Sayfalar

17 Şubat 2024 Cumartesi

 İZMİR'DE ATATÜRK'ÜN İZİNDE... VE BİR RÜZGAR HIZINDA ANILAR ...

Anılar... Kim olursa olsun, bir insanı anlamak ve tanımak için onun anılarını iyi bilmek ve anlamak gerekir. Çünkü insanlar anılarında insan boyutları ile görünür. Güçleri, zaafları, başarıları, başarısızlıkları ile insanlar anılarda insanlıklarıyla karşımızdadırlar.
   Güzel bir İzmir gününde, Atatürk'ü İzmir anılarıyla anlamak, tanımak ve anmak için onun İzmir'inde farklı bir geziye çıktık... 
Atatürk'ün bazı anılarında hep İzmir özlemi, İzmir'le bütünleşen bir yurt sevgisi vardır. 21 Ocak 1922'de İzmir Yurdu Cemiyeti'nin Fahri Başkanı seçilirken bile hedefini ortaya koymuştur :
   Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, 21 Ocak 1922 tarihinde '' İzmir Yurdu Cemiyeti '' tarafından Anadolu Lokantasında verilen çayda hazır bulunur. Üyeler Paşa'dan, '' Yurt '' un fahri başkanlığını kabul etmesi ricasında bulunur. Bunun üzerine Gazi kısa, ama özlü ve yakın gelecekle ilgili müjdeler içeren şu konuşmayı yapar :
   '' İzmir Yurdu'nun başkanlığını kabul etmek bence onur ve mutluluk vericidir. Yurd'un, İzmir'den uzak yerlerde değil, İzmir'in içinde görev yapacağı güne ulaşacağız. O gün uzak değildir ! ''
   Mustafa Kemal'in anılardaki görüntüsü de çok yüce. Çünkü anılardaki Mustafa Kemal hakka göre davranır. Her durumun gerçeğini saptayıp o gerçeğin gerekli kıldığı hak ve ölçüye göre davranan Atatürk, nerede duracağını da en iyi şekilde bilmiştir.
Atatürk'ün bir siyasal önder olarak insancıl yönleri, günlük yaşamı, alışkanlıkları, hoşlandığı, hoşlanmadığı kültürel ögeler, değer yargıları, aile yaşantısı yeterince ele alınıp incelenmiş değil..
Atatürk'ün İzmir anıları ve iz bıraktığı yerler arasında gezerken, onun yemek kültürünün sadece bir kesitini oluşturan yeme içme alışkanlıklarını da deneyimlemek istedim. 
   Gece geç saatlere kadar çalışan Atatürk, sabah kahvaltısında 2 yumurta ve beyaz peynir ile yapılan omleti ve yanında çay, kahve tercih edermiş.
Atatürk, zaman zaman da soğuk ayran ve ekmek ile kahvaltı yaparmış. Yoğurt, ayran ve ekmekle geçirdiği kahvaltı sayesinde güne hem hafif hem de dinamik başlıyordu.
Bazen de bir kase yoğurt yer, sonra sütlü kahve içermiş.
Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değil. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.
Tarihin ilk çağlarından bu yana devlet başkanlarının çeşitli mesleklerden kişilerle sofrada oturup tartışma geleneği yarattığını biliyoruz. Eski Yunan'da ünlü filozof Eflatun, öğrencileriyle '' Tarihe  Diyaloglar '' diye geçen tartışmalarını '' Akademia '' da yapardı. Burası, Atina'da bir felsefe okulu durumuna getirdiği evinin bahçesi idi. Eflatun'da tıpkı hocası Sokrates gibi burada öğrencileriyle günün sorunlarını aklın ve bilimin ışığında tartışırdı. Böylece gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya varmanın yolları aranırdı.
   İşte Atatürk'ün sofrası da  bu nitelikte bir sofradır.


Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der : '' Atatürk'ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır. ''
Atatürk'ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava; sevgi, vefa ve arkadaşlıktı. Burada bilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alıyordu. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranıyordu. M. Kemal için amaç; tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu. Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası idi.
Atatürk'ün izinde bir yürüyüşe çıkmaya ne dersiniz ? Şiirlere tema olan Atatürk'ün İzmir sevgisini bugün şehrin bir çok noktasında hissetmek mümkün. Tüm izlere daha yakından bakmaya hazırsanız başlayalım !
Uzun yürüyüşüme Kültürpark'dan başladım. Atatürk ve İsmet İnönü'nün ebedi dostluğunun bir simgesi olan Tankut Öktem'in 1993 tarihli eseri '' Atatürk ve İsmet İnönü Heykeli '' nin tam önünden...
   Mustafa Kemal ilk olarak 1905 Şubatında İzmir'i görmüştür. Ali Fuat Cebesoy şunları söylemektedir;
'' Mustafa Kemal, ben, Müfit Kırşehir ve diğer bazı mümtaz yüzbaşılar İstanbul Limanı'ndan kalkan bir Nemse ile Beyrut'a hareket ettik. Ertesi gün öğle üzeri İzmir'e geldik. İzmir'i ilk defa görüyordum, üç arkadaş bir araba tutarak Kordonboyu'nda dolaştık. Şehir fevkalade güzeldi. Şehirdeki gazinolarda orkestralar çalıyordu. Birine girmek istedik fakat; sonra vapuru kaçırmaktan korkarak bundan vazgeçtik. ''
   11 Ekim 1925 günü İzmir Belediye Balkonu'ndan halka hitaben yaptığı konuşmada: '' Ben İzmir'i ilk gördüğüm gün mektebi terk ederek menfama (sürgüne) gittiğim gündür. Bu güzel memlekette, menfama giderken birkaç saat geçirmiştim. O zaman bu güzel rıhtımı baştan başa bize hasmiai can olan yabancı bir ırkın mensuplarıyla memlu görmüştüm. O zaman hükmetmiştim ki; İzmir hakiki, asil ve necip Türk İzmirlilerden gitmişti.. ''
Kültürpark, 1936 yılında açıldığından bu yana İzmir'in buluşma noktası. İzmir'in fuarlar kenti olması hedefi, daha Cumhuriyetin ilanından önce, Lozan Barış Görüşmeleri kesildiğinde 17 Şubat 1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde, Mustafa Kemal Atatürk tarafından konmuştu.
İzmir'in orta yerinde bir park. Adı Kültürpark. Kendisi kültür kadar park; park kadar kültür... Kültürpark bazen İzmir Fuarı'dır; dünyanın kapılarıdır, hatıralarımızda... Bir Sahnedir... Şehirle birlikte büyüyen. bizi büyüten... Hepimizin hayatı ile muhakkak kesişen...

Atatürk'ün izleri her yerde...
Pakistan Pavyonu önündeyim. 1938'de mimar '' Harbi Hotan '' tarafından Kültürpark içerisinde yapılmış. Vakıflar İdaresi tarafından yaptırıldığı için başlangıçta Vakıflar Pavyonu olarak anılan bina , yıllarca İzmir Enternasyonal  Fuarı sırasında Pakistan tarafından kullanılmış ve bugünkü adını almış. '' Kültürel miras yapısı '' olarak değerlendiriliyor. Ağustos 2021'de binada turizm bilgilendirme ofisi ve sergi alanı açılmış.
Pakistan Pavyonu, oryantalist  ve eklektik tarzda inşa edilmiş. Binanın üst katındaki seyir terası, hünkar köşkü biçiminde. Binada tek şerefeli minare görünümünde bir saat kulesi bulunuyor.
Uzun yıllardır İzmir'in dağlarını ve doğasını ihmal ettim... '' Efeler Yolu '' nu bir süredir duyuyorum. Pakistan Pavyonu, ''Efeler Yolu'' tanıtım ofisi olarak düzenlenmiş. Çok da iyi olmuş. İzmir'in Bornova İlçesinden başlayarak Nif Dağı ve Bozdağ sıradağlarını geçerek Kiraz'ın yaylalarını dönen ve devamında Aydın sıradağları üzerinden Efes-Selçuk'ta bulunan Meryemana'da sonlanan 500 kilometrelik çok etaplı ve işaretlenmiş bir yürüyüş yolu. Efeler Yolu, efe/zeybek temasını işleyen bir kültür rotası. Birbirinden güzel tam 28 etap..
Efeler Yolu... Efe Kültürü... Zeybek Oyunu...  Yine Atatürk aklımızda. Efeler Yolu'nda yürümek onu anmanın en güzel yollarından biri olacaktır. Zeybek oyununu en iyi oynayan, mavi gözlü, sarı zeybek Atatürk'ü Ege'nin dağlarında hissederek yürümek...
   Atatürk, zeybek oyunlarının kreasyonları üzerinde çalışarak, bir salon zeybek oyunu meydana getiren Selim Sırrı Tarcan'ın çalışmalarını da taktirle karşılamış, şu sözleri söylemiştir.
'' Selim Sırrı bey zeybek oyunlarına  medeni bir şekil vermiştir. Bu eser hepimiz tarafından kabul edilerek, milli ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş ve bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara '' Bizim de mükemmel raksımız var, diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda  müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her sosyal salonda, kadınla beraber oynanabilir ve oynanılmalıdır. ''
Pakistan Pavyonu içerisinde Efeler Yolu'nun detaylı tanıtımını ilgiyle takip ettim.
Efeler Yolu 27 ana etap ve 1 alternatif hat olmak üzere 28 etaptan oluşuyor ve etap uzunlukları 14-28 kilometre arasında değişiyor.
Etapların zorluk dereceleri genel olarak orta-zor ve zor olarak derecelendirilebilir. Bu yönüyle Efeler Yolu tam bir meydan okuma gibi... Efeler Yolu'nun ana etapları kırmızı-beyaz, alternatif rotası ise kırmızı-sarı renklerde işaretlenmiş. Diğer taraftan dileyen yürüyüşçüler, ücretsiz olarak sunulan Efeler Yolu Mobil Uygulamasını indirmek suretiyle de iz takibi yapabilir ve bölgede ihtiyaç duyabilecekleri muhtemel desteği sağlayabilirler.
Efeler Yolu, yürüyüşçülerin her günün sonunda turizm potansiyeli yüksek bir konaklama köyüne ulaşacakları şekilde tasarlanmış. Bu köylerin her birinde en az bir adet Efeler Yolu Dostu İşletme bulunuyor.
Öğlen yemeği tercihimizi Atatürk gibi yaptık. Atatürk'ün öğrencilik yılları askeri okullarda geçti ve hayatının büyük bir kısmını cephede veya devlet meseleleriyle geçirdi. Bu yüzden tercihinin az ve sağlıklı beslenmekten yana olduğu biliniyor. Askeri okullardan kalma alışkanlığı olan etsiz kuru fasulyeyi çok sevdiği ve '' Yağlı Fasulye '' olarak adlandırdığı anlatılır... 1931-1935 yılları arasında aşçılığını yapan Halit Atay, mutfaktan kuru fasulyenin eksik olmadığını belirtmiş.
'' İster Çankaya'da olsun, isterse Dolmabahçe'de, kuru fasulye yemeği yapardık. Hatta trenle yolculuk yaptığımız zamanlarda bile ilk yaptığımız yemek, kuru fasulyeydi. '' diye anlatmış.
Uzun zamandır gitmediğim '' Zaim Usta '' bu tercih için İzmir deki en iyi adreslerden.
Zaim Usta da Atatürk başköşede..
Atatürk, fasulyenin yanında pilav yer, ayran içermiş.

Ulu Önder'in ekmek ile arası pek yok. Pilav yoksa öğünlerle birlikte iki dilim ekmek yemek ona yeterli gelirmiş.

Yürümeye devam ettim. İlkbahar'dan kalma İzmir gününde Kordon'a geldim.
1. Kordon'un Atatürk Caddesi üzerinde yer alan '' Gündoğdu Meydanı '' ismini buradan sabah güneşin doğuşunun en güzel gözlenebilir nokta olmasından alıyor.
Gündoğdu Meydanı'nın tam ortasında bulunan ve '' Cumhuriyet Ağacı '' ismindeki heykel Ferit Özşen'e ait.
İzmir'deki birçok organizasyon, konser, miting ve kutlama burada gerçekleşiyor.
Kordon da bulunan Yunanistan Konsolosluk yerleşiminin tarihi binası önünden geçtim. Sahip olduğu tarihe uyumlu mimarisi ile İzmir'de Atatürk'ü hissedebileceğiniz önemli noktalardan biri ile devam ediyorum.
Kordon ve etkileyici körfez manzarasına sahip '' Atatürk Müzesi '' önündeyim.  Osmanlı ve Levanten mimarisi karışımından oluşan Neo-Klasik tarzda inşa edilen binanın ilk sahibi bir halı tüccarı olan Takfor Efendi.. 


Tarihin bu binada bıraktığı ilk iz ise 1923'te İzmir İktisat Kongresinin toplandığı zamanda meydana gelir.
Ardından bina, 9 Eylül 1922 sonrasında Türk ordusuna karargah olmuş. Atatürk şahsi çalışmalarını burada yürütmüş.


Kongre'nin ardından Naim Bey'e otel olarak kiralanan bu özel alan, 1926 yılında, İzmir Belediyesi tarafından satın alınarak, Atatürk'e hediye edilmiş.

Atatürk, 1930 ve 1934 yılları arasındaki İzmir ziyaretlerinde binayı kullanmış.
Atatürk'ün vefatının ardından bina, veraset yoluyla kız kardeşi Makbule Baysan'a intikal etmiş ve 25 Eylül 1940 yılında ise İzmir Belediyesi, binayı müze yapmak üzere istimlak ederek 11 Eylül 1941 tarihinde ziyarete açılmış. 13 Mayıs 1988 tarihinde yapılan düzenlemelerle '' Atatürk Müzesi '' adıyla kapılarını bir kez daha açmış.

Tüm bu yaşananları duvarlarında, atmosferinde  gizleyen Atatürk Müzesi, bugün ziyaretçilerine Atatürk'ün izlerini sunmaya devam ediyor.


Atatürk'ün yatak odası..

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayatında ayrı bir öneme sahip olan İzmir'i 16 kez ziyaret etmiş. O'nun, doğup büyüdüğü Selanik'e çok benzettiği İzmir, aynı zamanda Türk İstiklal Savaşı'nın sembol kentidir. '' Ben, bütün İzmir'i İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim '' sözleriyle 1925 yılında İzmir sevgisini ifade ediyor.



Atatürk'ün çalışma odası..

Atatürk'ün Berber Odası..
Atatürk'ün, pek çok fotoğrafta yanında olan az bilinir dostu: Berber Mehmet Tanrıkut Mete...  En yakınında olan berberi Mehmet Tanrıkut Mete'yi araştırdım. Atatürk ile ilgili bugüne kadar duymadığım detayları öğrendim.
En çalkantılı günlerde, suikast tehditleriyle burun buruna yaşanılan o yıllarda, dile kolay tam 13 yıl (1925-1938) Atatürk'ün her gün tıraşıyla ve her türlü sıhhi bakımıyla ilgilenen biri olmak, '' en güvenilir insan '' olmayı gerektirir.
Berber Mehmet Tanrıkut Mete tam bir sır küpü. Yurtiçi gezilerinde ya da yurtdışından gelen ülke liderlerinin protokollerinde bile Berber Mehmet hemen her fotoğrafta Atatürk'ün bir adım gerisinde yer alıyor.
Hatta fotoğraflar dikkatle incelendiğinde '' cansiperane '' bir yakın koruma ve kimi iddialara göre dublörü olduğu anlaşılabilir.

Haziran 1938... Atatürk'ün son günleri... Berberi Mehmet Tanrıkut Mete'ye sakal tıraşı olurken... Pek bilinmeyen bir fotoğrafı...
Atatürk, hayatı boyunca, vatanın savunulması ve milletinin bağımsızlığı için mücadele verdiği en sıkışık cephelerde, en hayati anlarda bile temizlik ve giyimine özen gösteren bir lider. O, Trablusgarp'ta, bir vahadan çamur gibi toplayıp, süzdüğü içme suyu ile susuz kalmak pahasına da olsa her sabah yüzünü yıkar, tıraş olmaya özen gösterirmiş.
Defalarca suikast girişimine maruz kalan Atatürk, '' Elinde usturalı bir adama ne kadar ya da nasıl güvenebilirim ? '' sorusunu acaba kendisine kaç kez sormuştur bilinmez ama bazen giydiği kıyafetin aynını giymesine dahi izin verdiği, soyadını bile kendi koyduğu Mehmet Tanrıkut Mete'ye çok güvenmiş olsa gerek...
Berber Mehmet, Atatürk gibi Selanikli. Refet Paşa'nın berberiyken yine Refet Paşa (Bele) tavsiyesiyle köşke, Atatürk'ün hizmetine giriyor. Atatürk köşkte çalışanları çok sevdiği gibi berber Mehmet'i de çok seviyor. Kaldığı müştemilata gecenin bir saati habersiz gidip muhabbet bile ederlermiş.
Atatürk'ün ayaktayken çekilen son fotoğrafında da hemen arkasında Berber Mehmet Tanrıkut Mete var...
Atatürk, her sabah kalktıktan sonra kahvesini ve sigarasını içer, sonra berberine tıraş olurmuş. Ardından banyosunu alır, giyinir, çalışma odasına geçerdi. Balolara katılacağı zamanlar, akşamları ikinci  kez tıraş olurmuş. Sakalsız olmaya özen gösteren Atatürk, hizmetinde yer alanları sakallı görünce çok kızarmış.
Mehmet Tanrıkut Mete, Atatürk'ün vefatının ardından kendi isteğiyle görevinden ayrılarak, ailesi ile birlikte Yalova'ya yerleşiyor. 1967 yılında vefat ediyor..
Yaver Odasından görüntüler..
Konuk Odası..
İzmir'in düşmandan kurtarıldığı ilk günlere gidelim...  Mustafa Kemal, bir akşam üstü Naim Palas'a gelir (Naim Palas, Kordonboyu'nda şimdiki Atatürk Müzesi'dir). O günlerde otel ve cafe-bar olarak kullanılan Naim Palas'ı bir Rum işletmeci çalıştırmaktadır. Gazi, genç bir subay iken İzmir'e birkaç defa gelmiş ve Naim Palas'ta içki içmiştir. Bu mekanı iyi tanımakta, hatta bazı yaşlı garsonlara isimleriyle hitap etmektedir.
   Mustafa Kemal'i birinci kattaki salonda gören yerli ve yabancı müşterilerle, Rum garsonlar telaşa kapılırlar. Çünkü koca bir kumandanın böyle elini kolunu sallaya sallaya, halkın barındığı bir otele geldiği pek görülüp duyulmuş şey değildir. Üstelik Yunan daha birkaç gün önce denize dökülmüştür ve İzmir'in özellikle Frenk mahallesi ve Kordonboyu pek tekin bir bölge değildir.
   Gazi, çevresine pek aldırış etmeden geniş merdivenlerden üst kata çıkar ve cumbanın kenarındaki küçük bir masaya oturup kendisine servis yapılmasını ister. Güneş batmak üzeredir. İzmir yine o muhteşem gurubuyla kızıl ovalarda at koşturmakta, mora dönüşen ufuklarda serin bir imbat okşayışı yaklaşmak üzeredir. Gazi, rakısından birkaç yudum aldıktan sonra arkasında elpençe duran Rum garsonu yanına çağırır.
Garson heyecanla sorar :
   - '' Buyrun Sarı Paşam ! ''
   - '' Evladım sana bir şey soracağım. Hani sizin Kosti var ya ? ''  (Gazi, burada Yunan Kralı Konstantin'i kasdetmektedir)
   - '' Eee Paşam ! ''
   - '' Şu sizin Kosti, İzmir'e geldiğinde buraya uğrayıp, denize ve guruba karşı rakı içti mi ? ''
   - '' Haşa Paşam !.. Hiç gelmedi bile ! ''
Gazi burada basar kahkahayı :
   - '' Öyleyse, ne halt etmeye gelmiş İzmir'e ! ''
Bu gerçek hatıradan da açıkça belli olduğuna göre, Gazi'deki '' İzmir Sevgisi '' dopdolu bir yurt aşkıdır. Gazi, İzmir'in bağımsızlıkçı güzelliğine vurgundur ve başka milletlerin bu güzelliğe gözünü dikmesine tahammülü yoktur.
 


İlginçtir ki, Mustafa Kemal, kendisini Türk halkına '' Ata '' kılacak eylemlerin çoğunu bu kentin bağrında düşünmüş ve ustalıkla uygulamıştır. Yakın tarihimize altın sayfalar halinde geçen nice sözlerini, sloganlarını bu kentin halkına açıkça söylemiştir.
Falih Rıfkı (Atay), '' Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri '' adlı kitabında 20 Eylül 1922 gününü şöyle anlatır ;
   '' 20 Eylül 1922 günü İzmir'de Uşakizade köşkünde yine önemli bir gün yaşanıyordu. Her zamanki gibi Gazi Mustafa Kemal Paşa, köşkün baş odasında oturuyordu. O sırada, İzmir Limanı'nda müttefiklere ait 64 parça savaş gemisi bulunuyordu.
   Gazi :
'' Ne işi var bu donanmanın limanda ? ''  dedi.
Sonra ev sahibi Latife Hanım'a dönerek :
'' Siz Fransızca bir ültimatom yazar mısınız ? ''  dedi.
'' Müttefik donanmasının İzmir Limanı'ndan çıkıp gitmesi için Filo Komutanı'na bir ültimatom yazınız ! '' dedi. Latife Hanım, köşkün koridorunda duran masanın üzerinde şu ültimatomu yazdı :
   '' 24 saat içinde İzmir'i terk edeceksiniz. ''
Herkes endişeli bir bekleyiş içindeydi. Endişe; 1914'ten beri savaş halinde olduğumuz İngiliz Donanması, İzmir'e ateş eder miydi ?  Verilen 24 saat süre bitmeden, etrafındakiler :
   '' Paşam donanma çekiliyor ! ''  demişlerdir.
Köşkün baş odasında oturmakta olan Gazi ise konuşmasını sürdürmüştür. ''
Gazi Mustafa Kemal Paşa selam vererek, İzmir'i terk eden düşman donanmasının arkasından bakmamıştır; çünkü, 28 Kasım 1918 günü tekneyle İstanbul Boğazı'nı geçerken , kendisini karşılayan yaveri Cevat Abbas'a (Gürer) Yunan Gemisi Averof'a bakarak '' Geldikleri gibi giderler. '' demiştir.
Ültimatomu çok beğenen Gazi Paşa, Latife Hanım'ın elinden kalemini alarak, öpüp alnına götürmüştür.  

Mustafa Kemal Atatürk nasıl çalışırdı ? Başarısının sırrı neydi ?
   Kısacık ömrüne bu kadar büyük ve çeşitli başarıyı, zaferi sığdırabilmiş olan bir kişinin çalışma düzenini merak etmemek olası mı ?
   Bu olağanüstü başarıların sırrını çözmek için O'nun, '' Dünyaya pek seyrek gelen büyük dehalardan biri '' olduğunu bilmek de yetmez. Üstelik, çalışma ile beslenmeyen büyük zekaların, dahi katına erişemedikleri de açık..
   '' Yaşam pek kısa... Çocukluk ve mektep bir kısmını alıyor. Geri kalanını da uyku yarıya indirmeye çalışıyor. Uykusuzluğun etkilerini giderecek, uykunun vücuda verdiği dinlenmeyi, gıdayı verecek komprimeler icat edilse... Bir gün bu da olacaktır. ''
Bu nasıl bir ileri görüşlülük ? ve nasıl bir düşünce devrimidir ?
   Atatürk'ün bu sözlerini aktaran Cevat Abbas Gürer, O'nun, Çanakkale'den başlayarak uzun süre yaverliğini yapmış; Atatürk birlikte Anadolu'ya geçmiş, zaferden sonra da hep yakınında bulunmuş arkadaşlarından biri... Daima güvendiği, değer verdiği...
Gürer'in anlatımı ile Atatürk'ün çalışma sistemini ve anlayışını anlamaya çalışalım:

'' Atatürk, her zaman yaratıcı ve çok zengin çalışmaların içinde bulunduğu için, çok az uyurdu. Uyanık geçirdiği zamanla, uykuda geçirdiği zaman, kıyaslanamayacak kadar farklıdır. O'nun bir insan ömrüne, birçok insan ömrüne sığmayacak kadar zengin olan çalışmalarını anlatmaya kalkışacak değilim. Atatürk, durmayan, dinlenmeyen yıpratıcı çalışma tarzının örnekleriyle ve sonuçlarıyla anlatılması, bir konuşmaya, bir yazıya, bir kitaba, yüz kitaba sığmaz. Ben sadece birkaç anımı, ayrıntılara girmeden anlatabilirim. Önce genel olarak diyebilirim ki, Atatürk hiçbir zaman uykunun dostu olmamıştır. Daima dinç ve uyanık tutmaya özen gösterdiği maddi, manevi enerjisi bu dostluğa izin vermezdi zaten... Kişilik yapısı da... ''

'' Bakın, Kafkasya Cephesi'ne yetişmek için 36 saat hayvan üstünde, hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve ayağının tozuyla, gayet kritik bir duruma girmiş olan savaşın emir ve kumandasını eline almıştı. Düşmanın, ordumuzun bu cephesindeki sürekli saldırılarını durdurmuştu. Bu çok tehlikeli ve önemli saldırılar Atatürk'ü üç gün üç gece daha uyutmamıştı. ''

'' Acı mütareke günlerinde de İstanbul'da gecelerini, gazetelerden, arkadaşlarından aldığı haberleri irdelemek, yorumlamakla, geleceğin planlarını hazırlamak için çoğu kez harita başında ve uykusuz geçirirdi.
19 Mayıs gününün doğan güneşiyle Samsun'a ayak basıp, Türk ulusunun bahtına güneş gibi doğan Mustafa Kemal Atatürk'ü, Lozan Barışı imzalanıncaya kadar geceleri, uyurken hiç görmediler diyebilirim. Dediğim gibi, hiçbir faninin dayanamayacağı bir çalışma tarzı vardı Atatürk'ün. Yaptığı plan tam anlamıyla gerçekleşinceye kadar aralıksız çalışırdı. Çalışmasıyla arasına hiçbir şeyin girmesine izin vermezdi. Ne uyku, ne açlık, hatta ne de hastalık... '' 


Mustafa Kemal'in 18 yıl birlikte çalıştığı ve çok güvendiği Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak ise aynı konuda şunları anlatır :
   '' Atatürk çalışırken zaman, mekan, hatta olanak kavramları söz konusu olmazdı. Nerde ve hangi koşullar altında olursa olsun, resmi ya da ulusal bir konu üstünde çalışması gerekti mi, tüm çevresiyle ilişkilerini derhal kesip, o sorun üstünde bütün dikkatini ve gücünü  yoğunlaştırabilirdi. Eğlenirken, dinlenirken, hatta uykusundan uyandırılırken, önemli memleket işlerinin kendisine iletilmesini isterdi. Bu konuda tüm yakınlarına ve hizmetlilerine yetki vermişti. Herhangi bir işi bitirmeden bırakmak gibi bir şey de yoktu O'nun için. Kimi kitaplar için de durum aynıydı. ''

'' Bir İstanbul yolculuğundan Ankara'ya dönmüştüm. Derhal Köşk'e çıktım. Yanına girmeden önce, hizmetinde bulunanlara Atatürk'ün nasıl olduklarını sordum. ' İki gün iki gecedir durmadan okuyorlar. Birkaç defa banyo yaptılar ve şezlongta istirahat ettiler ' dediler. Odasına girdiğimde, Atatürk koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Genelde bu şekilde otururlardı. Elindeki kalın tarih kitabını bitirmek üzereydi. Bana ' Hoş geldin ' dedikten sonra :
'' Elime bir kitap geçti; bilmem ne zamandan beri okuyorum, ''  dedi.
'' Yorulmadınız mı Paşam ? ''
'' Hayır... yalnız, gözlerim yanıyor. Fakat bunun da çaresini buldum; biraz tülbent aldırttım, parça parça kestirttim, bu parçalarla gözlerimi siliyorum. ''

'' Evet, nasıl çalışırlardı... Bir anı daha: Amerikalı bir kadın gazeteci Atatürk'e, ' Böyle sürekli başarılı olmak için ne yaptığını, nasıl çalıştığını '  sormuştu. Aldığı yanıt şu idi : '' Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmak için nelerin engel olabileceğini düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendiliğinden yürür. ''
Falih Rıfkı Atay'ın bu konuda görüşleri şöyle :
'' (...) Ama Nutuk Atatürk'teki çalışma gücünün insan gücünü bazen ne kadar aştığını gösterir. Yüzlerce, binlerce vesikayı eski köşkün üst katındaki küçük çalışma odasında kendisi ayırmış, Nutku genelde ayak üstü dolaşarak dikte etmiştir.
Uzun saatler  süren diktelerden sonra yazanlar sekiz on saatlik bir uykuya gittikleri zaman Atatürk bir banyo alır, giyinir, akşam davetlilerine o gün yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okuma ve o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatler sürerdi. Bir defa dinlenme ve konuşmalardan yorulanlar uzun bir rahatlama için evlerine dönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonra bir gün önceki çalışmalara koyulurdu. Bu kadar sıkı çalışma haftalarca sürmüştür. Cümleler, kelimeler ve noktalar üzerinde titizce durduğunu unutmayınız. '' 
Atatürk Müzesi Yemek Odası..
Atatürk'ün her zaman anlam ifade eden ve edecek olan zamansız sözleri hafızamda, Atatürk Müzesi gezisine devam ettim..

'' Özgürlük ve bağımsızlık benim yaradılışımdır. Ben ulusumun ve ulu atalarımın en değerli miraslarından olan bağımsızlık aşkıyla yoğrulmuş bir adamım. ''
'' ' Büyüksün ' diyenlere güleceksin. Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın; memleket için gerçek ideal ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyüksün derlerse bunu söyleyenlere güleceksin. ''
Türk ordusu 9 Eylül 1922 de İzmir'e girer. Atatürk ve komuta heyeti, Belkahve de İzmir'i izlerler ve kır kahvesinde mola verirler. Bu mola sırasında : '' Bu iş o kadar güzel ve o kadar tatlı bitti ki, bunu ancak şekerli bir  Türk kahvesi tatlandırır '' sözleriyle mutluluğunu ifade eder. Atatürk, sabah uyandığında kahve içerdi. Atatürk'ün kahveye çok düşkün olduğu ve günde 10-15 fincan kahve tükettiği biliniyor. 
Az şekerli Türk kahvesi ile onu andık.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922 günü saat 14:00' te törenle İzmir Valiliği'ne gelir. Başyaver Salih Bozok, Başkomutan için İzmir'de kalacağı güvenli bir konut aramaktadır. 10 Eylül günü Uşakizade Köşkü'ne ulaşan Salih Bey, bahçıvandan Latife Hanım'ın İzmir'e Gazi Paşa'yı karşılamak için geldiğini öğrenir. Başyaver Salih, Latife Hanım ile tanışarak ona Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bu köşkte kalıp kalmayacağını sorar. Latife Hanım'ın Başyaver Salih'e verdiği yanıt :
'' Gazi'yi konuk etmekten şeref duyarım, ben bu günleri görmek için buralara koştum geldim olur. ''
10 Eylül 1922 tarihli Halide Edip Adıvar'ın notlarından bu günleri öğrenelim : 
'' Mustafa Kemal Paşa, o akşam çok neşeliydi. Latife Hanım isminde genç bir kadınla tanışmıştı :
' Bu küçük hanım sizden hocam diye bahsediyor. ' dedi. Sonra kolejde bir sene kalmış olduğunu ve son zamanlarda hukuk derslerini takip ettiği Fransa'dan dönmüş olduğunu öğrendim. Mustafa Kemal Paşa kulağıma fısıldadı :
' Boynundaki küçük bir çerçevede benim resmim var. ' dedikten sonra, sevinçle gülmeye başladı. Bu genç hanım, Paşa'yı evine davet etmişti. Paşa, onun kendisine aşık olduğunu düşünüyordu. Gerçi, o günlerde İzmir'deki her kadını göğsünde Mustafa Kemal Paşa'nın bir resmi var idiyse de Paşa'nın bu duygulanışının kendi üzerinde iyi tesir yapacağına inandığım için memnun oldum ''
Uşakizade Köşkü zeminle birlikte üç katlı. İlk kata, iki yandan yükselip ana kapı önünde birleşen merdivenlerle çıkılıyor.
Köşkün ön yüzünde mor salkımlar yer alıyor.
Mekan aynı, zaman farklı... 101 yıl sonra Atatürk'ün görüntüleri olan merdivenlerin önündeyiz.

İzmir, 19. yüzyılda Ege Bölgesi'nin ticaret merkezidir. Bu yüzyılda, azınlıkların ve levantenlerin etkisiyle Anadolu'nun geleneksel yapısı ağır ağır değişmiş ve İzmir'e batılı yaşam biçimlerinin yerleştiği gözlenmiştir. İzmir, Batı Anadolu'nun iç ticaretiyle zenginleşmiş ve büyüyen sermayesiyle atılım yapma olanağını yakalamıştır.
Uşaklı Helvacızade Hacı Ali Efendi, 1860 yılında Uşak'taki ticaretini İzmir'de değerlendirmeyi düşünerek İzmir'e göç kararı alır. Aile aldığı kararla ata mesleği olan helvacılığı terk ederek İzmir'e göç eder ve Uşakizade lakabıyla anılmaya başlanır. Uşakizade ailesi Avrupalıların evlerini süslemekte olan Anadolu halılarının ticaretini yapmaya başlar.
Geleneksel tarım ürünlerinin yanı sıra Uşak, Kula, Gördes, Demirci tezgahlarında üretilen halıların Avrupa'da aranır olması, Hacı Ali Efendi'nin işlerinin hızla büyümesini sağlar. İzmir'deki halı ticarethanesinin yetersiz kalması üzerine, ailenin bir şube de İstanbul'da açmasına karar verilir. Şubenin başına, büyük oğul Hacı Halil Efendi geçer. Dönemin ünlü edebiyatçılarından Halit Ziya (Uşaklıgil), Hacı Halil Efendi'nin üç çocuğundan en küçüğüdür.
Hacı Ali Bey'in diğer oğlu Sadık Bey, akılcı davranıp karlı bir iş olan develerle kervancılığa başlar. Bu ticaretteki amaç, İzmir-Aydın arasındaki Ege Bölgesi'nin geleneksel ürünlerini İzmir Limanı'na akıtmaktır. Yaklaşık 2000 deveye ulaşan kervanlarıyla Ege'nin incirini, kuru üzümünü, arpasını, buğdayını ve buna benzer her türlü ürününü İzmir'e getirip  buradan ihraç eder.
Sadık Bey, 1860 yılında Uşakizade ailesinin şanına uygun yazlık bir köşk yaptırmak ister. İzmir'in çeşitli semtlerinde incelemeler yaptırır. Gününün gelenekleri doğrultusunda hareket edilerek, değişik semtlere aynı anda taze etler asılır. Etin en son bozulduğu yerin, en serin yer olduğu varsayımından hareketle, yapılacak konağın yeri saptanır. İşte bugün, Göztepe '' Sadık Bey '' semtindeki bu köşk, böyle bir araştırma sonucunda ailenin mal varlıkları arasına dahil edilir.

Mithatpaşa Caddesi'nden yüz yirmi basamakla çıkılan bu köşk, '' Beyaz Köşk '' , '' Mor Salkımlı Köşk '' ve '' Uşakizade Köşkü '' gibi adlarla da anılıyor.

Köşkün birinci katı çok serin olduğundan, yazın köşkün en çok kullanılan bölümü olmuş. Bu katta dört oda bulunuyor. Bu bölümdeki yemek odası aynı zamanda salon vazifesi de görmüş büyükçe bir oda. Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım'ın nikahı burada kıyılmış.
Girişte soldaki oda köşkün baş odası..

Bu oda, Gazi'ye çalışma odası olarak ayrılmış ve Gazi'ye köşke beş ayrı gelişinde 91 gün ev sahipliği yapmış.
Sağdaki oda ise köşkün diğer bir konuk odası ve kabul odası olarak kullanılmış.

Latife Hanım'ın babası Muammer Bey çocuklarına, hiçbirini ayırt etmeksizin, özellikle de kızlarına Batı kültürünü alacakları en yüksek eğitim olanağını sağlar. Bütün çocukları Türkçe'nin yanı sıra, en az dört lisanı çok iyi derecede öğrenirler. Aile, Camlı Köşk'te bulunan okullarına çok önem verir. Bu amaçla İngiltere'den Miss. Hart ve Miss. Wiply adlarında iki öğretmen getirilir. Ailenin bütün çocukları ilk öğrenimlerini burada aldıkları özel eğitimle görürler.
İlkokulu köşkün bahçesindeki okulda bitiren Latife Hanım, orta ve liseyi İstanbul'da Arnavutköy Amerikan Koleji'nde okur. Halide Edip'in (Adıvar) öğrencisi olur. Latife Hanım, İstanbul'daki bu eğitim sürecinde Halit Ziya (Uşaklıgil) ve Tevfik Fikret'ten aldığı özel derslerle edebiyat bilgisini iyice geliştirir. Latife Hanım, ünlü Alman Şairi Rainer Maria Rilke'nin kuzeni olan piyano öğretmeni Anna Maria Gresser'den dersler alır ve Fransa'daki üniversite eğitimi sırasında Paris'te konser verir.
Ailenin en küçüğü olan Münci Bey'in rahatsızlığı ailenin İzmir'i terk etmesine neden olur. Önce İsviçre'ye, sonra da doktorların önerisine uyarak Fransa'nın Biarritz kentine yerleşilir. Çocuklar Avrupa'nın en önemli okullarında eğitime başlarlar. Latife Hanım, '' Sarbonnee Üniversitesi '' nde Siyaset ve Hukuk eğitimine başlar. Latife Hanım, aldığı eğitimle İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Rumca öğrenir.
Türk Kurtuluş Savaşı'nı Paris'ten takip eden Latife Hanım, Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması üzerine babasına :
'' Babacığım ben inandım, İzmir kurtulacak. Mustafa Kemal Paşa yakında ordularıyla İzmir'e girecek. Ben onların girişini görmek için İzmir'e gideceğim. '' diyerek, dadısıyla beraber ailesinden bir yıl önce İzmir'e gelir ve köşkte İzmir'in Kurtuluş gününü beklemeye başlar.
29 Ocak 1923 günü, Gazi arkadaşlarını Uşakizade Köşkü'ne çaya davet eder. Konuklar, Gazi'nin çalışma odası olan köşkün baş odasında ağırlanırlar. Uşakizade Ailesi ise, köşkün ikinci konuk odası olan karşı odadadır. Salonda bulunan Latife Hanım, kardeşleri Rukiye ve Vecihe Hanımlar konuklara hizmet etmektedirler. Saat 17.00'de, köşkün ana kapısından içeriye İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi girince, konuklar bir nikaha davetli olduklarını anlarlar. Köşkün birinci katında bulunan yemek salonuna geçilir.
Nikahla ilgili anıları Başyaver Salih (Bozok) Bey anlatıyor :
'' Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Uşakizade Latife Hanımefendi'nin evlilik akitleri bugün saat 17.00'de Göztepe'de gerçekleşmiştir. Nikah töreni merasimi son derece sade olmuştur. Mareşal Müşir Fevzi ve Kazım (Karabekir) Paşa Hazretleri, Başkumandan Paşa Hazretleri'nin; Vali Mustafa Abdülhalik Bey ile Başyaver Salih Bey de Latife Hanımefendi'nin şahitleri bulunuyorlardı. Paşa hazretleri ile Latife Hanımefendi şahit ve davetlilerden oluşan bir masada oturmuşlardı. ''

Latife Hanım ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'nın evliliği 2 yıl 5 ay 5 gün sürer ve 5 Ağustos 1925'te sona erer. Ayrılırken Gazi : '' Latife asker sözü vereceksin, müşterek hayatımıza ait hiçbir şeyi kimseye bahsetmeyeceksin. '' der.
Gerek Mustafa Kemal, gerekse Latife Hanım evliliklerinin son bulmasından sonra, yakın çevrelerine bile, birlikte oldukları iki buçuk yıllık zaman dilimi hakkında en küçük bir söz etmezler. Anılarını, sırlarını kendilerine saklayarak, yine kendileriyle birlikte bunları bir başka iklime taşımayı bilirler. Saygı, özveri ve anlayış bunu gerektirmiştir.
Köşkün 3. katına çıktık. Atatürk'ün yatak odasında geçmişe daldık...



Latife Hanım, Gazi ile evliliği süresinde ve sonrasında her davranışıyla Türk Kadını'na örnek olmuş. Ayrıldıktan sonra yurtdışına çıkmak için pasaport talebinde bulunan Latife Hanım'a, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın talimatıyla '' Fatma Sadık '' adına bir pasaport düzenlenir.

Latife Hanım, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'dan ayrıldıktan sonra Uşakizade Köşkü'ne gider ve bir süre sonra da yurtdışına çıkar. Dinlenme amaçlı yurtdışı seyahatinin sonunda İstanbul'a gelerek Ayazpaşa'daki köşklerine yerleşir. Latife Hanım, soyadı kanunuyla '' Uşşaklı '' soyadını alır.

Latife Hanım'ın 1969 yılında taşındığı Harbiye'deki evin özelliklerinden biri, balkon kapısı açıldığında Atatürk'ün heykelini görmesidir. Eve girip çıkan akrabalarının sözlerinden ; Latife Hanım'ın evinin Atatürk anılarıyla dolu bir müze gibi olduğu anlaşılmaktadır.

Latife Uşşaklı, yakınlarından bile gizlediği kanser hastalığı nedeniyle 13 Temmuz 1975'te İstanbul'da ölür. Latife Hanım'ın mezarı, babası Muammer Bey'inde gömülü olduğu Edirnekapı Şehitliği'ndedir. '' Uşşaki '' tanımlamasını çok sevdiği için Latife Hanım'ın mezar taşında '' Latife Uşşaki '' yazmaktadır. 
Köşkün koridorları ve odaları arasındaki zaman yolculuğunda bu defa Atatürk'ün çalışma odasına geldik.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'nın Uşakizade Köşkü'nde son kalışında İş Bankası'nın kurulması fikri ortaya çıkar. İş Bankası'nın tarihçesinde de yer alan bu olayı Celal Bayar'ın anılarından öğrenelim : '' Atatürk'ün Osmanlı Bankası'nda 250 bin lirası varmış. Ona, orada mevduat faizi dahi verilmiyormuş. Parayı Hint Müslümanları, Milli Mücadele Yılları'nda Atatürk'ün şahsına göndermişler. Atatürk de parayı Maliye'ye vermiş, ordunun ihtiyaçlarına harcansın diye. Zaferden sonra, halktan alınan tüm borçlar ödenirken, Atatürk'ün parası da geri verilmiş, o da almış Osmanlı Bankası'na yatırmış.
Atatürk'ün kayınpederi Muammer Bey, o zaman İzmir'in en büyük tüccarı. Avrupa ile münasebeti bulunan tek Türk tüccar. Atatürk'e, ' Bu parayı işletelim. ' demiş. Atatürk de, ' Bizim Celal'e git, onunla konuş, ben bu işleri bilmem. ' demiş.
 Muammer Bey geldi bana, bunun üzerine ben, halkımız için, kendimizin bir bankası olmasını, halkımızın rahat edeceği, iki taraf da birbirini anlar vaziyette bir banka kurulmasını şart gördüm. Ve Muammer Bey'e ' İhracat şirketi de gereklidir; ama bu iş daha önemlidir. ' dedim. Hem şahıs olarak Gazi'nin isminin bu ticaret içerisinde bulunmasının bana hoş görünmediğini belirttim.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'nın Uşakizade Köşkü'ne son gelişinde, yukarıda belirtilen, '' Milli Banka '' kurma kararı alınır. Ankara'da yapılan toplantılarda, '' Milli Banka '' kurma kararı kesinleşir. 20 Ağustos 1924 günü yapılan Bakanlar Kurulu Toplantısı'nda, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa ; '' Vatanı kurtaracak ve yükseltecek önlemlerin başında, halkın doğrudan doğruya itibar ve itimadından doğup meydana gelen tam manasıyla modern ve milli bir banka kurmaktır. '' diyerek kararını bildirir. Kurulan bu ilk bankaya Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından '' İş Bankası '' adı verilir.
Gazi, evlilik sonrası Ankara'dan İzmir'e geldiği dönemlerde dört kez daha Uşakizade Köşkü'nde kalmıştır. Ancak evliliğinin 1925 yılında sona ermesiyle Gazi'nin köşk ile bağlantısı kopmuştur.

1951 yılına kadar Uşakizade Ailesinin özellikle yazın kullandıkları köşk, bu tarihten itibaren Özel Türk Koleji'nin kurucusu Bahattin Tatış'ın girişimiyle Türk eğitiminin hizmetine sunulmuştur. İzmir Özel Türk Koleji'nin ilk yerleşim birimi olan köşk, 1991'e kadar on binlerce gencin eğitim almasında kutsal bir görevi de yerine getirmiş. 1991'den itibaren Bahattin Tatış'ın bu güzide köşkü Türk Ulusu'na bir müze ve bir kültür merkezi olarak sunma isteği üzerine girişimlere başlanmış, yapılan kapsamlı restorasyon çalışmalarıyla müze ve kültür merkezi olarak açılmıştır.

Uşakizade Köşkü'nü gezmek için, Özel Türk Koleji'nin 0232 2440500 no lu telefonunu arayarak randevu aldık. İlgili yaklaşımları ile detaylı bilgilendirme ve tanıtımlarından çok memnun kaldık.
Atamızın sevdiği yemeklerden biri de karnıyarık. Atatürk'ün karnıyarık yemeğini pirinç pilavı ile birlikte yemeyi çok sevdiği biliniyor.
Etli Bamya yemeği de sevdiği yemeklerden..
Atamızın kuşkonmazı tadıp sevdiği yiyecekler arasına aldığını biliyoruz. Genellikle haşlanmış olarak sofrasında yer alan bir yiyecek olmuş. Bir başka bilgi ise Yalova'daki köşkünün bahçesinde kuşkonmaz yetiştirilmesini istemesi..
Atatürk'ün en sevdiği yemeğin enginar olduğu söylense de bu tamamen yanlış... Çünkü Atatürk hiç enginar yememiş ama tatmayı çok istemişti. Hatta son isteklerinden birisiymiş. Yaveri ile arasında geçen konuşma ise şöyle :
'' Çocuk, ben hiç enginar yemedim biliyor musun ? ''
'' Türkiye'nin en ünlü aşçısı sizin için hazırladı. Kahramanmaraş'tan trenle yola çıktı. Geliyor Paşam. ''
Ama o tren 10 Kasım'a yetişememiş. Mustafa Kemal Atatürk merakla beklediği enginarı yiyemeden hayatını kaybediyor.
Bunun yanında kavun, kavrulmuş tuzlu leblebi ve fıstık Atatürk'ün bir şeyler atıştırmak istediğinde ilk tercihleriydi.

Bu defa İzmir'de Belkahve'ye gidiyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında, '' Bu şehre bir şey olacak diye çok korktum '' sözüyle İzmir'e verdiği önemi dile getirdiği yer olan Belkahve'de, İl Özel İdaresi'nden Bornova Belediyesi'ne devrolan atıl restoran, dönemin ruhunu ve izlerini taşıyan Ata Anı Evi'ne dönüştürülmüş.

2016 yılında İzmir'in kurtuluşu olan 9 Eylül günü açılışı gerçekleştirilen Ata Anı Evi'nde Kurtuluş Mücadelesini anlatan pek çok materyal sergileniyor.


9 Eylül 1922 günü Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının İzmir'i izledikleri yer olan Belkahve, aynı zamanda silahla yapılan savaşın noktalandığı yer. İsmet Paşa aynı gün silahla yapılan savaşın bittiğini ama cehaletle yapılan asıl savaşın başladığını dile getiriyor.
Belkahve'deki Ata Anı Evi'ne ilk adımımızı attığımız anda, tarihi bir hazinenin saklandığı ve İzmir'in kurtuluş mücadelesinin canlı bir şekilde yaşandığı bir mekana geldiğimizi anlıyoruz.


Ata Anı Evi'nde sergilenen bayraklar, o döneme ait önemli bir hikayeyi barındırıyor. İşgalcilerin Türk bayraklarını toplaması nedeniyle 9 Eylül 1922'de İzmir'e giren Türk askerleri, bayrak bulmakta zorlanmış. İzmirli kadınlar, hemen yeni bayraklar dikerek bu eksikliği gidermişler.


Ata Anı Evi'nde saç ve göz gibi detaylarda gerçek ve gerçeğe en yakın görüntüyü veren materyaller kullanılarak yapılan Atatürk'ün hiperreal heykeli sergileniyor.
 

Atatürk'ün, Kurtuluş mücadelesinin sonlandığı 1922'de, 41 yaşındaki görüntüsünü ölümsüzleştiren heykeltıraşlar Neda İsmail Atar ve Can Akdaş, gerçek saç teli ve akrilik göz kullanarak canlandırılan döneme uygun askeri üniforma ve madalyalarla heykeli tamamlamışlar.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Kahvesi içerken canlandırıldığı heykel, Ata Anı Evi'ne özel bir düzenlemeyle yerleştirilmiş. Atatürk'ün 9 Eylül 1922'de Belkahve'de, Ata Anı Evi'nin bulunduğu yerde Türk Kahvesi içmesinden yola çıkılarak, Atatürk Heykeli'nin yanına, ziyaretçilerin oturup fotoğraf çektirebilmesi için boş bir koltuk konulmuş. Heykelin bulunduğu alan, Ata Anı Evi'nin özel köşelerinden biri...
 

Mekanda dönemin ordu donanımlarının karşılaştırılabilmesi amacıyla Yunan askerlerinin kullandığı malzemeler de sergileniyor. Ayrıca İstiklal Mücadelesini ve Atatürk'ü anlatan pek çok yazılı eser, resim ve haritalar bulunuyor.

Gösterim bölümünde ise işgal ve kurtuluş yıllarını anlatan kısa film gösterimi, bizi o döneme götüren geçmişe açılan bir pencere gibi oldu.



'' İzmir'de Atatürk'ün izinde... Ve bir rüzgar hızında anılar... '' gezimiz çok anlamlı bir yerde son bulacak. Karşıyaka'ya geldik.
Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, yirmi sekiz gün Karşıyaka'nın misafiri olmuş. 14 Ocak 1923 günü vefat etmiş. Atatürk, annesi Zübeyde Hanım'ın vefatı ile ilgili sözleri adeta bizlere vasiyeti gibi.. :
'' Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir'in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor... Annemin ölümünden şüphesiz ki çok üzgünüm. Ama benim bu acımı yok eden bir avuntum var. Vatanı yoksulluğa sürükleyen idarenin artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır... Annem şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde, ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir.
Annemin mezarı önünde ve Tanrı'nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulusal egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun. ''



2 yorum: