Sayfalar

20 Temmuz 2024 Cumartesi

 İSTANBUL' DA ÇOK GÜZEL BİR GÜN ...

 Bugün günlerden İstanbul. Hem de üç yıl aradan sonra.. Seçimlerimizden oluşan, İstanbul'daki yeni mekan keşif ve deneyimlerini gerçekleştirecek olma düşüncesi, bizi ilk andan heyecanlandırmaya başladı bile...
İzmir'den İstanbul'a gidiş uçağı ile İstanbul'dan İzmir'e dönüş uçağı arasında, uçuş süresi ve havaalanlarına biraz önceden gelme durumu da dikkate alındığında en fazla 10 saatimiz kalıyor. Ancak, uçuşa az bir süre önce bildirilen rötar 3 saat.. Bu rötarın nedeni; İzmir Adnan Menderes Havalimanı yakınlarında çıkan orman yangınları ve havalimanından uçuşların geçici olarak durdurulması.. Yola çıkmak, yolda öğrenmek ve öğrenirken düşünmek çok güzel... 
İstanbul yeni havalimanına neredeyse öğlen saatlerinde indik. Bu gecikme sonucu 7 saatimiz var. Biraz hızlandırılmış program yapmamız gerekecek. Havaalanından metro ile Kağıthane'ye yarım saatte gedik. İlk durağımız : T.C. Cumhurbaşkanlığı, Devlet Arşivleri, Osmanlı Arşivi Yerleşkesi. Üniversite yıllarım İstanbul'da geçti ve İstanbul'u iyi bildiğimi düşünürüm. Ancak, Kağıthane'deki bu çok büyük arşiv yerleşkesini ilk defa görüyorum... 
Girişte araştırmacı kartlarımız veriliyor. Arşiv, Osmanlı Tarihi araştırmaları bakımından dünyanın en zengin arşivi olma özelliğini taşıyor. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan 1922 yılına kadar olan dönemi kapsıyor. Sayısı 95 milyonu bulan Osmanlıca belgeye sahip.
Burada bulunduğumuz kısa sürede; Osmanlı Arşivi'nin, yalnız bizim değil, geçmişte birlikte olduğumuz veya ilişkide bulunduğumuz çok sayıda ülke ve milletin tarihi açısından ne derece önemli olduğunu da öğreniyoruz. Hayran olmamak mümkün değil. Arşivin yetkili personelinin  yol göstermesini, karşılaşılan güçlüklerin giderilmesinde özveriyle yardımda bulunduklarını görmek bizi mutlu etti.
Arşivin hemen karşısından geçen Kağıthane deresi ve İstanbul'un merkezindeki en büyük park olan '' Sadabat Parkı '' nı karşıdan görüyoruz. Geçmişte bir çok şiire ilham kaynağı olan Sadabat Parkı ve park içinde bulunan, son halini Sultan Abdülaziz döneminde 1863 de alan Sadabat Camii ( Aziziye Camii) çok göz alıcı görünüyor. Saray başmimarları  Sarkis ve Agop Balyan kardeşler tarafından inşa edilmiş.
Ertelemek yalnızca işlerimizin gerçekleşmesine neden olmaz, aynı zamanda hayatı kaçırmamıza da neden olur... Aklımızı, öğrenmeyi tutku haline getirmek gerekli. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor. Ama bugün Sadabat Parkı ve Camii'ni gezmeyi bir başka zamana ertelemek gerekiyor...
İkinci durağımız olan '' Harbiye Müzesi '' için Osmanbey'e geldik. Müze yönetimi görevlileri eşliğinde küçük bir müze turu da yaptık.
Müze alanı ve binaları çok büyük. İyi bir gezi için yarım günü ayırmak gerekiyor. Biz mecburen sıkıştırılmış programımız nedeniyle bu kadarıyla yetiniyoruz.
Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak İstanbul'da faaliyetlerini sürdüren Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı koleksiyonlarının zenginliği açısından dünyanın önde gelen müzelerinden. Askeri Müze'nin kuruluşu modern anlamda olmamakla beraber 15. yüzyıla kadar uzanıyor.
1453'te İstanbul'un Türkler tarafından fethinden sonra Aya İrini Kilisesi, değerli silahların, harp araç ve gereçlerinin toplandığı '' Cebehane '' olarak düzenlenmiş. 1726 tarihinde Cebehane'deki tüm malzemeye yeni bir düzen verilerek '' Dar-ül Esliha '' adı ile yeni bir kurum oluşturuluyor. Modern anlamda Türk müzeciliğinin temeli Tophane Müşiri Damat Ahmet Fethi Paşa'nın gayretleri ile 1846 yılında atılmış ve bu tarih Türk müzeciliğinin ve Askeri Müze'nin gerçek anlamda kuruluşu olmuş.

1966 yılından itibaren restore çalışmaları sürdürülen eski Harbiye binasının Askeri Müze olarak kullanılmasına karar verilmiş ve 10 Şubat 1993 günü yeni bir düzenleme ile ziyarete açılmış. Başlangıçta Osmanlı Cebehanesi'nden intikal eden silahlarla salonlarını açan Askeri Müze, zaman içerisinde toplama, satın alma ve bağış yoluyla koleksiyonlarını genişletmiştir. Askeri Müze, 13. yüzyıldan günümüze kadar uzanan geniş bir zaman dilimine tarihlenen çok sayıda askeri kültür varlığına sahip.

Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün Harp Okulu'nda geçen öğrenim hayatı anısına müzedeki bir salon Dönemi'ne uygun olarak düzenlenmiş ve Harbiyeli Atatürk Sınıfı olarak hizmete açılmış.

Müze sergi salonlarında vitrinlerle sergileme yöntemi dışında son yıllarda modern müzecilik uygulamaları da kullanılmaya başlanılmış.

2007 yılından itibaren Türk Ordusunun Kuruluşu, Selçuklu Dönemi, Osmanlı Devleti'nin Kuruluş ve Yükseliş Dönemleri, İstanbul'un Fethi ve Çanakkale Savaşları'nı konu alan salonlar yapılmış.

Bu salonlarda büyük ebatlı dioramalar, haritalar, ışıklı panolar, heykel ve yağlı boya tablolar ile yer yer orijinal eserlerin kullanıldığı bir konsept uygulanmış.


Atatürk'ün de 1899 - 1905 yılları arasında öğrenim gördüğü ve birçok değerli komutan ve subayın yetiştiği Harp Okulu, Ankara'ya taşındığı 1936 yılına kadar bu binada kesintili olarak eğitim ve öğretime devam etmiştir.

Müzecilik faaliyetlerinin yanı sıra dünyanın en eski bandosu olan Mehter de Askeri Müze bünyesinde yer alıyor.

Yine Askeri Müze'de yerli, yabancı, sivil ve askeri her türlü kültür ve sanat faaliyetlerine açık '' Kültür Sitesi '' kompleksi de yer alıyor.
Askeri Müze, Pazartesi günü hariç diğer günlerde 09.00 - 16.30 saatleri arasında ziyarete açık. Mehteran Birliği Perşembe ve Cuma günü 11.00 - 11.30 ile 15.00 - 15.30 saatleri arasında, Salı, Çarşamba, Cumartesi, Pazar günleri 15.00 - 15.30 saatleri arasında konser veriyor.
O gün gideceğimiz dört müzeye yürüme mesafesindeki lezzet duraklarını önceden belirlemiştik. Harbiye Müzesi'nden sonra öğlen yemeği arasını belki en çok istediğimiz yerde verdik. Yürüyerek Nişantaşı'nın canlı ve renkli sokaklarında keyifli bir yürüyüşe başladık.



Nişantaşı Teşvikiye'nin en işlek sokaklarından Akkavak'ta ; Anadolu Mutfağının en güzel örneklerinin ve geleneksel yemeklerin farklı yorumlarının yapıldığı bir mekan olan '' Sade Beş Denizler Restaurant'a '' ulaştık. 

Sade Beş Denizler Mutfağı, Michelin 2023 ve 2024 rehberinde yer alıyor.
Michelin Rehberi '' Bib Gourmant '' mekanı şöyle değerlendirmiş :
'' Canlı Nişantaşı semtinin bitmeyen hareketliliği, bu samimi işletmede de kendini gösteriyor. Şehrin sakinleri ve ziyaretçileri hem hızlı bir atıştırma hem de zengin bir akşam yemeği için buraya geliyorlar. Gerçek Türk misafirperverliği ve fiyatların karşılığını vermesi, Sade Beş Denizler Mutfağını cazip kılan noktaların başında geliyor. Acı biberli baharatlı dana dili salatası ve kokoreç tabağı, patates ve yoğurtla servis edilen mantı gibi Anadolu lezzetleri burada beklediğiniz cömertlikle kutlanıyor. Telaş yok, tadına doyamayacağınız zengin tatların ortasındasınız. ''
Lezzet seçimlerimizi çok önceden yapmıştık. Ancak geniş menüyü yine de inceledik. Konya'nın eşsiz lezzeti '' Yağ Somunu '' mayalı hamuru ve taze baharatlarla ve küflü peynir, tulum peyniri, eski kaşardan oluşan bol iç harç, bol tereyağlı dolgu ile çıtır susamın muhteşem uyumu damağımızda unutulmaz bir lezzet bıraktı.
Ardından diğer tercihimiz '' Tokat yöresinden Etli Yaprak Sarma '' servis edildi.
Dana ve kuzu kıyma, köftelik bulgur, tereyağı, domates salçası, kimyon, karabiber, soğan ve asma yaprağı ile hazırlanan etli yaprak sarmasının yanında, sarmısaklı yoğurt ve üzerinde tereyağı ile lezzet çok üst seviyelere ulaşmıştı.
Son olarak, dana ve kuzu etinden hazırlanan ızgara köfte lezzeti ile tavsiyeleri haklı çıkardı..
İçecek olarak '' Mor Reyhan Şerbeti '' müthişti...
Geniş ve modern ortamı ile uzun saatler geçirme isteği yaratıyor. Menüden seçim yaparken Anadolu Şehirleri turu yapıyorsunuz. Anadolu'nun mutfaklarını geleneksele saygı duyarak, sade haliyle tüm dünyaya duyurmayı hedefleyen restoranın mutfağında ise Şef Deniz Şahin var. Restoran, üst kat giriş kısmında ve alt katındaki çatılı bahçesiyle 100 kişiye kadar konuk ağırlayabiliyor. Menüde yerel, taze ve mevsiminde ürünler öncelikle kullanılıyor. Soka, humus, köz meze, çerkes tavuğu, dil söğüş, topik, nuraniye, kocco kokoreç, tereyağlı dana dil, baklalı sarma, tereyağlı tokat usulü mumbar, fırında enginar, tereyağlı dana ciğer, kuzu çizik, çalma pekmezli tavuk, huruştu, mantı, kuzu möhre, pehli, küşleme, kuş mantısı, elmalı sütlü irmik, un helvası, sakızlı muhallebi, çıtır kabak ve daha nice lezzetlerini belki ne zaman tadacağımızı da düşünerek Sade'den olağanüstü güzel duygularla ayrıldık. Burayı tavsiye ediyoruz...
Maçka ve Akaretler üzerinden Beşiktaş'a doğru yürümeye başladık. Sade'nin hemen yanında Türkiye'nin en iyi lahmacun yapan mekanlarından '' Tatbak '' ı görmek hoş bir süpriz oldu. İki güzel yer yan yana.. Aramaya gerek yok.. Tatbak, Lahmacun ile Michelin listesinde ve turistlerin ilgi odağı haline gelmiş.
Akaretler yokuşundan aşağıya, Beşiktaş'a yarım saat süren yürüyüşümüz sırasında yolun sağında ve solunda İstanbul; Tarihi, çok özel parkları, anıtsal yapıları ve mimari harikaları ile akıp gitti... Gizli bir bahçeye açılan bir kapı karşımızda şimdi...
Dolmabahçe'nin gizli sanat mekanı : Milli Saraylar Resim Müzesi burada bulunuyor.
Yapı, Dolmabahçe Sarayı'nın bir benzeri olup üç kat üzerine kurulmuş.
Müzenin ana giriş kapısından girdiğimizde ayaklarımız bizi önce deniz kıyısına götürüyor.

Dolmabahçe Sarayı'nın Rıhtımına ilk defa bu kadar yakınım.
Gizli bir hazine bulmuş gibi sevinçliyiz.

Boğazı karşımıza alıp oturuyoruz. Boğaz havasını içimize çekip, İstanbul'u seyrediyoruz.

Abdülhak Şinasi Hisar ; Bir İstanbul ve Boğaziçi aşığıdır. İstanbul'u ve Boğaziçi'ni, mehtaplı geceleri, denizi en iyi tasvir edenlerdendir. Oturduğumuz bu yerde onun eserlerinden bazı sözleri aklıma geliveriyor...
'' En derin sözleri ve en mükemmel ahenkleri hazırlayan hep sükutlardır. En doğru fikirler gibi en kudretli cesaretler de sükuttan doğar. Sessizlik şiir zevkini besler ve şiirler arasında ancak sükut lazım veya mümkün olduğu gibi bu güzel sükutlar dan sonra insana susmak veya şiir söylemek yaraşır. '' 
'' Sular öyle bir lezzetle duyulur ki güya sallanan ipek ve hafif perde gibi nazarlara örttükleri derin bir ihtişamla dolmuş bir alemden ses verirler. Bu gizli ve meçhul alemin uğultusu gibi duyulan derin fısıltıyı hala hatırlar ve duyarım. ''
'' Her şey kayar, akardı. Sular, rüzgarlar, bulutlar ve bilhassa zamanlar. Zaman ki baş döndürücü akışını bu saf, bu berrak havada ruh daha çok duyar. ''
   Yaşam bizler için büyük bir ödül. İstanbul'da Boğaz'a karşı oturmak, sessizlik, bu sözleri hatırlayarak bakmak ise bu günün ödülü oldu... 
Milli Saraylar Resim Müzesi'ne ev sahipliği yapan ve Tanzimat'ın ilanından sonra şehzadelerin dışa kapalı sürdürdükleri hayatın sona ermesiyle birlikte serbest yaşama geçişlerinin mimari bir simgesi olarak Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi, Sultan Abdülmecid döneminde 1857 yılında inşa edilmiş.
Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamid, Sultan V. Mehmed Reşad, Yusuf İzzettin Efendi, Sultan VI. Mehmed ve Halife Abdülmecid Efendi veliahdlık dönemlerinde bu daireyi kullanmışlar. Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi'nin bir bölümü restorasyon çalışmalarının ardından, 22 Mart 2014 tarihinde Milli Saraylar Resim Müzesi olarak ziyarete açılmış. Sarayın bu bölümü Dolmabahçe Sarayı'ndan bağımsız olarak gezilebiliyor. Dolayısıyla buraya iki farklı şekilde girebilirsiniz. Ya Dolmabahçe Sarayı'nın ana giriş kapısından ya da bu gizli kapıdan...
Artık Resim Müzesi'ni gezme zamanı.

Kapıdan girip, girişteki büyük salona geçtiğimizde '' Şeker Ahmed Paşa Çay Salonu '' geçiyoruz. Boğaz manzarasından ayrılmak istemiyor gibiyiz...

Muhteşem manzaraya karşı boğaz esintisini de hissederek kahve içtik.
Kendimizi bir Saraylı gibi hissedip ortamın ve anın tadını çıkarıyoruz...
Osmanlı dönemi resim sanatının en seçkin örneklerine ev sahipliği yapan Milli Saraylar Resim Müzesi, sahip olduğu koleksiyonla dünyanın sayılı sanat merkezleri arasında bulunuyor.

Sanatseverlerin büyük ilgi gösterdiği müze, son dönem Osmanlı Sarayının resim beğenisini, Türkiye'de Batılı anlamda ilk koleksiyonunun oluşumunu ve gelişimini yansıtan tek müze olmuş.
Yıldız Sarayı'nın ve Topkapı Sarayı'nın Milli Saraylara katılmasıyla zenginleşen müze koleksiyonundaki eserler, 16. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki uzun bir zaman dilimine tarihleniyor.


Eserler zarar görmesin diye karanlık odalar, loş ışıklar ile aydınlatılmış. Bu loş ışık altında dahi Sarayın tavan dekor süslemeleri ve sonsuz varaklı altın yaldızlar muhteşem görünüyor.
Zemin kattaki bazı odaların duvarlarında kalem işi süslemeler bulunuyor. Tavanlarında ve panolarında çok sayıda yağlı boya resim yer alıyor. Yine bazı salon ve duvarlarında tuval resmi niteliğinde manzara, hayvan figürleri, gemi resimleri ve natürmortlar dikkati çekiyor.

Dolmabahçe Sarayı Yerleşkesindeki Veliahd Dairesi'nde bulunan Resim Müzesi, 11 bin metrekarelik kapalı bir alana sahip. Modern anlayışla hazırlanan müze, 34 tematik salondan oluşuyor. Bu bölümler;
'' Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Salonu '', '' Devlet-i Aliyye '', '' Salvatore Valeri '', '' Ressam-ı Hazret-i Şehriyari '', '' İvan Konstantinoviç Ayvazovski Salonu '', '' Emilio Della Sudda '', '' Osman Nuri Paşa '', '' Süleyman Seyyid '', '' Türk Hamam Kültürü '', ''Halil Paşa '', '' Osmanlı'nın İhtişamı '', '' (Şeker) Ahmed Ali Paşa '', '' Abdülmecid Efendi'nin Atölyesinden İzler '', '' Abdülmecid Efendi '', '' Osman Hamdi Bey '', '' (Hoca) Ali Rıza '', '' Hüseyin Zekai Paşa '', '' Goupil Galerisi'nden '', '' Hayal İstanbul '', '' Osmanlı Hanımefendileri '', '' Mustafa Kemal Atatürk '', '' Hane-i Saadet '', '' Tasvir-i Hümayun Salonu '', '' Osmanlı Donanması '', '' Savaşlar ve Zaferler I ve II '', '' Savaşlar ve Zaferler Salonu '', '' Fetih ve Fatih '', '' Abdülmecid Efendi'nin Atölyesi '', '' Doğu'ya Dair '', '' Osmanlı Sarayında Manzara '', '' Enderunlu Ressamlar '', '' Osmanlı Bürokrasisi '', '' Suretler ve Çanakkale ''.    

Veliahd Dairesi'nin ikinci bölümünün restorasyonu tamamlandıktan sonra müzenin halen açık bölümü de bütünlüğün sağlanması için yeniden düzenlenerek Türk müzeciliği açısından alanında örnek bir müze oluşturulmuş. Müzenin sergileme panoları, aydınlatma ve bilgilendirme sistemleri çağdaş müzecilik tekniklerine uygun olarak yenilenmiş.

Müzenin her katında iki büyük salon, onlarca küçük oda var. Ancak büyük salonlardan en görkemlisi Rus ressam '' İvan Ayvazovski '' nin eserlerinin sergilendiği '' Merasim Salonu ''. Ayvazovski, Sultan Abdülaziz'in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları yapmak için 1845 - 1890 yıllarında İstanbul'da yaşamış.
Denizi, gemileri, dalgaları ve ışığı çok güzel kullanmış. Hayran kaldık...



Müzede 553 eser sergileniyor. Bunlar arasında en dikkat çekici eser, Felix -  Auguste Clement'in  Said Halim Paşa Yalısı'nda bulunan ve Resim Müzesi'ne getirilip sergilenmekte olan '' Gatah Çölü'nde Prens Halim'in Ceylan Avı : Tazı Payı '' adlı Türkiye'nin en büyük Oryantalist tablosu...


'' Abdülmecid Efendi'nin Atölyesi'nden İzler '' bölümünü temsil eden eserler iki farklı odada sergileniyor. Abdülmecid Efendi,(1868 - 1944) Osmanlı Devleti'nin son veliahdı ve son halifesi. Sanata ve sanatçılara olan ilgi ve desteğiyle tanınıyor. Resim, müzik ve hat sanatıyla ilgilenmiş. Ortaköy'deki Fer'iyye Sarayı, Bağlarbaşı'ndaki köşk ve Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi'ndeki resim atölyelerinde çalışan sanatçı, halife olunca yerleştiği Dolmabahçe Sarayı'nın 66 no'lu odasını '' Resim Odası '' olarak kullanır.

3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılması ve hanedan mensuplarının ülke dışına çıkarılmaları üzerine, öncelikle Halife Abdülmecid ve ailesinin yurt dışına çıkarılmaları öngörülür. Milli Saraylar Koleksiyonu'nda sanatçıya ait birkaç imzalı örnek dışında, çoğu imzasız ve ülkeden ayrılışı nedeniyle bitirmeye fırsat bulamadığı tabloları, eskizleri, fotoğrafları ve çeşitli resim malzemelerinden oluşan zengin bir koleksiyon mevcut.

'' Sultan II. Abdülhamid'e Hal'i Tebliğ Eden Heyet '' adlı eser..
Yazımda paylaştığım resimler, özel izin alarak flaşsız ve uzaktan çektiğim fotoğraflardan oluşuyor. Resim Müzesi o kadar büyük ve etkileyici ki : en iyisi bir gün mutlaka gezi planlarınızda olsun, sizlerle çok az bölümünü paylaşabiliyorum. 
Resim müzesi için en az yarım günü ayırmak gerekli. Biz 1 saat ayırabildik...
Üç kattan oluşan yapı geniş bir arka bahçeye de sahip.
Önünde boğaz manzaralı bahçesi ve rıhtım, arkasında ise Cennet'ten çıkmışçasına güzellikte bir bahçe.



Arka bahçede '' Limonluk '' adı verilen bölümde kış bahçesini andıran '' Limonluk Kafe '' var.
Bahçe içindeki süs havuzunda kuğular yüzerken, bakımlı ve yeşil bir saray bahçesinden şehrin tam ortasında bir huzur köşesi hayal edin...


Manolya ağaçlarının süslediği arka bahçeye ve Resim Müzesi'ne veda etme zamanı geldi...
Son durak, '' Deniz Müzesi ''. Beşiktaş yönüne doğru 250 metre yürüyoruz.
İstanbul Deniz Müzesi, Türkiye'nin denizcilik alanında en büyük müzesi, içerdiği koleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden birisi. Koleksiyonunda yaklaşık 20.000 adet eser bulunuyor.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı olan İstanbul Deniz Müzesi aynı zamanda Türkiye'de kurulan ilk askeri müze. Ana sergi binası üç katlı ve 1500 m2 lik bir alana sahip. Binada bulunan 4 büyük salon ve 17 oda sergileme alanı olarak kullanılmış ve salonlara rüzgar yönlerinin isimleri verilmiş. Müzede; Saltanat kayıkları, bahriyeli kıyafetleri, el yazmaları, gemi modelleri, sancaklar, haritalar ve portolanlar, tablolar, tuğralar ve armalar, kadırgalar, seyir aletleri, gemi baş figürleri ile silahlar sergileniyor.
Müze yönetimi ile görüştükten sonra, sadece giriş bölümünü gezip Deniz Müzesi'nden çıktık. Havaalanına dönüş yoluna çıkmamız gerekiyor, zamanımız kalmadı...
Yıllar önce Yıldız Üniversitesi'nde iken her gün önünden geçtiğim Deniz Müzesi bana o günleri hatırlattı. O yıllarda bir defa müzeyi gezmiştim. Beraber ve detaylı gezmeyi daha uygun bir zamana bırakarak Gayrettepe'ye doğru yola koyulduk.
Gayrettepe'den İstanbul Havalimanına yarım saatlik metro yolcuğu ile ulaştık.
Uçuşumuza biraz daha zaman olduğundan, kahve içerken çok hızlı geçen güzel günümüzü değerlendirdik.

Bugün ertelediklerimizi en kısa zamanda gerçekleştirmek hayali ile Ege'ye, İzmir'e doğru yola çıktık.
İstanbul'da bu çok güzel günü anılarımızda bırakarak...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder