir çeşmeyle buluşuyor.
Mardin ve Mardinliler adlı eserde, Latif Öztürkatalay '' abbara '' lar hakkında ilginç bilgiler vermiş :  '' Abbaralar yağmurda oyun alanımız olurdu. Ama büyük çocukların el koyduğu bazı abbaralar da küçükler oynayamazdı. Hava karardıktan sonra giremediğimiz abbaralar vardı ki, anlatılanlara göre buralarda cinler, periler cirit oynuyordu... '' 😕
Bronzdan yapılma kapı tokmakları genellikle halkalı, hanımeli ve stilize horoz figürü şeklinde ve bugün de kullanılıyor. Bazı avlu kapılarında, kadın ve erkekler için farklı ses veren iki ayrı tokmak bulunur. Çocuklara özel kapı tokmakları da bulunuyor. Kapının üst tarafında lale, karanfil veya başka motifler içeren armalar yer alır, bu armalar içinde Hz. Süleyman mührü de bulunuyor. Güvercin en çok kullanılan motiflerden biri. Kitab-ı Mukaddes'ten alınan bu güvercin figürü, İsa Mesih'in vaftizi anında Tanrı'nın gönderdiği güvercinin ağzından kutsal yağ damlaması inancına dayanıyor. 

1930 'larda Mardin'i ziyaret eden ve kentin mimarisi hakkında araştırma yapan mimar Albert Gabriel, Mardin'i ilk gördüğünde şunları yazmıştı : '' ... Bu Doğu kentinde çok ender karşılaşılan bir soyluluk havası var. Sokaklar nispeten bakımlı, su bol olmasa da, havanın saflığı ve temizliği gerçekten söylendiği kadar var. Ama Mardin'in en çekici yanı, kente girer girmez göze çarpan panorama.''  Gabriel, önce kentin ayrıntılı bir planını çıkarmış, daha sonra kentteki anıtsal yapıları incelemiş. 
Mardin'de yaşanan tutkulu bir aşkın (Mardinli Maani'nin hikayesi) hikayesi çok ilginç...
Ünlü Fransız gezgin J.B. Tavernier de Mardin'e yolu düşenlerdendir. 1643'te Urfa'dan Mardin'e gelip buradan Musul'a inmiştir. Mardinli bir kadının, anılarında önemli bir yeri vardır : '' ... Mardin, gezgin Pietro della Valle'nin ilk karısı Maani Giorida'nın doğduğu yerdir. Pietro della Valle, bu genç kadınla Bağdat'ta evlenmişti. Birlikte geçirdikleri beş yıllık gezgin hayatının sonunda Maani ölür. Acılı koca karısına duyduğu aşk yüzünden onun naaşını kurşun bir tabuta koyarak dört yıl boyunca gezdirir. Roma'ya döndüğünde orada defneder. ''
   Halep'ten kalkan kervan
   Mardin yolunu tutar
   Al o yarimi getir
   Beni bu dertten kurtar...
Mardin, hem tarihi ipek yolu üzerinde, hem de bu yola hakim konumdadır. Ticaret kervanlarının Mardin'de konaklamadan yollarına devam etmeleri olanaksızdı. Tüccarlar ve Batılı gezginler, yanlarında kılavuzları, binek ve yük hayvanları, silahları, sandıkları ve torbaları, eyalet paşalarından aldıkları takdim mektuplarıyla yüzyıllar boyu bu durak noktasını ziyaret ettiler. İbn Battuta, 1327'de İran-Irak gezisi dönüşü, Dicle vadisindeki neft (petrol) bataklıklarından geçerek Mardin'e varır : '' Dağın eteklerine kurulmuş bir şehir burası. İslam şehirlerinin en güzellerinden... '' demiştir.
Mardin'i ziyaret eden üç ünlü gezgin daha vardır : Evliya Çelebi, Jean-Baptiste Tavernier ve Marco Polo. Venedikli gezgin Marco Polo 1200 yıllarında Avrupa'dan Asya'ya giderken, hem dinlenmek hem de kenti gezip görmek için tarihi İpek Yolu üzerindeki Mardin'e uğramış.

Tarih boyunca bir kavşak noktası olan Mardin, aldığı göçlerle hep çok inançlı ve çok kültürlü oldu. Farklılıklar '' Mardinlilik '' potasında eridi. Evliya Çelebi 16. yüzyıldaki Mardin'i şöyle tanıtır : '' Bir tarafında Saçlı Dağın (Sincar) Kürtleri vardır, bir tarafında Aşdı, diğer tarafında Şakağı aşireti Kürtleri ve sahralarda göçebe Türkmenler bulunur. Çöl yerlerinde Tay kabilesi Araplar konar, göçer... Zeamet sahibi otuz altı ve tımar sahibi dört yüz altmış beştir.'' 16. yüzyılda Yahudiler, kentin ticaret merkezi sayılan Cami-i Kebir (Ulu Cami) civarında yaşıyorlardı. Nusaybin'de de küçük bir Yahudi cemaati vardı. Mardin kent merkezinde ticaret ve zanaatla uğraşan Ermeni ve Süryaniler, çoğunlukla dükkan ve atölyelerin yer aldığı Bab-ı Zeytun, Kırkız, Cami-i Kebir mahallelerine yakın Hristiyan yerleşimlerinde otururlardı. Bu iki cemaat, bir kısım Müslüman aileyle birlikte kentin ticaretini yönetiyordu. Savur, Mazı Dağı ve Nusaybin bölgesinde, toprak ve hayvancılıkla geçinen aşiretler vardı. Bu aşiretlerin beylerinin konakları daha çok kentin güney mahallelerinde yer alırken, Osmanlı Devletinin atadığı yönetici ve bürokratların evleri kentin iç ve kuzey mahallelerindeydi. Kentin dış mahallelerinde ise güneşe tapan kadim Şemsiler yaşardı.

Mustafa Kemal Atatürk Mardin'e ilk geldiğinde bugün Kız Meslek Lisesi olan binada kalmıştı. 1916'da Mardin'de bulunduğu sırada miralaylıktan mirlivalığa yükseltilen Mustafa Kemal bir yıl sonra İkinci Ordu Komutanlığına vekalet ettiği sırada tekrar Mardin'e uğradığında halk tarafından coşkuyla karşılanır. Beraberinde Dr. Yarbay Hüseyin, Binbaşı Rıfat Bulca, Yaver Cevat Abbas, Yüzbaşı Neşet Bora, Yüzbaşı Rauf, Emir Subayı Şükrü Tezer vardı. Atatürk o günün gecesinde Mardin ileri gelenleriyle birlikte Belediye Başkanı Hıdır Çelebi Kömürlü' nün evinde konuk olur.
19. yüzyıl sonlarında geleneksel giysileriyle Mardinli Süryaniler..

Gümüş kemer, nazarlık, kemer tokası ve tepelik..
Osmanlı dönemi kişisel eşyalar, 19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başı..
20. yüzyıl başlarında geleneksel giysileriyle Mardinli Keldaniler..


Halife Ömer döneminde Ergani ocaklarından çıkarılan bakır, Mardin, Diyarbakır ve Siirt'teki atölyelerde işleniyordu. Mardin darphaneleri de bu olguyu doğruluyor. Bakırcılık sanatı, Mardin'in tarihi çarşısında yüzyıllardır varlığını sürdürüyor. Geleneksel desenlerin bakıra işlenmesi bilek gücüne dayanıyor.


'' Tel işi '' anlamına gelen telkari, tel halindeki altın ve gümüşü bir tahta üzerinde açılmış olan oyuklara kakarak veya gömerek yapılan süsleme sanatı. Bu el sanatının tarihçesi bilinmemekle beraber, büyük bir olasılıkla tarih öncesine dayanıyor; çünkü dünyanın ilk altın madeni bu bölgede bulunmuş.

Mardin'in Midyat ilçesinde gümüş üzerine yapılan kuyumculuk bu yöreye özgü. Bu alandaki ustalıklarından ötürü Süryaniler için '' kumaşın ve altının sihirbazı '' tabiri kullanılıyor. Telkari'ye '' vav işi '' de deniyor; nedeni Arap alfabesindeki vav harfinin telkari de hayli sık kullanılmasındandır.
Sakıp Sabancı Kent Müzesi'ni gezmeye devam ediyorum. Bu harika müze gezisine yarım gün ayırmanızı öneririm.... Mardin'in kentsel oluşumunu ve yaşam kültürünü sergilemeyi ve tanıtmayı amaçlayan müze de; Kentin uzun soluklu tarihi, uzun yıllardır varlığını sürdüren çok kültürlü, çok dinli kimliği, gündelik yaşam pratiklerini yansıtan objeler ve canlandırmalar eşliğinde, fotoğraflar ve bilgilendirici panolarla anlatılıyor. Mardin'de yerleşmiş farklı inançlara sahip kişilere ait mezar taşları, Mardin'in el sanatları, kuyumculuk, bakırcılık, dokumacılık, sabunculuk, taş oymacılığı ürünleri, evlerde, köylerde ve ibadet mekanlarında kullanılan eşyalar, yerel kıyafetler, çağdaş müzecilik anlayışına uygun olarak, Müze'nin üst katında teşhir ediliyor.
Kentin dar ve yokuşlu sokaklarında tek ulaşım ve taşıma aracı eşekler... Yolunu kendi kendine bulabilen, merdiven çıkabilen eşekler, kentliler için hem taksi, hem çöpçü, hem hamal, hem saka olmuş. Mardin'de '' iki kilbiş '' (sazdan örülü sepet) bir ağırlık ölçüsü ve '' bir eşek yükü '' demek oluyor. '' Eşekler çöpçülere zimmetli ve belli bir zaman sonra da belediyeden emekli olurlar. Daracık sokak ve abbaralar da çöpler bu eşeklerle toplanır. Yol vermek için kenara çekilip 'Kolay gelsin' dediğinizde, beline kırmızı puşi bağlamış çöpçüden alacağınız cevap, 'Başım gözüm üstüne!'
olacaktır. ''

Erzurum Kongresi Mardin Delegesi Hasan İçinsel (Sırrızade Hasan Bey) ve Ailesi..


Mardinli bir aile..


Yazmacılığın bölgede varlığı MÖ. 2500'e dayanıyor. Asurlular pamuk çiğitlerini Irak'a getirerek bölgelerinde üretmiş ve bundan kumaş dokumuşlardı. El yapımı kalıplarla kök boya kullanarak pamuklu dokumalara çeşitli figürler basılması belki de bu çok eski köklere dayanıyor. Süryani Şimmas Hindi ailesi 200 yıldır ressam ve yazmacı olarak tanınıyor. Bu aileden gelen İshak, kök boyayla yaptığı değişik konulardaki resimli perdeler ve tablolarıyla Mezopotamya'daki bütün kiliseleri süslemişti. İshak Usta ahşap ve mermer üzerine işlemeler, burşan (ayin ekmeği) kalıpları ve değişik basma kalıpları yaptı. İkinci Dünya Savaşı sırasında kumaş kıtlığı olduğunda her türlü kumaşın taklidini de yaparmış. 1944'te 78 yaşında ölmüş. Bu ailenin bugün en yaşlısı olan Nasra Hanım, aile büyüklerinden öğrendiği yazmacılık sanatını, ürettiği dini motifli örtülerle hala yaşatıyor.
Nasra Şımmashindi tarafından yapılmış yazma, 20. yüzyıl..
Basma Kalıpları, 20. yüzyıl..
Nasra Şımmashindi tarafından yapılmış yazma, 20. yüzyıl..



İlk defa Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi'nde gördüğüm ve öğrendiğim, kış aylarında kullanılan bir ısınma yöntemi... Kürsü (Kırsi)
Kürsü soğuk kış günlerinde ısıdan olabildiğince faydalanmak üzere tasarlanmış büyük bir masa. Bu masanın altına, orta yere, kor haline gelmiş ateşiyle bir mangal yerleştirilir. Üzerine yorgan ve örtüler konurmuş. Hane halkı yorganı boğazına kadar çekerek kürsünün üzerine yerleşir. Dış hayatla bağın koptuğu karlı kış gecelerinde kürsü başı sohbet ve öyküleri Mardin'in bugün artık özlenen bir geleneği olmuş.

Mardin'de mangal başında sohbetler..

Mardinliler gökyüzüne yakın yaşıyor. Herkesin Mardin'de bir yıldızı var. Ve kime sorarsanız; çocukluğumuzda en büyük yıldız bizimdir diyorlar. Çünkü, buralarda yazları hala damda yatma kültürü devam ediyor. Ve damda yıldızlar onlara bir el uzaklığı kadar yakın.
Sıcak yaz gecelerinde hayat damlarda devam eder. Mardinliler çevresi beyaz bezlerle sarılmış tahtın içinde, sıcak yaz gecelerinde serinliğin keyfini yıldızları seyrederek yaşar. Dünyanın en sağlam ağaçlarından biri olan dişbudak ağacından imal edilen tahtları eskiden Ermeni ustalar yaparmış. Oturma yerlerine pamuklu şilteler atılırmış. Günümüzde eski ustalardan işi öğrenenler halen bu zanaata devam etseler de, tahtlar artık metalden veya daha ucuz olan kavaktan yapılıyor.
 '' Güneşin batmaya başladığı saatler ile sabahın erken saatlerinde dam veya avlulardaki bu bembeyaz ıstereli tahtlar, denizin üstünde duran yelkenleri andırırken bu tahtların başucunda geniş karınlı '' carra '' veya daha zarif yapılı '' kırrez '' denilen toprak su testileri bulunurdu. Bu testilerin başlarına geçirilmiş olan, üzeri çeşitli şekil ve motiflerle süslü su tasları ise adeta bir masal dünyasını çağrıştırırdı. ''   (Şekip Yurttaşer)

Bu defa karşıma ahşap bir dolap çıktı. Ama nasıl bir ahşap dolap... !
Ikvara... Ikvaralar ahşaptan yapılıyor. Dikdörtgen biçiminde bölmeli çekmecelerden oluşuyor. Her bir gözüne ayrı cins bulgur konurmuş. Biçim olarak, bugün resmi dairelerimizde kullanılan evrak dolaplarını andırıyor. Daha eskilerde bu ıkvaraların topraktan yapıldıkları da biliniyor. Tabanı özel sactan yapılmış tahta ıkvaralar ise, sade yağ denilen hayvansal yağların korunmasına yararmış...
Cıncar - döven, 20 yüzyılın birinci çeyreği.. Bu döven (cıncar) 2001 yılına kadar Savur İlçesi'nin Rıssin köyünde kullanılmış...

Kilim tezgahı ve yün kilim, 20. yüzyıl..

Mardin müziğindeki çeşitlilik farklı dinlerden çok, farklı etnisitelerden kaynaklanıyor. Kentte genellikle Arapça müzik dinlenir. Yüzyıl kadar önce, merkezde Ermenice ve Süryanice müzikleri de duyulurmuş. Kürtçe müzik ise merkezden çok çevrede yaygın. Mardin, Osmanlı-Türk kültürüyle 16. yüzyılda tanışmış. Süryani ve Ermeni kilise makamları ile Osmanlı-Türk makamları bölgedeki müzik anlayışını belirler.
Aynı şarkının Türkçe, Arapça ve Süryanicesini duymak mümkündür. Birkaç dilden oluşan güftelere de rastlanır. İlçe ve köylerde, Kürt aşiretlerin kültürel kimliği öne çıkar. Kızıltepe'deki Kürt, Yezidi ve Çeçen grupların müzikleri farklıdır. Çeçenler, kadınların çaldığı bir tür akordeon (pandır) kullanıyor.
Erkeklerin söylediği '' Lavik havaları '' ve gezgin halk hikayecileri '' dengbejler '' in müziği Kürtlere özgüdür. Dini törenlerde def çalıp ilahi söyleyen '' kavvallar '' Yezidi müziğinin temelini oluşturuyor; Yezidilerin kutsal saydığı tavus kuşu ve Şeyh Adi gibi motiflere ilahilerde sıkça rastlanır. Karaçi veya Mırıp adı verilen topluluklar, güneydoğunun profesyonel gezgin müzisyenleridir. Köy ve kasabalar arasında gezerek müziklerini icra ediyorlar.
Edip Gürdal, 1950-1965 arasında dost meclislerinde icra edilen o günkü yerel müzikleri makaralı teyple kaydetmişti. Cebrail Kilimci bu kayıtların dijital ortama aktarılmasını sağlamış.
Bu çalışmaların birinde, Mardin'in bir divanı ortaya çıkarılır...

Bugün bile Türk Sanat Müziğimizde önemli bir yeri olan Tüfekçi Ailesi.
Tuma, Cemil, Zeki Tüfekçi kardeşler. Geçmiş zaman olur ki...


Müze gezisinden, gördüklerimden, öğrendiklerimden çok etkilenmiştim. Zamanın burada nasıl geçtiğini anlayamadım. Müze kapanış saati geliyordu. Alt kattaki konulu eserler galerisini çok hızlı gezdim.



Bir dönem çalışmaktan gurur duyduğum Sabancı Ailesinin büyüğü Sakıp Sabancı'ya müze gezisi sonrası bir defa daha saygı duydum.



Mardin'de insan değerli, yaşam değerli, yaşanılan an değerli... Saygı içinde yüzlerce yıldır insanlar beraber yaşıyorlar.
Sakıp Sabancı Kent Müzesi'nden çıktığımda kar yağışı devam ediyordu. Her adım başı bir tarihi eser var. Çok geçmeden karşıma '' Şehidiye Camii ve Medresesi '' çıktı. 1214 yılında Artuklu hükümdarlarından '' Melik Mansur Nasreddin Aslan '' tarafından medrese olarak inşa ettirilmiş.
Medrese, revaklı avlulu ve ayvanlı medrese şemasına uygun. İki şerefeli ve çift merdivenli olan minare, iskelesiz olarak inşa edilmiş. Yıkılan minaresi 1914' te Ermeni mimar '' Lole Giso '' ya yeniden yaptırılmış.


Günümüz de, Mardin Artuklu Üniversitesi'nin, Kafe-Restoran ve Uygulama Oteli olarak kullanılan binası da ziyaretçilerin ilgi odağı.

1890 yılında Şahtana Ailesi için, mimarbaşı Lole tarafından konut olarak yapılmış. '' Şahtana Ailesi Evi '' olarak biliniyor. Aynı zamanda 1953'ten beri PTT binası olarak da kullanıyor.

Bayram günlerinde Müslümanlar da, Hristiyanlar da mahlepli çörek yapıyor, birbirlerinin hayırlı gününü kutluyorlar, geleneklerine saygı gösteriyorlar. Noel, Hristiyan ve Müslümanlarca birlikte kutlanır. Yılbaşı gecesi çocuklar maskeler ve değişik kıyafetlerle evlerin kapılarını çalıp tekerlemeler söylüyorlar. Evlerden kuruyemiş ve şekerleme toplanıyor. Ramazanda 10 yaşın üzerindeki çocuklar oruç tutuyor. Ana babalar iftara az kala çocuklarını sırtlarına alıp evin avlusunda dolaştırır. Şeker ve Kurban bayramlarını da Hristiyan ve Müslümanlar beraber kutluyor. Paskalya ve Zerde bayramlarında keke benzeyen küçük çörekler yapılıyor. Müslümanlar Paskalya' ya '' hassitmerene '' diyor. Yumurtalar haşlanıp kırmızıya boyanır. Müslümanlar ve Hristiyanlar acı kahve denen '' mırra '' yı da paylaşıyor. Hıdrellez şenliklerinin yanı sıra Mardin'e özgü '' hıs ıt mereni (Meri'nin uyanışı) şenlikleri de yapılıyor. 

Kar yağışı altında geldiğim Mardin'den yine kar yağışı ile ayrıldım. Sıra dışı bir kent olan Mardin'in etkileyici görüntüleri ile kışına tanık oldum. Hava kararmaya, şehir ışıl ışıl olmaya başladı. Mardin için söylenen '' Gündüz Seyranlık Gece Gerdanlık '' sözünün şehri ne kadar iyi anlattığını gördüm. Gündüz Mezopotamya Ovası'yla harika bir görüntü oluşturan şehir, gece ışıl ışıl görünüyordu.


3 yorum :

  1. Mardin görülmesi gereken müthiş illerimizden.Hele kış hali efsane görünüyor💕

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı👏🏻

    YanıtlaSil
  3. Harika bir yazı olmuş, deneyimleri paylaşmak yazıyı da zenginleştirmiş. Ama bu Mardin 1-2 günde bitecek gibi değil!! Devamını aynı güzellikte bekliyoruz

    YanıtlaSil