Sayfalar

6 Ocak 2022 Perşembe

 GÜNYÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLEYEN KENT ...  BİTLİS

Bitlis' in tarihini, Tavernier'den, Fleurian' dan, gezgin Cizvit papazlarının anlatımlarından okumak, insanı kentin tarihinde zaman yolculuğuna çıkarıyor. Böyle okumalar, bugünkü kenti daha iyi anlamayı da sağlıyor. Coğrafik olarak, Doğu ve Güneydoğu'yu birbirine bağlayan bir geçit konumunda olan Bitlis iki büyük akarsuyun ortasında kalan vadide kurulmuş. Kurulduğu dönemdeki güzelliğinin nasıl olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.. Bu gri ve kararmaya yüz tutmuş kente beni çeken, her köşesinde karşıma çıkan mimari harikalarının ihtişamlı dönemlerine ne zaman döneceklerini düşünerek gezinmek ve eski zamanlarını hayal etmek olsa gerek... Tarihsel yapıların ağırlıkta olduğu bir vadi içinde kurulduğundan '' Vadideki Güzel Şehir '' ve '' Havası ve Suyu Güzel Olan Yer '' diye anılıyor.
Birçok insan; Van Denizi'nin maviliğine, Nemrut Dağı'na, Ahlat'a, Tatvan'a, Erciş'e, Edremit'e, Muş'a bir an önce ulaşmak için Bitlis'in çevreyolundan yollarına devam ediyorlar. Tatvan yönünde yeni Bitlis kurulmuş. Yeni Bitlis'in batıdaki şehirlerimizden pek bir farkı yok..
Derin bir vadi ve vadinin yamaçlarına doğru tırmanan evler... Havası ve suyuyla efsanelere, tepeleri ve minareleriyle türkülere konu olan bir kent... Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra canlılığını kaybeden Bitlis, geçmiş zamanlarda kervanların uğrağı, gezginlerin durağıymış. Bitlis'e yakışan bir tanımlama da '' Vadideki Kent '' olabilir. 
Eski yerleşimin olduğu Bitlis'e girdiğinizde, kışın taşkınlara neden olan yazın da kuruyan Bitlis Çay'ının ortasından geçtiği tek caddelik bir kent karşınıza çıkıyor. Derin bir vadi içine kurulmuş 1550 metre yükseklikteki Bitlis, İlk bakışta biraz köhne görünüşlü olsa da kimliği olan bir kent. Şehrin güzelliği ve zenginliği araştırdıkça, gezdikçe kendini gösteriyor.
Beş bin yıllık tarihine rağmen, çok az turist burada vakit geçirmeyi göze alıyor.
Bitlis'in eski zamanlardaki güzelliği 1950' li yıllara kadar devam etmiş. Bitlis'in merkezi bir zamanlar Ahlat taşı da denen '' İgnimbrit '' kayacından yapılan geleneksel Bitlis evleri ile kaplıymış. Ancak zaman içinde çarpık yapılaşma, iğreti beton binaların bu olağanüstü evlerin önüne geçmesine neden olmuş. Günümüzde her biri bir mimari harika olan bu evler bu beton binaların arasına veya arkasına sıkışmış durumda.
Valilik makamı başta olmak üzere, kenti yönetenler bu mimari kirlenmeye karşı çözümler arıyor. Birçoğunun yaşı 150 yıldan fazla olan eski muhteşem evlerden tespit edilen 400 tanesinin restore edilerek turizme kazandırılması amaçlanıyor. Ancak bu evlerin tümünün ortaya çıkması için Bitlis merkezde görüntü kirliliğine yol açan beton yapıların temizlenmesi gerekiyor. Bu restorasyona yıkılmış, veya yıkılmak üzere olan hanların eklenmesi de planlanıyor.
Bitlis' te insanı şaşırtan görüntülerden biri de beş minareden birinin olmaması. Evet aslında Bitlis'te dört minare var. Ne yazık ki türkülere konu olan beş minareden biri kayıp. Minareler 1916 Rus işgali sırasında bile zarar görmemiş. Ancak ne olduysa minarelerden biri sırra kadem basmış. Şerefiye Camisi, Ulu Cami, Meydan Camisi ve Gökmeydan Camisi'nin minareleri sağlam, ama Kadri Camisi'nin minaresi yok. Bazı tanıklar 1950 yılındaki bir fırtınanın minareyi yıktığını söylüyor, ama bununla ilgili de çok fazla kanıt yok..
Eski evlerdeki yazıtlardan da anlaşıldığı gibi, I. Dünya Savaşı'ndan önce burada kalabalık bir Ermeni nüfusu varmış. Asırlar boyu, depremlerden zarar gören kentin binalarında, bugün hala ilkel sağlamlaştırma yöntemlerine rastlamak mümkün.
Şehir merkezinin güneyinde, kışla ve hosor derelerinin birleştiği yerde kurulmuş Şerefiye Camisi, Bitlis'in sembol değerlerinden. Cami, medrese, imaret ve türbe bölümlerinden oluşan bir külliye.
 
Kitabesine göre M. 1529 tarihinde IV. Şerefhan tarafından yaptırılmış.
Doğu-batı doğrultusunda, dikdörtgen plana sahip olan caminin şehirden görülebilen cephesi doğu tarafı olduğundan bu yüze anıtsal bir değer kazandırılmak istenmiş ve ayrı bir planla hazırlanmış.


Minaresindeki motif ve kompozisyon dikkate değer özellikte. Caminin kuzeyini kaplayan son cemaat yeri, dört silindirli sütuna dayanan beş sivri kemerle avluya açılıyor.

Pencereleri ve taç kapı Osmanlı Dönemi'nde yapılmış.


Ana caddesinde yürürken, beş bin yıllık tarihi hakkında pek fazla ipucu vermeyen ve tarihi boyunca; Pers, Asur, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi uygarlıkların hakimiyetinde kalan kente birkaç saat ayırarak, kale, cami, medrese, türbe, kervansaray gibi yapıları görmek mümkün.


Hepimizin bildiği ya da mutlaka duyduğu  '' Bitlis'te beş minare ''  şarkısının bir hikayesi var. Rus işgali sırasında Bitlis' ten kaçan bir baba ve oğul, düşmanın çekilmesinden sonra, harabeye dönen kente dönmek üzere yola çıkar ve şehre hakim Dideban Dağı'nın eteğine varır. Baba kentte canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için, oğlunu şehre gönderir. Oğlu geri dönerken, uzaktan babasına şöyle seslenir, '' Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok, sadece beş minare ayakta kalmış '' . Bunu duyan baba yıkılır ve bu ağıdı yakarak oğlunu çağırır.: '' Bitlis'te beş minare, beri gel oğlan beri gel / Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel '' .



Bitlis adını, M.Ö. 4. yüzyılda, Büyük İskender'in kaleyi yaptıran komutanlardan olan '' Bedlis'ten '' alıyor.
Bitlis'teki yapılar içinde en büyük ve dikkat çekici olanı dönemin en önde gelen bilim merkezlerinden olan '' İhlasiye Medresesi ''. Bir Selçuklu eseri. Ülkemizin gizli hazinelerinden ve ben varlığını Bitlis gezimde tesadüfen öğrendim..


Medrese, kitabesine göre 1589 tarihinde Bitlis hanlarından 5. Şerefhan tarafından yaptırılmış.

Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden (günümüz üniversiteleri) biri konumundaymış. Mimari görünüş açısından klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşıyan şahaser, halen Vakıflar Bölge Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılıyor.

Yapı, giriş dışında üç ana bölümden oluşuyor. Medrese dönemi itibariyle bu bölümler;
Pozitif İlimler Bölümü: Girişte sol taraftaki bölüm olup ortada dershane ve 4 küçük müderris odasından ibaret. Dini İlimler Bölümü : Girişte sağ taraftaki bölüm olup, ortada dersane, iki küçük müderris odası, mescid ve mescid içinde bulunan çilehaneden ibaret.  Kütüphane: Girişte tam karşıda, diğer bölümlere göre daha aydınlık ve rahat bir ortam sunuyor. 


İhlasiye Medresesi arazisi içindeki türbe, Şerefhan ailesinden olup, ölüm tarihi 1394 olarak biliniyor.

Tarihi İhlasiye Medresesi arazisi içindeki diğer yapılar da görülmeye değer. Ana bina da dahil olmak üzere tüm yapılar; müze, kültür merkezi, kütüphane, kongre merkezi ya da sanat galerisi olarak değerlendirilse yerli yabancı turistlerin çok ilgisini çeker... Bu düşünce, Bitlis'e her gelişimde daha fazla aklıma geliyor. Bitlis'in parlatılması, gün yüzüne çıkarılması ne güzel olurdu... 



Burada dikkatimi çok çeken bir yokuş var. ''Tarihi Sinema Yokuşu ''. Devlet tarafından düzenlenerek, eski günlerine getirilmiş. Yokuştan inerken ya da çıkarken Bitlis'i izliyorsunuz adeta..






Yüksek dağların çevrelediği Bitlis, gözlerimin önünde.. Gezgin ''Tavernier '' 1665 yılında Bitlis'e gelmiş. Bu gelişi nasıl anlatıyor.. '' Halep'ten Bitlis'e giderken kente yaklaşıldığında tam bir gün boyunca sarp ve yüksek dağlarda yürünüyor ve bu dağlar kentin iki mil ilerisine kadar devam ediyor. Kent, birbirine ancak bir top atımı uzaklıkta iki yüksek dağın arasında; kale her iki dağa eşit uzaklıkta ve hemen hemen Montmartre tepesi yüksekliğindeki bu tepenin üstünde. Tepe kelle şekeri biçiminde ve her yanı o kadar sarp ki ancak döne döne oraya çıkılabiliyor. Yukarısı büyük bir düzlük görünümünde ve kalede bu düzlüğe yapılmış; kaleye giriş çıkış iner kalkar üç köprüyle sağlanmakta... Kent tepenin eteklerinde her iki dağa kadar uzanıyor ve iki kervansarayı var. Kervansaraylardan biri kentin eteğinde; diğeri kentin dışında; tüccarlar daha çok kentin dışında kalmayı yeğliyorlar: Çünkü yakınlardaki dağlardan inen ve sokaklardan geçen beş altı çay kabardığında, kentin içindeki kervansaray bir anda suyla doluyor... ''



Akarsuların açtığı vadilerde kurulmuş Bitlis yerleşimlerinde kayıt altına alınabilen 24 tarihi köprü var.
İhlasiye Medresesi'nin önünde bulunan geniş meydandan Tarihi Sinema yokuşu ile Bitlis'in çarşısına inmeden önce, Beş Minareden ve camiden biri olan '' Gökmeydan Camisi '' mutlaka görülmeli.

Gökmeydan Camisi, aynı adı taşıyan semtte bulunuyor. Kitabesinde 1801, minare kitabesinde ise 1924 tarihleri görülüyor.
Güney-kuzey doğrultusunda dikdörtgen bir blok meydana getiren cami, geniş ve güzel bir bahçe içinde bulunuyor.

Minaresi çok kaliteli bir işçilik ile süslenmiş.
Minaresinde bulunan özverili işçilik, anıtsal kapıları ve tarihi kitabesi ile Osmanlı mimarisinin tüm güzelliklerini gözler önüne seriyor.
Gökmeydan Camisi, Bitlis'e özgü kızıl andezit taşından yapılmış ve 2 katlı.
Bitlis'te Mardin'in iki katından daha fazla tarihi eser ve ev bulunuyormuş. Mardin'in ünü çoktan ülke sınırlarını aştı.. Bu değerleri ile Bitlis, Mardin'in gün yüzüne çıktığı gibi bir sürece acaba ne zaman başlayacak... 
Hayal kurduran Şehir Bitlis'in sokaklarında gezmeye devam ediyorum.



Yolum bir diğer beş minare Camisi olan, '' Kale Altı Camisi'ne '' çıktı. 

Bitlis'te tarihi dokunun vazgeçilmez tamamlayıcılarından olan görkemli Bitlis Kalesi, şehre hakim bir noktada, dik yamaçlı doğal bir kayalık üzerinde kurulmuş.

İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen kalenin Büyük İskender'in komutanlarından '' Bedlis '' tarafından inşa ettirildiği öne sürülüyor.
   Dünya İmparatorluğu için yola çıkan Büyük İskender, önce Babil'i alır. Ancak alnında çıkan iki yumru onu oldukça rahatsız eder. Hekimler, şifanın su kaynaklarında olduğunu söyler. İskender, adamlarına Dicle'nin bütün kaynaklarını araştırmalarını emreder. Ordu, nehir boyunca kuzeye doğru ilerler. Nehre su veren tüm kaynaklarda mola verilir, ancak hiçbiri fayda vermez. Dicle'yi besleyen Bitlis'in Rabat ve Kösür çaylarına ulaşılır. Rabat' ta da umduğunu bulamaz; ancak Kösür çayının kaynağından çıkan su İskender'i iyileştirir. Boynuzları kaybolan İskender, komutanlarından Leis'i çağırır ve emreder:
- Buraya öyle bir kale yap ki, benim gibi bir cengaver dahi onu ele geçiremesin!
Leis, kaleyi 7 yılda tamamlar. Bu arada İskender, İran ve Hindistan'ı fethedip geri dönmüştür. Kalenin önüne gelir ve anahtarlarını ister. Leis reddedince İskender kaleyi kuşatır ancak alamaz. Geri çekilince Leis, İskender'in huzuruna çıkar, kalenin anahtarlarını sunar ve onu şehre davet eder. İskender hiddetle sorar :
- Bre mel'un madem anahtarları verecektin onca adamı neden kırdırdın ?  Beni neden bu kadar uğraştırdın ?
Leis saygıyla eğilir ve şu cevabı verir :
- Ey büyük Fatih ! Benim direnmem, sizin emriniz gereğiydi. Sizin dahi alamayacağınız bir kale yaptığımı göstermek için bu cüreti gösterdim. Kale sizindir, benim içim vereceğiniz kararda da boynum kıldan incedir.
İskender bu cevabı beğenir. İki çayın birleştiği yere yapılan bu müstahkem kaleye komutanının adını verir : Bedleis ( Liz'in kalesi / Liz'in yurdu ). Bu isim zamanla Bitlis'e dönüşür.
Zümrüt yeşili, reyhan kokulu Kösür Çayı'nın kaynağına da bir çeşme yapılır. Bitlis'e 10 km. mesafede Duav (İki su) Yaylası'ndaki bu çeşmenin adı günümüzde de İskender çeşmesidir. Ünlü Türk Lügatçisi Şemseddin Sami, Bitlis kelimesini, '' Havası ve suyu güzel olan yerin adı '' şeklinde tarif eder.
Önemli jeopolitik konumu nedeniyle çağlar boyunca çeşitli kültürlerin uğrak yeri olan ve uzun süre bölgenin idari merkezi olarak kullanılan kale, Osmanlı döneminde 16. yüzyılın ortalarında büyük bir onarım geçirmiş.


Matrakçı Nasuh'un 16. yüzyıla ait Bitlis minyatüründe kalede; Cami, hamam, han ve konutlardan oluşan yoğun bir mimari doku dikkati çeker.
Kuzey-güney doğrultusunda geniş bir alanı kaplayan Bitlis Kalesi'nin çevresini sınırlandıran burçlarla takviye edilmiş surlar düzgün kesme taş işçilikli. Kaleye 5-10 dakikada, kıvrılarak yükselen bir yoldan çıkmak mümkün. Kalıntılar az ancak manzara görmeye değer.
Evliya Çelebi, '' Bitlis Kalesi 4 bin adımdan ibarettir '' diye niteliyor. '' asıl kalenin içinde 300 ev, iki başında birer demir kapı olan aşağı kalede bir çarşı, bedesten, birkaç yüz ev vardır '' diye ekliyor.
Çelebi '' Kalenin dışında 17 mahalle, neredeyse tümü bahçeli, toprak damlı 5 bin ev '' olduğunu da yazdıktan sonra '' camileri 110 mihrap tutar ve en eski camisi Sultan Şerafeddin Camisidir. (Şerefiye Camisi) '' olduğunu eklemiş satırlarına.
Paşa Hamamı da dar ve ara bir sokakta kaybolmuş gibi kaleye bakıyor..
Paşa Hamamı 1571 yılında Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmış. Dikdörtgen planlı çifte hamam şeklinde. Dıştan basit bir yapı olarak görülen hamamın doğu cephesine bir sıra dükkan yapılmış. Bu durum hamamın XVI. yüzyıl özelliğini ne yazık ki gölgelemiş.


Bitlis mutfağı; et, balık ve bulgura dayanıyor. Yörenin şifalı bitkileri geleneksel yemeklerin tamamlayıcı unsurları. Bitlis, yemek kültürünün çok zengin olduğu bir il. Yemekleri ağır, masraflı ve zahmetli. İçli köfte, halise, lahana dolması, kabak dolması, keşkek, çorti, çorti köftesi, klorik (sulu köfte), gari aşı, turşu aşı, katıklı dolma, yoğurtlu pappar, pişrük, kabak boranisi, murtuğa (ev helvası) bu zengin mutfaktan örnekler. Büryancı Vahit Usta'da sabahın erken saatlerinde yöreye özgü '' Avşor Çorbası '' nı denedim. Avşor' la kahvaltı yapmak Bitlis'te yıllardan beri süregelen bir gelenek. Bu çok lezzetli çorba; kemiksiz et, büryanın tandırda pişirilmesiyle elde edilen yağ, biber, taze fasulye, patlıcan, salça ve tuz ile yapılıyor.

Büryan'da Vahit Usta'nın bir diğer önemli lezzeti..

Büryan Kebabı ve Avşor Çorbası sabahın erken saatlerinde tüketildiği için '' uyku bölen '' lezzet olarak biliniyorlar. Büryan, Bitlis'in en başta gelen lezzeti. Rivayet edilir ki, IV. Murat  Revan Seferine çıkarken Bitlis'ten geçmiş. Ordusu ile beraber yürürken, Bitlis'e yakın bir yerde bir sürü ile çobana rastlar. Çobana, kendisinin IV. Murat olduğunu, yemek olarak ikram edecek bir şeyin olup olmadığını sorar. Çoban da; et ve sütten başka bir şeyin olmadığını, kabul ettikleri taktirde kendilerine et ikram edebileceğini söylemiş. Çoban, hemen bir teke keser, temizledikten sonra bolca tuzlar. Daha sonra toprağı eşeleyerek derince bir çukur açar. Topladığı dalları çukurun içine atarak yakmaya başlar. Dalların tamamı yanıp, ateş kor halini alınca çukurun içine içi su dolu büyükçe bir kap bırakır. Daha sonra tuzladığı bu hayvanı kuyunun içine sarkıtır. Hava almaması, etin suyun buharıyla pişmesi için üzerini kapatır. Piştikten sonra çıkararak padişaha ikram eder. Padişah bu yemeği çok beğendiğini, '' Büryan gibi pişmiştir '' demesi üzerine o günden sonra bu yemek hep yapılmış ve adına büryan denilmiş.. Büryan, Bitlislilerin ''hevur'' dedikleri tekeden yapılıyor. Genellikle büryan mevsimi yaz ve sonbahar başları.
Bitlis'te kasaplar çarşısına geldim. Bitlis'te et ile ilgili ilginç bir detay var.. Bitlis; Türkiye'de sıcak etin yenildiği tek vilayet. Etin mezbahadan çıkmasıyla tüketilmesi, çok kısa bir süre içinde oluyor. Mezbahadan kasaplara getirilen et, soğumadan önce satılıyor. Eğer soğumuş veya bir gün dahi üzerinden geçmiş ise bu ete rağbet edilmiyor. Kesinlikle soğuk hava depolarında beklemiş et, halk tarafından alınmıyor. Etler sabah geliyor, öğlen saatlerine kadar tüketiliyor. Bir, iki kilo kadar et almak ayıp sayılıyor...
Bu görüntüler, bu bilgiden sonra artık sizleri şaşırtmasın..
Bitlis kenti, Dicle'nin kollarından birini oluşturan Bitlis çayının Güneydoğu Toroslar üzerinde açtığı derin ve dar bir vadide kurulmuş. Bitlis merkezde, Ortaçağ ve sonrası dönemlerde yapılmış çok sayıda mimari eser bulunuyor. Bitlis çarşısı kaleden başlayarak dere kıyısındaki ana caddeye kadar iniyor. Çok zengin bir çarşı olduğunu söylemek güç ancak bal satan dükkanlar dikkat çekiyor. Sabah saatlerinde köylerden gelenler doğal ürünler, sebze meyve getiriyorlar.
Bal peşinden koşan gezgin arıcılar, çiçeklerin rotasını izliyor. Nemrut ile Süphan Dağı'nın eteklerinde açan bin bir çeşit çiçek ve iki zirve arasındaki Sütey Yaylası, yaz boyunca arıcıları misafir ediyor. Karadeniz'i aratmayan çiçek çeşitliliği, adeta renkli tarlalara dönüşüyor. Çevreyi vişne çürüğüne boyayan geven çiçekleri ile mora çalan kekiğin etrafa yaydığı kokuya çok defa şahit oldum. Bu koku başka dünyalara götürecek kadar etkili.. Ortaya çıkan bal, ne açık sarı, ne koyu kırmızı, tam anlamıyla kehribar renginde. Bu serüven her yıl bıkmadan usanmadan yenileniyor, arılar doğaya salınıyor. 
Tarihi Sinema Yokuşu'ndan inerken bir tarihi yapı dikkatimi çekti. '' Kazımpaşa İlkokulu '' . Bitlis'te Vali olarak görev yapmış, General Kazım Dirik (Kazımpaşa) tarafından, özel idarece ödenen (11000 lira) ile ve halkın bağışlarıyla yaptırılmış.
1925-1926 ders yılında eğitim öğretime başlamış. Numune Mektebi adı ile eğitim öğretime başlayan okul, Valinin ismine uygun olarak 1948 yılında '' Kazımpaşa '' adını almış.
Böyle binalar karşıma çıktıkça hangi şehirde olursam olayım, daha güzel değerlendirilmeleri mümkün olur mu ? diye düşünüyorum... Kentin kimliğini yansıtan özel bir otel, müze, kente özgü yöresel lezzetlerin yapıldığı devlet ya da belediyeler tarafından desteklenen çok özel restoranlar gibi... Hem fiziki yapıları korunabilir, hem özensiz restorasyonlar ve kötü onarımlardan korunmaları mümkün olur ve geleceğe taşınabilirler... Bir bina daha dikkat çekici.. '' Zabıta ve Trafik Amirliği '' olarak kullanılan..
  
Ya da Bitlis'in eski bir oteli.. 40 lar dan ya da 50 ler den kalmış gibi görünen.. 
Bitlis bu bakış açısıyla her adımda merak uyandırıyor. '' Zülfikarlar İş Hanı '' ya da '' Zülfikaroğlu Hanı '' önündeyim. Kitabesinde 1934 yılında yapılmış olduğu görülüyor.


İçeri girdim. Bitlis'in çay muhabbetini yapan insanlar... Dükkanlar, çay ocakları, Bitlis'e özgü ''Kıymalı Ekmek'' i en iyi yapan yerlerden biri olarak tavsiye edilen ''Oktay Usta'nın Yeri'' 
 
Bu Han'ı araştırırken 1950 yılından bir görüntü buldum. Aynı yer, geçmiş zaman olur ki..
Evliya Çelebi Bitlis gezisinde gördüğü tanıdığı Bitlis halkı için ilginç değerlendirmeler yapmış.. '' Bitlis şehri içinde 40.000 adam olur, onlara 'Rojiki Kavmi' derler, yani rojiki ' bir günlük dost ' demek olur. Şehir halkının başlıca Rojiki dilleri de yerinde yazılır. Diğer Kürtler gibi gözü kara değillerdir ancak elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli temiz, dürüst, maarif erbabı hoş sohbet adamlardır. Bitlis Eyaleti'nde han yazımı üzere 43.000 Ermeni reayalar vardır. Yarısı Muş diyarından Van Kulu aklamıdır ve yarısı Abdal Han'ındır.'' 








Tarih içinde saklı kalmış Bitlis'ten dönüş yoluna çıktım. Bir gün yolunuz Bitlis yakınlarına düşerse bu gri kente zaman ayırın..


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder