Sayfalar

17 Temmuz 2025 Perşembe

 ATİNA'DA  DÖRT GÜZEL GÜN ... (YUNANİSTAN)

Atina'ya geldiğimizde ilk anda hissettiğimiz; sakinlik ve huzur, neşe, her yerinde bolca çiçek, beyaz binalar, gülen yüzleriyle yardımsever insanlar oldu. Atina'nın iyileştirici bir özelliği var gibi... Tarih sahnesindeki yerini asırlardır koruyan Atina'da; inanılmaz lezzetler, bizim kültürümüzle çok benzer yemekler, renkli mahalleler, çok fazla tarih, sokak sanatları ile herkes için bir şeyler var. Dünyanın en eski şehirlerinden olan Yunanistan'ın başkenti Atina adını, baş Tanrıçası ve koruyucusu Athena'dan alıyor. Avrupalılara göre: doğu sınır, Doğululara göre: batının giriş kapısı ...
Çok ama çok uzun bir yazı ile karşılaşacağınızı bilmenizi isterim. Benden hikayesi ...
Atina'da çok merkezi bir konumda bulunan '' Omonia '' bölgesinde '' Socrates Project '' e yerleştik. Bir gün önce İzmir'den başlayarak; İpsala, Dedeağaç, Kavala, Selanik üzerinden 26.5 saat süren yolculuğun yorgunluğunu atmış olarak çok güzel bir Atina sabahına uyandık. Haziran ayının başlarında Atina, İzmir ile aynı derecede sıcak bir iklime sahip. Akropolis gezisi ile başlamak Atina'ya merhaba demenin en güzel yolu. Sabah ziyarete açıldığı sırada gezerek, hem sıcaktan daha az etkilenmek hem de uzun giriş kuyrukları nedeniyle zaman kaybetmek istemiyoruz.
Kaldığımız daireden yürüyerek 5 dk uzaklıktaki '' Apollonion Bakery '' sabah kahvaltı tercihimiz oluyor.
55 yıldır hizmet veren, Atina ve çevresinde 27 dükkanı bulunan Apollonion Bakery' de ; ekmekler, börekler, sandviçler, brunch çeşitleri, sandviçler, pizzalar, tatlılar, kekler, kurabiyeler ve dondurma çeşitleri çok göz alıcı.
Yunanlılar ile lezzet tercihlerimizin ne kadar benzer olduğunu daha günün başında görüyoruz.

Yerel halk daha çok paket yaptırıp yoluna devam ediyor. 



Bu kadar çeşit arasından tercih yapmak zor olsa da hepimiz tercihimizi yapıyoruz. Ben Yunanistan da yediğim '' Ispanaklı feta peynirli '' börekleri buralarda çok arayacağa benziyorum. Çay alışkanlığınız varsa Atina'da iyi bir çay bulmak çok zor. İyi bir kahve eşliğinde güzel bir kahvaltı yapıyoruz.
Akropolis'e yürüyerek yarım saat süren yolda, daha sonra çok iyi tanıyacağımız meydanlardan, çarşılardan, tarihi eserlerin yanından geçerek ilerliyoruz.
Akropolis'in bulunduğu tepeyi görüyoruz. Bu sabah bol tırmanışlı geçecek...
 
'' Parthenon '' un bulunduğu tepenin eteklerinde alanın giriş yerine geldiğimizde daha ziyaretçi girişine yarım saat olmasına rağmen çok uzun bir kuyruk ile karşılaşıyoruz. Tavsiyelere uyarak, Online biletimizi daha önce aldığımızdan bilet alış kuyruğuna girmek zorunda kalmıyoruz. Saat 08.00 da online bileti olanlar başka bir kapıdan içeri alınıyorlar. Adım adım tarihin tam içinde yukarılara çıkmaktan çok keyif alıyoruz.
Atina Akropolü, klasik Yunanistan'ın, demokrasinin ve Batı medeniyetinin bir amblemi olarak duruyor. Atina kentinin yukarısındaki kayalık bir tepe üzerinde yer alan ve UNESCO Dünya Mirası Alanı olan bu antik yerleşim, büyük mimari ve tarihi öneme sahip birçok antik binanın kalıntılarını barındırıyor.
Parthenon, ihtişamı ile Atina silüetine hakim olan Akropolis'in baş mücevheri olarak karşımızda duruyor... Parthenon, devasa bir Athena heykelini barındırmak ve Delian Birliği'nin hazinesi olarak hizmet etmek üzere inşa edilmiş, antik Yunan mimarisinin ayırt edici özelliği sayılıyor.
Akropolis'in mimari harikaları yalnızca olağanüstü sanatsal değeri değil aynı zamanda teknik yeniliği de yansıtıyor. Aralarında tanınmış mimarlar '' İktinos '' ve '' Kallikrates '' nde bulunduğu bu yapının tasarımcıları mühendislik zorluklarının üstesinden gelmek için gelişmiş inşaat teknikleri ve optik illüzyonlar kullanmışlar.
Parthenon'un sütunları hafifçe içe doğru eğimli tasarlanmış. Bu da mükemmel düzlük yansımasını yaratıyor. Üstelik Pentelik mermerinin inşaatta kullanılması bu yapılara çağlar boyunca kalıcı güzellik ve dayanıklılık kazandırmış.
'' Akropolis '' terimi, Yunanca '' en yüksek nokta, uç '' anlamına gelen '' akron '' ve '' şehir '' anlamına gelen '' polis '' kelimelerinden geliyor. Bu nedenle Atina Akropolü, deniz seviyesinden 150 metre yükseklikte düz tepeli bir kayanın üzerine kurulmuş olan ve üç tarafı dik kayalıklarla doğal bir kale haline gelen yüksek şehir anlamına geliyor. Atina Akropolü, 2500 yılı aşan geçmişiyle tarihi bir kökene sahip. Akropolis'in en önemli inşaat dönemi MÖ 5. yüzyıl da, özellikle de Perikles'in Altın Çağı'nda yaşanmış. Akropolis öncelikle bir kale ve kutsal alan olarak hizmet etmiş. Atina halkının patronu olarak gördüğü tanrıça Athena'ya adanmış bir yer olmuş. Kalıcı varlığı, eski Atinalıların yaratıcılığının bir kanıtı olarak duruyor ve Batı medeniyetinin erken gelişimine dair bir fikir sunuyor. 
Bu önem, Akropolis'in tarihi öncesi çağlardan bu yana sürekli olarak yerleşime açık olmasıyla daha da artıyor. Yüzyıllar boyunca kralların evi, dini bir merkez ve Atina halkı için sembolik bir yer olarak çeşitli amaçlara hizmet etmiş. Her biri tarihi alanda kendi izlerini bırakan çok sayıda istila ve fetihten sağ kurtulmuş. Akropolis'in ; Parthenon, Erechtheion, Athena Nike Tapınağı ve Propylaea gibi yapıları klasik mimarinin başyapıtları. Bu binalar yüzyıllardır Batı mimarisine ilham veren Dor ve İyon sütunları, frizleri ve alınlıklarıyla öne çıkıyor.
Erechtheion'un, MÖ. 480 yılında Persler tarafından yıkılan Athena Polias'a adanmış eski bir tapınağın yerine inşa edildiği düşünülüyor. Erechtheion'un en ikonik özelliğiolan ''Karyatidler Sundurması'' , tapınağın güney bölümünde yer alıyor. Destek sütunları olarak işlev gören yontulmuş kadın figürlerinin Laconic Karyes kentinden bakire kızları temsil ettiği düşünülmektedir, dolayısıyla isimleri de buradan geliyor.
Şu anda Erechtheion'da bulunan Karyatidler, bir zamanlar tapınağı süsleyen orijinallerinin kopyaları. Heykellerden biri, Parthenon'dan günümüze ulaşan dekoratif heykellerin yarısından fazlasıyla birlikte, 1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı öncesinde, 1799-1802 yılları arasında  Lord Elgin tarafından yerinden sökülmüş... Kalan beş tanesi 1978 yılında koruma, muhafaza ve restorasyon amacıyla tapınaktan çıkarılmış ve şu anda Akropolis Müzesinde sergileniyor. Yunan hükümeti Akropolis heykellerinin ülkelerine iadesini resmen talep etmiş, Birleşik Krallık hükümeti ve British Museum ise bunu reddetmiş... 1970' lerden bu yana Yunan hükümeti Akropolis'i ve anıtlarını restore etmek için sistematik çalışmalar yürütüyormuş. Restorasyon projeleri; yapıları stabilize etmek, önceki restorasyon girişimlerinden kaynaklanan sorunları çözmek ve eski binaların kirlilik, asit yağmuru ve deprem tehditlerine karşı dayanıklı olmasını sağlamak için titiz çabalar içeriyor.
Akropolis'in dini özü, fiziksel yapılarıyla derinden iç içe geçmiş. Kentin en kutsal bölgesi olan burası, Athena ve diğer tanrılar onuruna düzenli olarak festivallerin ve dini törenlerin yapıldığı merkez üssü durumundaymış. Akropolis' teki bir diğer seçkin tapınak olan Erechtheion, Athena ile Poseidon arasında şehrin himayesi için yapılan yarışmanın yeri olduğuna inanılan sitenin en kutsal yerine inşa edilmiş.
Akropolis'te çok sayıda efsane var, heykel ve dekorasyonlarda fiziksel olarak temsil edilmekteler. Çeşitli tanrı tasvirleri, devler ile Olimpiya tanrıları arasındaki savaşlar ve Athena'nın hayatından sahneler bulunuyor. Akropolis ile ilişkilendirilen mitoloji, yalnızca dönemin dini inançlarına ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda Atina halkının sivil değerlerini ve kültürel kimliğini de yansıtıyor.

“Atina şehri yeni kurulmaktadır ve şehrin tanrısının kim olacağına karar vermek için bir yarışma düzenlenir. Bütün Olimpos tanrıları bir araya gelirler. Finale iki tanrı kalır: denizler, atlar ve depremler tanrısı Poseidon ile zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası Athena. Şehre en büyük hediyeyi verecek olanı şehrin tanrısı olmasına karar verilir. İlk olarak kendinden emin Poseidon öne çıkar. Meşhur üç dişli yabasını yere vurur ve yer yarılarak bir at ortaya çıkar. Poseidon atı herkese göstererek “Bu evcil bir attır, sizi istediğiniz yere götürür ve yüklerinizi de taşır” der. Bütün tanrılar büyülenmiştir bu hayvan karşısında (Bir diğer versiyonunda ise yerden su fışkırdığı ancak bunun Ege’nin tuzlu suyu olmasının hoş karşılanmadığı anlatılıyor). Athena ise küçük bir gülücük atar ve ünlü mızrağını yere saplar. Mızrağın saplandığı yerden bir filiz çıkar ve çok güzel bir zeytin ağacı olur. “Bu ağaç yüzyıllarca yaşar, meyveleri yeşilken yenir, olmadı saklarsınız kararır yine yenir, ezip yağını çıkarır yemek yaparsınız, aynı yağı yakar karanlığı aydınlatırsınız. Aynı zamanda bozulmaz ve bozulmasını istemediğiniz yiyecekleri yağında saklarsınız. Çekirdeğinden elyaf yaparsınız, ağacın dallarından odun elde edersiniz. Bu da benim size hediyem” der zeka ve strateji tanrıçası. Bütün tanrılar bakakalmıştır bu ağaca. Hepsi tebrik eder Athena’yı, artık şehir ona aittir. Şehrin ismine de Atina denecektir bundan sonra. Poseidon ise, belki de bir tanrıçaya yenilmekten, tüm siniriyle üç başlı mızrağını dağa fırlatır. Hala mızrağın izinin o dağda, Athena’nın o meşhur ağacının da Akropolis’te olduğuna inanılır bu topraklarda…”

Akropolis'in ana giriş kapısı '' Propylaea '', içindeki kutsal alanlara açılan anıtsal bir kapı görevi görüyor. 
Mimar Mnesicies tarafından tasarlanan ve MÖ 437 ile 432 arasında inşa edilen bu iddialı proje, Peioponnesos Savaşı'nın patlak vermesi nedeniyle hiçbir zaman tam olarak tamamlanamamış.

Yine de Propylaea, büyük Dor sütunları ve iyonik sütunlarla süslenmiş iç mekanıyla hala ziyaretçileri etkiliyor.

Görülmemiş bir ziyaretçi akını var. Yazın kavurucu sıcağından kaçınmak için en iyi ziyaret zamanı ilkbahar veya sonbahar mevsimi olarak tavsiye ediliyor.

Görkemli kapı Propylaea'dan geçip Akropolis yamaçlarından aşağıya inmeye başladığımızda bizi Dionysos Tiyatrosu karşılıyor. Akropolis'in güney yamacındaki en büyük anıt olan Dionysos Tiyatrosu; korunmuş oturma yerlerinin kalıntıları orijinal devasa kompleksin sadece küçük bir bölümünü temsil ediyor.

Akropolis çıkışına yürürken batıya yöneldik ve Atina'da gün batımının en güzel izlendiği noktalardan biri olan Arios Pagos'a yani Mars Tepesi'ne geldik.
Mars Tepesi'nin eteklerinden aşağıya doğru uzanan bölge ise günümüzde bir tür açıkhava müzesine dönüşmüş olan Antik Agora. M.Ö. 600 yıllarından itibaren Atina'nın günlük hayatının kalbi Agora'da atarmış. Şehir konseyinin demokratik kararları aldığı, yurttaşların toplanıp ticari, politik ve sanatsal aktivitelerin, eğitim ve spor müsabakalarının gerçekleştirildiği merkez durumundaymış.
Mars Tepesi'nden Filopappou Tepesi ve Lycabettus Tepesi gibi Atina manzaraları ile özellikle Akropolis manzarasının en güzel izlenebildiği tepeleri de görüyoruz.
Sokrat ve Pluton'un yürüdüğü antik yollardan geçmek ilginç bir deneyim olacak.
Üzerinde yaklaşık 7 bin yıldan bu yana yerleşim bulunan Atina, Avrupa uygarlığının beşiği kabul ediliyor. Kent, daha çok Atina'nın doğu Akdeniz'e egemen olduğu İ.Ö. 5. yüzyılda gelişmiş. Aralarında antik Agora'nın ve Akropolis'teki yapıların da bulunduğu bu dönemden kalma eserler çoğunlukla kantin güney kısmında yer alıyor.
Monastiraki'de Roma imparatorluğu'nun izleri de güçlü. Roma Agorası ve civarı, imparator Hadrianus kütüphanesinin kalıntılarını ve Antik Yunan döneminden kalma bir su saati olan eşsiz Rüzgar Kulesi'nide içine alıyor. Rüzgar kulesinin yanından geçtik.
 
Kentin hareketli meydanlarından olan '' Monastiraki '' adını, Plateia Monastirakiou'daki küçük, yıkık manastırdan alır. Osmanlı Atinası'nın merkezi olan Monastiraki, hala tezgahlarında hurdadan mücevhere kadar herşeyin satıldığı bir pazara ve çarşıya ev sahipliği yapıyor.
Bugün Kyriazopoulos Müzesi olan, Tzistarakis Camisi ile Fethiye Camisi, bölgenin Osmanlı egemenliğindeki günlerini anımsatıyor. 
Monastiraki, civardaki antik kalıntıların farklı havasıyla pazarda süren ateşli pazarlıklara da tanık oluyor. Aynı zamanda Monastiraki, büyük küçük tüm Atinalıların buluşma yeri.
 
Öğlen saatleri yaklaşıyor ve Atina sıcağı iyiden iyiğe hissediliyor. Tam da bu anlarda '' Zuccherino '' Monastraki şubesi karşımızda..

Tatlı ve dondurmaları, yerel halk ve turistler tarafından çok tercih edilen Zuccherino'dan tercih ettiğimiz dondurmalar nefisti. 

Yunanistan anakara gezimizde Atina ve Selanik'te tattığımız dondurmaların hepsi standartların üzerinde ve çok iyilerdi.
Akropolis'i gezdikten ve Monastraki meydanı yakınında dondurma molası verdikten sonra gezimize devam ediyoruz. Burası Atina'nın en turistik bölgesi.

Beyaz renklerin hakim olduğu binalar ve sokaklar, klasik turistik eşyaların ve bol bol nazar boncuğunun satıldığı dükkanlar ve sokaklara masa atmış restoranlar.

Turistik olan kısım 4-5 sokaktan oluşuyor ve aralarında güzel dükkanlar var.


Plaka da modern ve eskinin karışımı bir arada. Her adımda tarihi değerler ile karşılaşıyoruz.

Atina'nın en eski barlarından ve çok hareketli bir sokak üzerinde bulunan '' Brettos '' a doğru ilerliyoruz.

Şişelerle dolu duvarları ve brandy fıçıları ile adeta bir simya dükkanı havası var...

Gece yer bulmanın zor olduğu Brettos'un iç kısmında, bar kenarında hafif bir şeyler içerken ortamı inceliyoruz.
Buraya gelirseniz kendi üretimleri olan ünlü likörlerinden satın almanızı tavsiye ederim.

Yunanistan gezisi öncesi lezzet mekanlarını araştırırken daha çok yabancı gurmelerin ve yerellerin yayınlarını takip ettim. Gelenekselliklerinden ödün vermeden yıllardır var olan yerleri listemize aldım. Türkçe yayınları ve kanalları takip ettiğinizde hepsinin ağız birliği edercesine aynı yerlere gittiğini ve bu yerlerin genelde turistik yerler olduğunu görüyorum. 
İlk günümüzün öğlen yemeği lezzetleri için tam da böyle bir yere geldik. Burası; Atina Merkez Pazarı veya '' Varvakios Agora '' ...
Varvakios Agora; Athinas, Sofokleous, Euripidou ve Aiolou caddeleri arasındaki geniş bir alanı kapsıyor. 1876 yılında yapımına başlanmış 1884 yılında açılmış. Ana Pazar yerinin girişinde bir çok dükkan var. 1922'den beri burada olan kahve uzmanı kahveciler; hem kahve satışı yapıyorlar hem de kumda pişirilmiş Yunan kahvesini yanında '' loukoumi '' veya kaşık tatlısı eşliğinde sunuyorlar. Merkez pazarı çevreleyen bloklar, çeşitli kuruyemişçiler, kurumeyveler ve baharat satan tezgahlar ve özel gıda dükkanları ile dolu. Bıldırcından, devekuşuna, gezen tavuktan, organik yumurtaya kadar akla gelebilecek tüm yumurtalar taze halleriyle satılıyor. El yapımı peynirler, kürlenmiş balık ve et, bal, şarap dükkanları çok göz alıcı...
Binanın merkezinde Avrupa'nın en büyük balık pazarı bulunuyor. Ancak biz önce et pazarına giriyoruz.
'' Oinomageireio Epirus (est. 1898) '' Atina'nın et-balık pazarında geleneksel Yunan mutfağından örnekler sunan harşka bir lokanta. Varvakios Agora (Merkez et-balık pazarı) açılışı kadar eski ve 1898 yılından bu yana kuşaklar boyu lezzetleri sunuyorlar. Buralarda, işkembe çorbası olan ''Patsas'' Yunanlılar içinde olmazsa olmazlardan. Ne kadarda benziyoruz...
Keçi eti çorbası, işkembe çorbası (patsas), kelle paça çorbası, ayak paça çorbası ve diğer çorba çeşitleri sabah erken saatlerde 06.00 da servis edilmeye başlanıyor. Yemekleri tezgahtan görüp seçebiliyorsunuz. Biz de öyle yaptık. Seçim zor oluyor. Neden mi ? Menüyü listeleyeyim... Beyaz soslu kuzu haşlama, ratatouille (sebzeli güveç), domates soslu dana eti, fırınlanmış kuzu pirzola, tavşan yahni, sap kerevizli domuz eti, mousakka, patlıcanlı musakka, lahana sarması (kıymalı), fırınlanmış enginar, fırında küçük balık, marine edilmiş hamsi, uskumru, fırınlanmış dev fasulye, fasulye çorbası, balık çorbası, bamya, nohut güveç, yunan salatası, feta peyniri, tarama salatası, dana dili, sulu köfte, fırında patates, ....

Epirus'un sahibi; Rena ve kocası çok güler yüzlüler. Kendimizi Türkiye'de çok kaliteli bir esnaf lokantasında gibi hissediyoruz / hissettiriyorlar...

Epirus; çorbalar, güveçler, balıklar, zeytinyağlılar ve diğer spesiyallerde uzmanlaşmış ünlü bir magirio (temel esnaf lokantası) olarak görülüyor. Anthony Bourdain ve Jamie Oliver gibi birçok ünlü şefin uğrak yeri...
Ratatouille (sebzeli güveç), mousakka, tzatziki (cacık) tercih ediyoruz. Bamya, fava, dolma, domates soslu dana eti, fırında küçük balık gibi çok benzer yemekler tezgahta çok güzel görünüyorlar.
Et (dana eti) müthiş lezzetli. Pilav da bir o kadar güzel. Porsiyonları büyük.
Mousakka, alışkanlık yapıyor. Atina'da gittiğimiz diğer restoranlarda mousakka'yı mutlaka masamıza istiyoruz.
Bizim musakkamızdan farklı olarak üzeri beşamel sos ve tereyağı bulunan bu lezzeti tarifiyle İzmir'e gelince çok defa yaptık. Bu haliyle çok sevdik. Tabanında yuvarlak büyük dilim kızartılmış patates ve patlıcan ile bol kıymalı harç fırınlanarak hazırlanıyor...
Tzatziki, yani bizdeki tanımıyla cacık... Daha koyu kıvamlı, doğal ve özel süzme yoğurt, salatalık, bol sarımsak ve bol zeytinyağı ile servis ediliyor. Gelen ekmek ekşi maya ekmeği. Buzlu su ücretsiz ve bittikçe yeniliyorlar...
Yemekleri erken bittiği için çok geç kalınmamalı. Ekim ayından Paskalya'ya kadar Cuma ve Cumartesi günleri 24 saat açıklar. Epirus daki lezzet deneyimi bizim için unutulmazlar arasına girdi. Bir daha Atina'ya gidip diğer lezzetlerini de denemek ne iyi olur...
Et pazarı içindeki çok sayıdaki kasap dükkanında; et çeşitleri, dana kuyruğu, işkembe, ayak, dil, sakatat, yanak ve bağırsağa kadar her şeyi görüyoruz.
Etler, Kuzey Yunanistan'daki Kerkini'deki çiftliklerden geliyormuş. Keçi, kuzu ve koyun etleri ise daha çok Nakşa Adası'ndan temin ediliyormuş.


Av etleri de çok yaygın görülüyor. Av eti için, Kuzey Yunanistan'daki Pindus Milli Parkı'ndan serbest gezen bıldırcın, keklik, sülün, tavşan, yaban domuzu ve geyik getiriliyormuş.
Et pazarından sonra Avrupa'nın en büyük taze balık pazarına geçiyoruz. Buraya her gün yaklaşık 15 ton taze balık geliyormuş ve bunların çoğu Nakşa, Paros, Skyros, Kalimnos ve Simi gibi adalardan geliyor.

En sık karşılaşılan balıklar; levrek, çıpura, dil, kalkan, sardalya, hamsi, uskumru, barbun, lagos ve mezgit.

Yunanlıların yemeyi ve uzo ile birlikte içmeyi sevdiği yağlı balıklar; sardalya, hamsi ve uskumru...
Ayrıca burada genellikle yerel kaynaklı balık, kabuklu deniz ürünleri, mürekkep balığı, ahtapot, karides ve kalamar bütün tezgahlarda yerin almış.

Kral yengeci, istakoz, deniz tarağı da çokça var.
Balık Pazarı içinde, Tapas'ın Yunan versiyonlarını, meze ve uzo sunan lezzet mekanlarını gördük. Yemek repertuarlarında marine edilmiş hamsi, füme uskumru ve midye de yer alıyor.

Kuzu köfteleri ve sosisler de tercih edilen lezzetler arasında. Ayrıca, birkaç temel başlangıç mezesi, salata ve doğrudan pazardan temin edilen ızgara et, balık servis edilen bu çüçük aile işletmeleri balık pazarı içinde yerellerin ve damak tadına düşkün turistlerin çok tercih ettiği yerler. Epirus daki ziyafet sonrası Yunan Tapas dükkanlarındaki enfes lezzetlere yer kalmamıştı. Umarım birgün aklımızda kalan bu lezzetleri deneyebiliriz...

Şimdi '' Frappe '' zamanı ... Yunanistan'da Frappe'nin sosyal etkisi o kadar kuvvetli ki ;  '' kahve içmeye gidelim '' yerine  '' arkadaşlar çıkışta frappe'ye geliyor musunuz ? '' şeklindeymiş...  Yunanlılar kahvenin bu yöntemle hazırlanışının '' Yunan icadı '' olduğuna inanıyorlar.
İçimi uzun zaman alacağı düşünülerek ( dost sohbetleri ve çevreyi seyretmek, ...) kahve karışımı biraz koyututulmuş. Bardak silme buz ile dolduruluyor ki : zaman geçtikçe buz eriyor ve kahve en iyi kıvamını alıyor. Yanında mutlaka buzlu su geliyor. Su ile yudumlanması tavsiye ediliyor. Bu güzel yerin adı : '' Aioliki Odos ''. Atina'da bulunduğumuz süre içinde bu güzel kafe restauranta bir defa daha geldik.

Frappe'nin tarihçesi de ilginç...  '' Atina'nın Pangrati semtindeki büyük parkın tam karşısında 1964 yılında açıldı '' Lentzos Cafe ''. Sahibi Hristo ilk başta pasta, meşrubat satıyordu. Günün birinde kahveyi az suyla mikserde çalkaladı. Tadını beğendi ama bir şey eksikti. Şeker katınca kahvenin krema gibi köpük yaptığını gördü. Biraz da süt kattı. Daha da lezzetli oldu. Biraz daha soğuk olması gerek diye düşündü. Birkaç parça da buz ekledi. Eh yudum yudum içilmesi içinde pipet. Frappe'nin adı şanı kısa sürede yayıldı Atina'da. Lentzos, esnaf mekanı olmaktan çıkıp sosyetenin uğrak yeri oldu. Gün geldi tam bin bardak Frappe sattı Hristos... ''
Biz de bu dört günde sık sık Yunanlılar gibi Frappe molaları verdik. Doğrusu Frappe'yi çok sevdik...
Her cadde güzel mekanlara ev sahipliği yapıyor. Huzur ve sakinliğin, nezaketin yaşandığı yerler görüyoruz, tanıyoruz. Esnafın standartının olduğu, çok iyi hizmet sunulan, müşteriyi bir defalık olarak görmeyen, duygusal bağ kuran, müdavimi olunacak birçok mekan tanıdık...
Atina'daki motosiklet tutkusu gözlerden kaçmıyor. Böyle manzaralarla sık karşılaşıyoruz. Ama her zaman bir trafik düzeni de hakim.
Monastraki Meydanı'ndan Ermou Caddesi'ne geçtik. Burası bizim İstiklal caddesine benziyor. Yarım saatlik bir yürüyüş ile Syntagma Meydanı'na ulaştık.

Syntagma Meydanı'nda, Yunan Parlamento Binası ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü önündeki askerlerin resmi muhafız değişim töreni çok ilgi çekiyor. Günün her saati nöbet değişimi yapılıyor. Her Pazar günü ise saat 11.00 de resmi kostümlerle bando eşliğinde daha özel bir tören yapılıyor.
Evzones, Tsoliades olarak da bilinen Yunan Ordusu'nun özel bir birimi, Yunan Parlamentosu ile Cumhurbaşkanlığı önündeki '' Meçhul Asker Anıtı '' nı koruyorlar. Anıt, savaş zamanlarında hayatını kaybeden Yunan askerlerine adanmış, 1930 ve 1932 yılları arasında inşa edilmiş bir anıt mezar. Anıtta, elinde kalkan ve eski Yunan tarzı bir miğfer takmış, yere uzanmış ölü bir asker tasvir edilmiş. Yunanistan'ın uzun tarihi boyunca Evzones, Yunan halkı için cesaret ve yiğitliğin sembollari haline gelmiş. Birlik, şu anda Cumhurbaşkanlığı Muhafızları olarak adlandırılıyor ve 1868'de kurulmuş ve yüzyıllar boyunca birçok isim almış. (Bayrak Muhafızları, Kraliyet Muhafızları vb.)
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı askerleri, bu fahri birliğe katılmadan önce boyları, mükemmel fiziksel durumları, karakter ve ahlak anlayışları göz önünde bulundurularak seçiliyorlar ve uzun süreli, sıkı ve disiplinli bir eğitimden geçiyorlar. Askerler, hareketsiz kalmalarının yanı sıra yüzlerini ve gözlerini hareket ettirmemeli ve herhangi bir ifade sergilememeliler. Üniformalarının tarihi bir anlamı var... Bu üniforma, Osmanlılara karşı verdikleri Kurtuluş Savaşı (1821) sırasında iki Yunan savaşçı grubu olan '' Kleftler '' ve '' Armatolesler '' in üniformalarını ifade ediyor. Hatta üniformanın beyaz eteğinin, Yunanlıların yaşadığı 400 yıllık Osmanlı hakimiyetini temsil etmek için 400 kıvrımlı olduğu söyleniyor. Bu üniforma, Kral Otto tarafından oluşturulmuş ve kendisi de resmi ziyaretlerinde bu üniformayı giymiş. Önünde siyah bir tutam bulunan kırmızı deri ayakkabılarına '' tsarouchia '' deniyor. Her ayakkabı 3 kg ağırlığında ve Yunan bayrağını temsil eden mavi beyaz püsküller var. İpek jartiyer giyiyorlar. Jartiyerin üstünde iki adet çorapları var. Üniformaları kışın mavi, yazın kahverengi renkte oluyormuş. Yeleklerinden, gömleklerine, silahlarına kadar üzerlerinde taşıdıkları her şeyin bir anlamı var.
Askerlerin 60 dk boyunca başka bir nöbetçiyle yer yer değiştirme zamanı gelene kadar tamamen hareketsiz durmaları gerekiyor.
Değişim sırasında, hareketlerini mükemmel bir şekilde koordine edebilmeleri için çiftler halinde çalışıyorlar. Resmi törenin değişim sırasında gerektirdiği adımlar, 60 dk lık hareketsizlikten sonra kan dolaşımını korumak için oldukça yavaş çekimde gerçekleştiriliyor. Haber bültenlerinde, Yunanistan ile ilgili programlarda hep gördüğümüz bu sahneye yakından tanık olmak ayrıcalıklı bir deneyim oldu...
Atina'nın tam kalbinde; Syntagma Meydanı ile Panathenaic Stadyumu arasında, şehrin gürültüsünden kaçıp yemyeşil bir ortamda dinlenmek için harika bir alan olan ünlü Atina Ulusal Bahçesi (Athens National Garden) yer alıyor. Parlamento Binası ile neredeyse birleşik olan bu büyük büyüleyici parkın şehrin işlek caddeleri arasında yer almasına rağmen gürültüden bu kadar iyi korunabilmesi ilginç...

Bahçe, yaklaşık 16 hektarlık geniş bir alanı kapsıyor. Syntagma Meydanı'nın kuzeyinde, Yunan Parlamentosu'nun hemen yanında yer alıyor.

Ulusal Bahçe, Kral Otto'nun eşi ve Yunanistan'ın ilk kraliçesi Kraliçe Amalia'nın emriyle 1838-1840 yılları arasında oluşturulmuş. Alman Ziraat Mühendisi Frederick Schmidt, Yunanistan'dan ve dünyanın dört bir yanından 500'den fazla bitki türü ithal edilmiş. Bunların arasında tropikal bitkiler de bulunuyor.
Başlangıçta, etrafı çitle çevrili olduğu ve sadece kraliyet ailesi gezme hakkına sahip olduğu için Kraliyet Bahçesi olarak adlandırılmış. Halkın sadece Kraliyet Bahçesi'nin yanındaki küçük bir park olan Zappeion'da dolaşmasına izin veriliyormuş.
Ancak, 1975'te Yunanistan'da demokrasinin yeniden tesis edilmesinin ardından park, Ulusal Bahçe adını alarak halka açılmış.
Ulusal Bahçe, dar labirent yolları, ahşap bankları ve aralarındaki küçük gölleriyle dikkat çekiyor.
İçerisinde küçük bir hayvanat bahçesi, Botanik Müzesi, çocuk kütüphanesi, oyun alanı ve açık hava kafesi bulunuyor.

Henry Miller, Maroussi Heykeli'nde (1939) Atina Ulusal Bahçesi için şunları yazmış :  '' O ilk gece Zappeion'da büyülenmiş gibi dolaştım. Bildiğim hiçbir park gibi hafızamda yer etmedi. Parkın özü, bazen bir tabloya baktığınızda veya gitmek istediğinizde bir yeri hayal ettiğinizde ama bir türlü bulamadığınızda hissettiğiniz o his... ''
Ulusal Bahçe'nin kuzey kapısının hemen karşısında '' Panathenaic Stadyumu '' u görüyoruz.
M.Ö. 4. yüzyılda inşa edilen ve 1896'da yapılan ilk modern Olmpiyat Oyunları için restore edilmiş. Şehrin en popüler turistik mekanlarından biri.
Uzun tarihi boyunca geçirdiği birçok dönüşümün ardından, 1896'da ilk modern Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapmış ve dünyada tamamen mermerden inşa edilmiş tek stadyum olmaya devam ediyor.
Stadyumun kapasitesi 50.000 kişi, ancak ilk Olimpiyat Maratonu 1896'da Yunan atlet Spyridon tarafından kazanıldığında 80.000 seyirciye ev sahipliği yapmış. Stadyum, her iki yılda bir, Olimpiyat ateşinin bir sonraki yaz ve kış Olimpiyat Oyunları organizasyonlarının resmi teslim törenine de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, 1896 Olimpiyatları öncesinde yeniden inşasında kullanılan taş nedeniyle (Akropolis'in inşasında kullanılan taşların çıkarıldığı antik mermer ocağından getirilmiş.) Yunanca güzel mermer anlamına gelen '' Kallimarmaro '' olarak da biliniyor.
Muhteşem Panathenaic Stadyumu'nun tarihi basamaklarında dolaşmak ve oturup güzel manzarayı seyretmek, ilk Olimpiyatları hayal etmek çok güzel oldu.
Neredeyse bir adım ötede Zappeion'a doğru yürüdük. Zappeion'un inşası 1888'de tamamlanmış. Adını inşasını finanse eden Yunan girişimci, Ulusal hayırsever '' Evangelos Zappas '' tan alıyor.
Zappas ve kuzeni Konstantinios, 1859'da Olimpiyat Oyunları'nın yeniden canlandırılmasını öneren ve uygulayan ilk kişiler olmuşlar. Zappeioi Oyunları veya Nea Olympia (Yeni Olimpiyatlar) olarak adlandırılan oyunlar, 1896 yılında düzenlenen ilk modern Olimpiyatların temelini oluşturmuş.


Günümüzde konferans ve etkinlik mekanı olarak hizmet veriyor.
Biz oradayken de böyle bir organizasyon olduğu için, içerisini ve eşsiz mimariye sahip salonlarını görme imkanımız olmadı.

Bina içindeki korint tarzı revakları ve devasa alanları bütün yayınlarda anlatılıyor.
Ulusal Bahçe'ye bağlanan ve Yunan Parlamentosu'na açılan Zappeion bahçelerinde yürüyüş yapmanın keyfini yaşıyoruz ve dışarıdaki neo klasik mimariye hayran kalıyoruz.

Atina Ulusal Bahçesi, Zappeion Bahçesi de dahil olmak üzere yemyeşil alanlara ev sahipliği yapıyor.
Bu yeşil alanlar şehrin taş ve beton binalarına şaşırtıcı bir denge sağlamış. Doğaya huzurlu bir kaçış hissi veriyorlar. Atina'nın çevresi de ünlü dağlar ve tepelerle çevrili.

Çok fazla yürümeden '' Hadrian Kemeri '' ne geldik. Olympia Zeus Tapınağı'nın yakınında bulunan Hadrian Kemeri, MS. 131 yılında, Atina şehrine yaptığı birçok katkıdan dolayı Rona İmparatoru Hadrianus'u onurlandırmak için inşa edilmiş. Kemer 18 metre yüksekliğinde olup Pentelik mermerinden yapılmış.
Üzrinde Akropolis'e bakan iki yazıt var : '' Burası Atina, Theseus'un antik kenti '', diğeri ise Olympia Zeus Tapınağı'na bakan '' Burası Theseus' un değil, Hadrianus'un şehri. ''
Olympieion olarak da bilinen Olympian Zeus Tapınağı, Yunanistan'ın en büyük antik tapınaklarından birisi. İnşaatı MÖ 6. yüzyılda Atinalı tiran Peisistratos'un yönetimi altında başlamış, ancak 2 yıl sonra, MS 600. yılında Roma İmparatoru Hadrianus'un hükümdarlığına kadar tamamlanmamış. Sonunda onu tanrıların kralı Zeus'a adayan Hadrianus tarafından bitirilmiş. Tapınak, Atina'nın gücünü ve dindarlığını ve daha sonra Roma'nın Yunan meselelerindeki etkisini gösteriyor... Tapınağın bir zamanlar her biri 104 metre yüksekliğinde 17 devasa sütunu varken bugün bunlardan sadece 15 i kalmış. Bu sütunlar gerçekten de Atina'nın önemli simge yapılarından  ve genellikle basitçe '' Olimposlu Zeus'un Sütunları '' olarak anılıyorlar. Restarasyon devam ettiği için yakınından göremedik.
Güne erken saatte başladık. Yaptığımız kahvaltı ve Akropolis gezisi sonrası Atina'da bir çok özel yeri baş döndürücü bir hızla gezmeye devam ediyoruz. 

Özel meskenlerin bulunduğu, güzel Kolonaki semti ve Patriarkhou Loakim ile İrodotou sokakları çevresindeki kozmopolit bölge, kent merkezinin kuzeyinde yer alıyor.

Bu sokaklar, alışveriş ve eğlence olanaklarıyla da dikkate değer. Ulusal Arkeoloji Müzesi gibi Atina'nın en iyi müzelerinden bir çoğu da kentin bu bölümünde.

Güneş batıyor. Akşam için kaldığımız Apart'a gidip hazırlanıyoruz ve Monastiraki Meydanı yönüne doğru yürüyoruz.

Monastiraki Meydanı'nın birkaç yüz metre ilerisinde daha küçük bir meydanda ünlü bir lezzet durağının önüne geldik.
'' O Thanasis '' Atina'da yeme-içme dendiğinde birçok kişinin tavsiye edebileceği bir yer.
Araç trafiğine kapalı Mitropoleos Caddesinde , oldukça merkezi ve doğal olarak hareketli bir sokakta bulunuyor. Bu küçük meydan Osmanlı döneminde merkezi bir tahıl pazarıymış.
Bir esnaf lokantası izlenimi veren bu restoran Yunan mutfağının başarılı örneklerini tatmak için ideal. 1964 yılında Yunanistan'ın Yanya kentinden Atina'ya çalışmak için gelen iki kuzen tarafından kurulmuş. '' Taste Atlas '' a göre dünyanın en iyi 100 restoranı arasında 46. sırada.
Thanasis; kaliteli yemekleri uygun fiyata ve hoş bir iç ve dış mekan ortamında mükemmel hizmetle bir araya getirerek onlarca yıllık sıkı çalışması ile bu önemli ödüle hak kazanmış.
Hem turistlerin hem de yerel halkın yoğun olarak tercih ettiği bir yer oldupundan yer ayırtmakta fayda var.



'' Saganaki '' tavada kızartılmış özel bir peynir. Üzerine sıkılan limon ile harika bir aperatif. Saganaki ve tzatziki (cacık) ile başlıyoruz.
 
Ve tabi ki: Atina'da vazgeçilmezimiz Yunan usulü Musakka...

'' Thanasis Kebab '' ise pita ekmeği üzerine dört edet şiş kebab (kuzu eti) ve yanında soğan, ızgara domates ile servis edilen çok lezzetli bir yemek. Ana yemek tercihimiz ise; Thanasis Kebab ve Yogourtlou Kebab ( Thanasis kebabın yoğurtlu hali ve üzerinde ızgara sucuk ile servis ediliyor)


O Thanasis'de; şişe ve fıçı biralar, alkolsüz içecekler, yerel uzo ve tsipouro içeceklerinin yanı sıra geniş bir şarap seçkisi bulunuyor.
Rahat ve eğlenceli olan O Thanasis'de personel son derece güler yüzlü.
Et (kuzu), tavuk ve domuz etleri de döner şişlerinde Yunanistan'ın bir diğer önemli lezzeti '' Gyros '' u için her zaman hazır.
Monastiraki ve Plaka bölgelerinin pitoresk ortamında yemeğe eşlik eden ve canlı müzik yapan müzisyenler sıklıkla sahne alıyor. Tutarrlı, lezzetli ve otantik bir deneyim sunma becerileri Thanasis'i yerel halk ve turistler arasında sevilen bir yer haline getirmiş. Burada tam anlamıyla Yunanistan'ı yaşıyoruz...
Atina


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder